Bugün bu gerekçelere kimse inanmıyor. İki yıl önce 15 Şubat'ta dünyanın dört bir yanında sokağa dökülen on milyondan fazla insanın, 1 Mart'ta da Ankara Sıhhiye meydanında toplanan yaklaşık yüz bin kişinin tamamen doğru söylediği, savaş ateşini yakanların ise hiç de doğru söylemediği ortaya çıktı. Bu gerekçeleri öne süren Bush ve Wolfowitz gibi savaş mimarlarının kendileri bile bunlara inanmıyor artık. "Evet, yanlış istihbarat almış, yanılmış olabiliriz," gibilerden şeyler söyleniyor şimdi bize. "Böyle sıkıcı, bayat şeylerin üzerinde durmayalım" deniyor. Eskiden, arkadan binilen tıklım tıklım dolu şehir otobüslerinde biletçinin yolculara bağırdığı gibi yani: "İlerleyelim beyler! Ön tarafta yer var!"
Bizim dünya otobüsünün biletçisi de şimdi bize ön tarafta demokrasiye yer olduğunu haykırıyor: Artık işgalin yeni bir gerekçesi bu: Irak'ı ve onunla birlikte Ortadoğu'yu - hatta bütün dünyayı - el yordamıyla demokratlaştırmak.
Bu, Chomsky'nin söylediği gibi, ABD'nin iki-üç yılda bir önümüze sürdüğü bir "güzergâh değişikliği" doktrininden başka bir şey değil aslında. Dürüst olmayan ve korkakça bir doktrin; ama işe yarıyor: "Gözlerimizin önünde olup biten şeyleri kavrama tehlikesinden koruyor bizleri". ("Selective Memory and A Dishonest Doctrine", Toronto Star, 22 Aralık 2003)
Böylece, New York Times köşe yazarı Ignatius tarafından "Bush yönetiminin baş idealisti" diye tanımlanan, "Şahinşah" Wolfowitz'in uzun ve parlak kariyerini gönül rahatlığıyla unutuyoruz:
Geçen yüzyılda görülmüş en büyük kitle katliamlarından birini gerçekleştirmiş olan, Endonezya'nın zalim diktatörü, Doğu Timor işgalcisi Suharto'ya Reagan'ın büyükelçisi olarak tam arka çıkan, Güney Kore'nin cani diktatörü Chun'a ve Filipinler'in pek şöhretli diktatörü Marcos'a verilen desteğin baş düzenleyicisiydi Wolfowitz.
Yakın çevresinde "velociraptor" diye adlandırılan, yani yeryüzünün gelmiş geçmiş en yırtıcı canavarıyla özdeşleştirilen Wolfowitz'in tarihe mal olmuş sözlerinden birini de unutma eğilimindeyiz işte:
1 Mart 2003'te ABD askerlerinin Irak'ı kuzeyden işgaline yol açacak hükümet tezkeresine, halkın yüzde 90 çoğunluğunun isteğine uyarak onay vermeyen TBMM dolayısıyla Türkiye'yi kınamış, TSK'nin müdahale edip bu kararı "demokratik" bir şekilde değiştirmesini, dahası Türkiye'nin ayağa kalkıp "Bir hatadır ettik... Şimdi artık Amerika'ya elimizden geldiği ölçüde nasıl yardım edelim diye düşünelim bari" demesini istemiş olduğu da pek hatırlarda değil ne yazık ki. (New York Times, 8 Mayıs 2003)
Dünyanın en büyük üçüncü silah şirketi Northrop Grumman'ın eski danışmanlarından Paul Wolfowitz, demokrasi havarisi filan olmadığı gibi, tam tersine demokrasiye ömrü boyunca büyük bir aşağılama ile bakmış ABD yöneticilerinden biri. Onun, yoksullukla savaşı gündeminin birinci maddesine alan Dünya Bankası'nın başkanlığına Bush tarafından "önerilmesi", Dünya Bankası'nın eski baş ekonomisti Nobel ödüllü Stiglitz'in nitelemesiyle, "Dünya Bankası'nı bir kez daha bir nefret figürü haline getirecek olan bir provokasyon, ya da provokasyon gibi görünecek bir duyarsızlık eylemidir." (The Telegraph, 20 Mart 2005)
Ve bu provokasyon, işgal altındaki Irak'ta özgür seçim yapıldığını ilan edip işgal altındaki Lübnan'da özgür seçim olmayacağını ilan eden; BM'yi yok sayan ve onu aşağılayan Bolton'u BM'ye Baş Temsilci atayan; Kyoto'yu külliyen reddedip ardından kendisini "iklim" konusunda dünya lideri olarak sunan; Türkiye Büyükelçisi'nin TC Cumhurbaşkanı'na kimi ne zaman ziyaret etmeyeceğini bildirip sonra, "tabii siz bilirsiniz" diyen ABD yönetiminin, dünya insanlarının haysiyet ve zekâsına yönelttiği aşağılama ve hakaretler zincirinin son halkası.
Tabii, şimdilik. Yoksa, ön tarafta yer var... (ÖM/TK)