Tasarruflu ampuller, bez çantalar, ekolojik sabunlar, organik yemekler… Biz hayatlarımızı daha çevre dostu hale getirmeye çalışırken şirketler gezegeni özgürce kirletiyor. Martin Lukacs 2017’de The Guardian’da yayınlanan makalesinde neoliberalizm ve bireysel çabaya bırakılmış iklim politikaları arasındaki ilişkiyi inceliyor.
***
Birine yanan evi havlu sallayarak söndürmesini tavsiye eder misiniz? Veya silahlı bir çatışmaya bir sineklikle gelmesini? Buna rağmen iklim değişimi için verilen tavsiyeler krizin doğasıyla çok daha uyumsuz olabiliyor.
Geçen hafta gelen kutumdaki bir e-posta ofisimi daha ‘yeşil’ yapmam için 30 öneri sundu: tekrar kullanılabilen kalemler kullanın, açık renklerle dekore edin, asansör kullanmayı bırakın.
Eve döndüğümde, merdivenleri oflaya puflaya çıkıp, diğer seçenekleri de gerçekleştirebilirim: ampulleri değiştir, yerel sebzeler al, eko-cihazlar satın al, çatıya güneş paneli koy…
Hatta yayınlanan bir araştırma iklim değişimiyle mücadele etmek için en mükemmel yolu ortaya koydu: Çocuk yapmayın.
Kurumsal reklamlarda, okul kitaplarında ve özellikle ana akım çevre gruplarının kampanyalarında bireysel eylemlere yönelik bu yaygın tanıtımlar, soluduğumuz hava kadar doğal görünüyor. Ama daha kötüsüne hizmet ediyor olamazdık.
Emisyonların yüzde 71’inden 100 şirket sorumlu
Biz hayatlarımızı daha ‘yeşil’ yapmanın yolların aramakla meşgulken, fosil yakıt şirketleri bu çabaları anlamsız kılıyor. Peki ya 1988 yılından beri artan karbon emisyonları? Bu emisyonların yüzde 71’inden sadece 100 tane şirket sorumlu. Siz tekrar kullanılabilen kalemlerinizle ve panellerinizle azaltmaya çalışırken onlar gezegeni ateşe veriyor.
Şirketlerin kirletme özgürlüğüne karşın bireylere yüklenen sorumluluk tesadüf değil. Kolektif eylem olasılığına karşı, son 40 yıl boyunca süren ideolojik bir savaşın sonucu. Bir yandan da yıkıcı bir şekilde başarılı. Ancak bunu tersine çevirmek için çok geç değil.
Neoliberalizm ve yok olan halk iradesi
Thatcher ve Reagan tarafından zirveye çıkarılan neoliberalizm projesinin iki temel amacı vardı. Birincisi hesap sorulamaz özel gücün kullanımının önündeki bütün bariyerleri kaldırmak. İkincisi ise bu güç ile demokratik halk iradesinin kullanımını yönetmek ve engellemek.
Ticari markalara yönelik; özelleştirme, kuralsızlaştırma, vergi indirimleri ve serbest ticaret anlaşmaları gibi politikalar… Bütün bunlar şirketlerin büyük kârlar elde etmelerini sağladı ve şirketlere atmosfere atıklarını gönderebilecekleri bir lağım gibi muamele etme özgürlüğünü verdi. Bizim ise devlet aygıtları aracılığıyla toplu refahımızı planlama yetimizi baltaladılar.
Şirketlerin gücü üzerinde kurulmaya çalışan herhangi bir toplu kontrol mekanizması elitlerin hedefi haline geldi: lobicilik ve kurumsal bağışlar, demokrasinin içinin boşaltılması, yeşil politikaların önüne geçilmesi ve fosil yakıt desteklerinin sürdürülmesi, işçilerin iktidara sahip olmaları için en etkili araç olan sendikalar gibi derneklerin haklarının mümkün olduğunca azaltılması gibi.
İklim değişikliğinin eşi görülmemiş bir kolektif halk tepkisi gerektirdiği anda neoliberal ideoloji ön plana çıkıyor. Bu nedenle emisyonları hızlı bir şekilde azaltmak istiyorsak tüm serbest piyasa mantralarının üstesinden gelmemiz gerekecek. Demiryollarını, kamu hizmetlerini ve enerji şebekelerini kamu kontrolüne geri almak; şirketleri, fosil yakıtları ortadan kaldırmak için düzenlemeler yapmak ve vergileri iklime hazır altyapıya ve yenilenebilir enerjiye yapılan büyük yatırımların karşılığını vermek için kullanmak gibi. Böylece güneş panelleri, yalnızca karşılayabileceklerine değil, herkesin çatısına gidebilir.
Hepimiz Thatcher’ın çocuklarıyız
Neoliberalizm sadece bu gündemin politik olarak gerçekçi olmadığını garanti etmedi. Aynı zamanda kültürel olarak düşünülemez hale getirmeye çalıştı. Rekabetçi kişisel çıkar ve aşırı bireyciliğin kutlanması, şefkat ve dayanışmanın damgalanması kolektif bağlarımızı yıprattı. Margaret Thatcher'ın vaaz ettiği cümle, sinsi bir anti-sosyal toksin gibi yayıldı: “Toplum diye bir şey yoktur”.
Araştırmalar, bu çağda gelişen insanların gerçekten daha bireysel ve tüketici olduklarını gösteriyor. Kendimizi vatandaşlar yerine tüketiciler, karşılıklı bağımlılar yerine bağımsız bireyler olarak düşünmemizi söyleyen bir kültürde ilerliyoruz. Böyle bir durumda sistemsel bir sorunu bireysel mücadeleler ile çözmeye çalışmamız şaşırtıcı mı? Hepimiz Thatcher’ın çocuklarıyız.
Ekolojik çöküşün sorumluluğu da sizde
Neoliberalizmin öncesinde dahi kapitalist ekonomi insanları sömürücü bir sistemin yapısal sorunları olan yoksuzluk, işsizlik, sağlıksızlık, tatminsizlik gibi sorunların aslında bireysel eksikliklerden kaynaklandığına ikna etmeye çalışıyordu.
Neoliberalizm bu içselleştirilmiş suçu üstlendi ve tekrar doldurdu. Şu anda yalnızca iyi bir işi güvence altına alamamaktan, biriken borçlarınızdan veya yoğun iş programınız sebebiyle arkadaşlarınıza vakit ayıramamaktan sorumlu değilsiniz. Aynı zamanda ekolojik bir çöküşün yükünü taşımaktan da sorumlusunuz.
Bireyler gibi düşünmeyi bırakmalıyız
Tabii ki insanların daha az tüketmesine ve düşük karbonlu alternatifler (sürdürülebilir çiftliklerin inşası, pil depolarının icat edilmesi, sıfır atık yöntemlerini yaymak) geliştirmesine ihtiyacımız var. Ancak bireysel seçimler, ekonomik sistem sadece zengin ve aşırı kararlı insanlar için değil herkes için uygulanabilir çevresel seçenekler sağladığı zaman işe yarayacaktır.
Uygun fiyatlı toplu taşıma mevcut değilse, insanlar arabalarla gidip gelecek. Eğer yerel organik yiyecekler çok pahalıysa, süper market zincirlerinden vazgeçmezler. Ucuz seri üretilen mallar sürekli akarsa, onlar satın alacak, alacak ve alacak. Neoliberalizmin işi bu: iklim değişikliğini iktidar ve politikadan ziyade neyi nasıl yapmamızı söyleyen el kitaplarımızla ele almaya ikna etmek.
Eko-tüketicilik suçunuzu hafifletebilir. Ancak, iklim krizinin yörüngesini değiştirme gücüne yalnızca kitlesel hareketler sahip. Bu da bizden önce neoliberalizmin yarattığı büyüden kesin bir zihinsel mola vermemizi gerektiriyor: bireyler gibi düşünmeyi bırakmalıyız.
Kitlesel hareketlere dönüş
İyi haber şu ki, insanların bir araya gelme dürtüsü kaçınılmaz ve kolektif imgelem zaten politik bir geri dönüş yapıyor. İklim adaleti hareketi boru hatlarını engelliyor, trilyonlarca doların elden çıkarılmasını zorluyor ve dünyadaki şehirlerde yüzde 100 temiz enerji ekonomisine destek sağlıyor. Bu tür hareketlerin doğrultusunda siyasi partiler nihayet neoliberal dogmaya meydan okumaya hazır görünüyor.
Jeremy Corbyn’in İşçi Manifestosu iklim değişimini ele almak için şöyle bir alternatif öneriyor: ekonomiyi kamuya açık bir şekilde yeniden şekillendirelim ve şirket oligarşilerinin artık zincirlerini koparmamaları konusunda ısrar edelim. Zenginlerin bu dönüşümü finanse etmek için adil paylarını ödemeleri gerektiği düşüncesi, siyaset ve medya sınıfı tarafından gülünç kabul edildi. Milyonlar aynı fikirde değil. Uzun zamandır birbirinden kopuk duran toplum artık bir intikam duygusuyla geri dönüyor.
Bu yüzden biraz havuç yetiştirin ve bisiklete atlayın: sizi daha mutlu ve sağlıklı yapar. Ancak, kişisel olarak ne kadar ‘yeşil’ yaşadığımıza dair takıntı yapmayı bırakmanın ve toplu olarak kurumsal gücü almaya başlamanın zamanı geldi.
Çeviren: Elif Ünal