En az seçimler öncesi kriz ortamının yarattığı dayanılmaz yaşam koşulları kadar medyanın ve günümüzde iktidarların tartışılmaz en önemli yedeği olan iletişim ve propaganda tekniklerinin de 3 Kasım seçimlerinin sonuçlarını anlamada etkili olduğunu söylemek mümkün. Genç Partinin başarısını, sosyal psikolojinin sınırları içinde anlamaya çalışırken, medya kullanımı, iletişim ve propaganda tekniklerinin yanı sıra, seçmen davranışında son 20 yılda gerçekleşen, dolayısıyla hiç de 3 Kasım seçimlerine özgü bir yenilik olmayan değişimi de tanımak gerekiyor. Genç Partinin seyri eğlenceli, uzakta tutulabilir ve geçici bir sosyal olgu gibi gözükmediğini, 23 Şubatta I. Olağan Kongresindeki iyi kurgulanmış ve aşina olduğumuz en kabasından faşist bir ritüeli hayata geçirmesiyle bir kez daha gördük.
Oy davranışı ve sosyal psikoloji
Bir siyasi partiye kimlerin ve neden oy verdiğine ilişkin nedensel ilişkilere dayanan bir yorum, hep söylendiği gibi, bir bakıma bir ülkenin politik tarihini anlamak ve açıklamak iddiasını taşır. Bu nedenle söylenecek her şey, maddi temelleri ne kadar güçlü olursa olsun biraz sezgisel olmak zorunda. Çünkü, hiç bir siyasi parti sadece kendisiyle ilgili nedenlerden kaynaklanan bir bağlamda var olmuyor; politik kanaatler ve bir ölçüde bunun uzantısı olan oy verme davranışları neredeyse tüm siyasi eğilimlerin etkileşimleriyle oluşan bir sosyal bağlamda şekilleniyor.
Bir ölçüde, çünkü, sosyal psikolojik araştırmalar, politik tutumlarla oy verme davranışının her zaman aynı yönde olmayabildiğini gösteriyor. Özalizmin yükselişinde tanık olduğumuz üzere, bu ülkede pek çok solcu -hatta beyanlarına göre sosyalist-, demokrasinin belirleyici koşulunun pazar ekonomisine dayalı liberalizm olduğu düşüncesiyle, geçici olarak politik kanaatlerini yansıtmayan ANAPa oy vermişlerdi.
3 Kasım seçimlerinin gerek öncesinde gerek sonrasında, özellikle egemen medyada yapılan tartışmalarda neredeyse herkesin katıldığı ortak düşünce, seçmenin uzun süren zor yılların ardından bir tür tepki davranışıyla oy vereceği ya da verdiği yönündeydi. Bu bağlamda kullanılan tepki sözcüğü, genellikle bunu izleyen oy verme davranışının geçici olduğu, geçmişi ve sürekliliği olan kalıcı bir politik-ideolojik aidiyeti ifade etmediği anlamına geliyordu. Sanki, Genç Partiye oy verenler, ailelerine kızıp evden kaçan ergenler gibi kötü bir hayatın pençesinde bir süre hayalleri peşinde koşacak ve kızgınlıkları geçince de evlerine döneceklerdi.
İşin ilginci, bütün öğütlere ve hatta tehditlere rağmen çocukların evden bu kaçışını geçici sayan yorumların sahipleri sadece devletçi-seçkinci egemenler değildi. Sosyalist solda da, sınıfsal konumları itibarıyla bütün bu insanların esasen solun sesini duyurması gereken gruplar olduğuna ilişkin yorumlar yapıldı. Bu yorumlara göre, tek eksik, solda olmayan ama Uzanlarda olan medyaydı. Bütün bu nedenlerle Genç Partiye, belki söylemine, propaganda tekniklerine, kullanılan araçlara ve seçmeninin sosyal psikolojik yapısına biraz daha yakından bakmak gerekiyor
Uzanın ısınma hareketleri
Genç Partinin politik arenaya giriş süreci ve bunun hazırlıkları aslında seçimlerden çok öncesine dayanıyor. Türkiyenin pek çok bölgesinde ve farklı alanlarda faaliyetlerini sürdüren Uzan Ailesinin öteden beri en çok görünen yüzü olan Cem Uzanın siyasete atılacağının ilk belirtileri ortaya çıktığında, bu yönelime daha çok dokunulmazlığa duyulan ihtiyaç ve biraz da ilk yenilgiyle son bulacak geçici bir heves gözüyle bakılmıştı.
Oysa, Cem Uzan, sanırım hayatlarımızdan ve hafızalarımızdan kolay çıkmayacak ilk adımlarını, belki de popülerlik ve halkla ilişkiler alanında ilk eğitimini almak üzere, futbolla ilişkisi sırasında atmıştı. Daha sonra başlayan halk konserleri türünden partiyi haber veren etkinliklerde izlenen genel propaganda ve iletişim stratejileri, Genç Partinin ne tür bir hedef kitle amaçladığını ya da nasıl bir kitle inşa etmek arzusunda olduğunu gösteriyordu. Bu arada, Uzanların deprem sırasında bölgedeki yardım faaliyetlerini de atlamamak gerekiyor. Futbol taraftarları, popüler halk konserlerinin coşkulu izleyicileri ve tabii Uzan televizyonları ve gazetelerinin takipçileri, istikrarlı ve kendi içinde tutarlı ama ayırıcı hiç bir politik içeriğe sahip olmayan, hazza ve otoriter kafa tutmaya dayalı bir varolma biçiminin mesajlarıyla kuşatıldılar.
Faşist bir ritüelin hayata geçirilişi olarak Genç Parti
Bilindiği gibi, politik hedefler hakkında belirgin bir müphemlik faşizmin en belirgin karakteristiğidir. Adornonun sözleriyle, bu müphemlik, kısmen, onun esasen teorik olmayan doğasından, kısmen de taraftarları sonunda kandırılmış duruma düşeceklerinden, liderlerin sonradan caymaları gerekebilecek her hangi bir açık ve net programdan kaçınmaları gerektiği gerçeğinden ileri gelir. Genç Partinin seçim öncesi ve sonrası dönemde, programı, nutukları, kongre açılış konuşmaları ve hatta savaş karşıtı kampanyalarında kullanılan bütün metinlerinin ortak özelliği budur. Bunlar kafa tutan, isyankar, iyiler-kötüler, ak-kara karşıtlığının kurgulanmasına yönelik bir faşist retorikten ibarettirler ve hiç bir somut çözüm üretme niyeti taşımazlar.
Cem Uzanın 29 Eylül ile 20 Ekim arasında, İzmirden Fatsaya, Zonguldaktan Sivasa uzanan geniş bir coğrafyada 25 yerde yaptığı konuşmalar incelendiğinde, küçük bölgesel ayrıntılar dışında hepsinin birbirinin aynısı olduğu ve 110-130 cümleden ibaret bir metne dayandığı görülür. Konuşmalarda, ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili herkesin bildiği bir tespitle başlanmakta, hepimizin aynı gemi de olduğu vurgulanmaktadır. Bu tespitin ardından, yabancılar bu durumun müsebbibi olarak ifşa edilir: Kim yaptı bütün bunları biliyor musunuz? Yabancılar. Kime yaptırıyorlar biliyor musunuz? IMFye. Türkiyenin öyle zenginlikleri var ki dünyayı kıskandırıyor. Yabancılar da işte bundan korkuyorlar, onlara her alanda ortak olmamızdan, bir dünya gücü olmamızdan korkuyorlar. Türkiye, işgal altındadır. Fransız, İngiliz çiftçisinin işleri tıkırında, ya Türk çiftçisinin?
Konuşmaların ikinci bölümü, sorumsuz, yetersiz, korkak, maşa, soyguncu, vurguncu, basiretsiz, beceriksiz, yüreksiz vb. hükümet üzerine kurgulanmıştır. Final, Genç Partinin farkı ve vaatler üzerinedir: Öbür partilere benzemeyen, halkın, tarımın, hayvancılığın bekçisi, Allah korkusu olan, milletin ekmeğiyle oynamayan, halkı adam yerine koyan... bir anlayışın partisi. Ama ortada bir anlayış yoktur aslında. Ne yabancıların düşmanlığının, sorumsuz, korkak, basiretsiz hükümetin başarısızlık ve satılmışlığının nedenleri üzerinde durulur; ne herhangi bir siyasi proje eleştirisi yapılır; ne de Genç Partinin izleyeceği programın siyasi farkı üzerine tek bir ideolojik söz edilir.
4 yılda üniversite sayısının dörde katlanacağı, işsizlik sigortasına başlanacağı, temel yaşam maddelerinde -bu söz bana ait, GP gıda demekle yetiniyor, fazlası faşist retoriğe ağır gelir- KDVnin sıfıra indirileceği, ilköğretimde ders kitaplarının bedavaya verileceği vaat edilir. Ne kısacık ve sade parti programında ne de propaganda konuşmalarında, nasıl sorusuna yanıt olabilecek bir siyasi projeye rastlanır. Belki sır, çok kullanılan Devletin güç ve yetkisini aldığımızda, bakın bakalım Türkiyede işsizlik mi kalıyor, geçim sıkıntısı mı? tümcesinde ve Cem Uzanın, merhaba arkadaşlar, nasılsınız, iyi misiniz? diye başlayan ve milletin menfaatlerine uygun olmayan her şeyi buldozer gibi ezip geçeceklerini şehvetle tekrar tekrar söylediği açılış konuşmasında saklı. (*)
Cem Uzan, bitmek tükenmek bilmeyen bir tekrarla, bu ülkenin namuslu, gururlu ve çalışkan insanlarına, bütün bunlar için tek garanti olarak namusu ve şerefi üzerine yemin eder ve izleyicilerini Allaha emanet eder. Her şeyi ancak Allaha havale ettiğinde kendisini rahat hissedilebilecek kadar çaresizleştirilmiş, yoksullaştırılmış ve dünya üzerinde hiç kontrolü olmadığına deneye deneye kanaat getirmiş bir halka söylenebilecek en inandırıcı söz budur belki. Sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partinin bile, dini motifleri bu denli kullandığı bir seçim sürecinde GP için bu normal karşılanmalı. Adornonun, faşist propaganda analizini özetleyerek devam edersek, tüm faşist demagoglar, sonuçların yerine araçları ikame ederler.
Tüm ağırlık araçların yüceltilmesine verildiğinden, propaganda kendiliğinden nihai içerik haline gelir. Faşist propaganda, gerçek hasımlardan çok umacılara saldırır. Yani, bir Musevi veya komünist imajı inşa eder ve bu imajın gerçeklikle ne kadar ilgili olduğuna aldırmadan onu param parça eder. Söylediğinin bir iç mantığı yoktur, kullandığı söylem daha çok, -özellikle hatiplik gösterilerinde- örgütlenmiş bir fikirler uçuşmasıdır. Sonuç çıkarmalar ve imalar, mantık olarak tamamen ilişkisiz iki önermede aynı karakteristik sözcüğün tekrar tekrar kullanılmasına dayalı sade ve basit bağlantılarla art arda dizilir. Bu yöntem sadece fikirlerin rasyonel olarak sınanabilir olmasını bertaraf etmekle kalmaz ayrıca onları dinleyiciler için psikolojik olarak daha kolay algılanabilir hale getirir.
Faşist propaganda akıldışı mı?
Adornoya göre, bütün bu özelliklerine rağmen, faşist propagandanın tamamen akıldışı olduğu söylenemez. İrrasyonellik terimi, böyle karmaşık bir psikolojik fenomeni yeterince betimlemek için fazla müphemdir. Çünkü çok açıktır ki, bütün bükülmüş mantığı ve fantastik tahrifatlarıyla faşist propaganda, bilinçli bir şekilde planlı ve örgütlüdür. Eğer bir tür akıldışılıktan söz edilecekse, bu kendiliğinden oluşmaz, bir tür psiko-teknik olarak günümüz kitle kültürünün hesaplanmış bariz etkisinde kendisini gösterir.
Tam bu noktada, GPnin planlı macerasında medya desteğinin, özellikle Star televizyonu ve gazetesinin rolü üzerinde durulabilir. Starın, belki de en kolay tüketilen içerik anlayışıyla yayın yapan televizyon kanalı olması ve Uzanın maceralarını bir Brezilya dizisi tadında yayınlamasının yanı sıra, Star Gazetesinin, -sanırım- ücretsiz dağıtım yoluyla neredeyse tüm kahvehanelere girmesi ve küçük esnaf tarafından karşılıksız bakılabilir olmasının da bu süreçte büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.
GPnin söylemini, neredeyse bütün merkez partilerde varolan otoriter ve normatif yapıdan ayıran ve onu popüler milliyetçi olmaktan çok faşist bir söyleme dönüştüren asıl öğe belki de, partinin sahneye çıktığı ilk andan başlayarak sürdürdüğü ritüelin yapısıdır.
Tek-kişilik ve histerik bir aktörün daima merkezde olduğu bu gösteri, arka planında, Adornonun deyişiyle, olası izleyicilerin kalın kafalılığına ve liderin kendi gerçekliğine benzeyen bir zihniyetin barındığı, coşku, haz ve öfkeye dayalı pornografik bir intikam oyunu olarak planlanmıştır. Onun 1950lerin Amerikası için yaptığı değerlendirmeyle devam edersek: Toplumumuzda hüküm süren koşullar, nevrozu ve hatta ılımlı deliliği, kolayca satılabilen bir metaya dönüştürmektedir. Faşist ajitatörlerin kendi psikolojik kusurlarını ustalıkla satabilmeleri, takipçileriyle lider arasındaki yapısal benzerlik nedeniyle mümkün olabilir... Faşist ajitatörler ciddiye alınır, çünkü kendilerini aptal yerine koyma riskini göze alırlar...
GPnin, bayiler toplantısını andıran I. Olağan Kongresi, dikkatle izlendiğinde, bu ritüelin doruğuna ulaştığı görülür: Tek adam, üç renk (siyah-beyaz-kırmızı), bütün salon koyu renkler giyinmişken açık renk giyinerek ayrılan karısı Alara, rastlantı sayılması pek inandırıcı olmayacak ölçüde neredeyse tek tip delege giysileri, sonsuz bir disiplin ve düzen... GPnin neyle övündüğünün ve heyecanlandığının ve bu rituelin ayrıntıları için 24 Şubat tarihli Star Gazetesi bakılabilir.
Genç Partinin seçmeni ne kadar kalıcı?
GPye oy verenlerin kimler olduğu sorusuna, 3 Kasım seçimleri öncesinde ve daha önceki genel seçimlerde yapılan kamuoyu araştırmalarının sonuçlarından hareketle çeşitli yanıtlar verildi. Bu değerlendirmeler genel olarak GPye oy verenlerin DSP, MHP DYP ve ANAPa oy vermiş kişiler olduğuna işaret ediyor. GP seçmeninin nereden, hangi toplumsal sınıflardan ve politik aidiyet ilişkilerinden geldiği, çok sözü edilen tepkinin GP seçmenlerinde neye yönelik olduğunu anlamak ve bu insanların bundan böyle nereye gidebileceği hakkında spekülasyon yapabilmek bakımından önem taşıyor.
İzmirde sürdürdüğüm -İzmir, GPnin en yüksek oy aldığı illerden biri- henüz tamamlanmamış bir araştırmanın sonuçlarına göre, son genel seçimde GPye oy verdiğini söyleyenlerin yüzde 41i, 1999 yerel seçimlerinde, yüzde 39u ise yine 1999 genel seçimlerinde DSPye oy verdiğini belirtiyor. Eski genel ve yerel seçimlerde MHPye oy verdiğini söyleyenlerin oranı ise, sarısıyla sadece yüzde 4.6 ve yüzde 2.9. GPye oy verenlerin, eski genel ve yerel seçimlerde DSPden sonra en çok oy verdikleri parti, yüzde 14,4le ANAP. Yarın seçim olsa kime oy verirdiniz?sorusuna ise, GPye oy verenlerin sadece yüzde 19u yine GP olarak cevap veriyor.
Araştırma sonuçlarının bence en ilginç yanı, diğer partilerin oranlarının neredeyse bütünüyle son seçim rakamlarıyla örtüştüğü bir örneklemde, GPnin oranının oldukça düşük, buna karşılık oy verilen partinin hatırlanması söz konusu olduğunda oranının yüksek çıkması.
İzmirde, GPye oy verdiklerini en yüksek oranda beyan eden insanların yaşadıkları semtler; Buca, Zeytinlik, Altındağ, Çamdibi ve Konak ilçesinin göreceli olarak periferik bölgeleri, orta sınıfın alt kesimlerini barındıran yerleşik, ilk kuşak gecekondular. Aileleri göçle İzmire yerleşmiş, çoğunluğu (yüzde 73) İzmir ve Ege Bölgesi doğumlu. Cinsiyet açısından dağılımı ise, birbirine yakın: Kadın (yüzde 53). erkek (yüzde 46). Ama dikkat çekici sonuçlardan biri, GPnin kadın seçmenlerinin yaklaşık yüzde 40nın ev kadınlarından oluşmasıdır. Bunların yüzde 71i evli. Yaş açısından bakıldığında normal bir dağılım söz konusu. En azından İzmir için, çok söylendiği gibi, GP çoğunlukla gençlerin ve kadınların oy verdiği bir parti değil, belki ailecek oy verilen bir parti.
GP seçmenin yüzde 80inin aylık geliri 600 milyonun altında, bunlardan yüzde 38inin 300 milyondan az; eğitim düzeyi bakımından yüzde 56sı ilkokul, yüzde 17si ortaokul ve yüzde 25i lise mezunu; yüzde 7.5u usta, kalfa-vasıflı işçi, yüzde 6sı esnaf, zanaatkar, dükkan sahibi, yüzde 38.5u ev kadını ve sadece yüzde 6sı vasıfsız işçi.
Araştırma sonuçları ve araştırma sırasındaki gözlemler, GPnin seçmeninin zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyi olmayan insanlardan oluşmadığını gösteriyor. Eğer bu grup için bir kayıptan söz edilecekse, o da daha çok, önceleri bulduğu ya da bir şekilde edindiği mülkiyet ve ikbali son yıllarda ağırlaşan koşullarla birlikte yitirmesidir. Son yirmi yılda körüklenen bireysel kurtuluş ve bu yolla pastadan pay alma hayallerinin sistemin ilk derin sarsılışında sönmesiyle birlikte, giderek lümpenleşen -ama hiç bir türünden proletarya olmayan-, her an başka ama hemen şimdi vaat edilen bir ikbal hayalinin peşinden gidebilecek insanlardan söz edebiliriz.
Muhtemelen seçim öncesi dönemde Uzan TVsi Kanal 6da yayımlanan ve Starda tıpkı Cem Uzanın retoriği gibi histerik bir ritüel biçiminde sunulan BBG evinin son kahramanı Delikanlı Uğur ve halefi Delikanlı Şebnemin taraftarları... Belki de, BBG evinden çıktıktan sonra delikanlılığın para getirmediğini fark ettiğinde, Şebnemin Aktüele erotik pozlar vermesi gibi, GP seçmeninin de bundan sonra ne yapacağı, iktidarla ilişkisine ve en yakın ikbalin nerede olduğuna ilişkin varsayımlarına bağlı olacaktır.
_______________________________________
*Cem Uzanın seçimlerden önce yaptığı konuşmaların analizleri bir dersin alan ödevi olarak öğrencim Ömer Erdoğan tarafından yapılmıştır. Ona ve bu konudaki görüşlerini benimle paylaşan bütün öğrencilerime çok teşekkür ederim.
Adornonun bu yazıda alıntılanan görüşleri, 1950lerde Amerikan radyolarında yayınlanan bir programıyla metinleri analiz ettiği yazılarından alınmıştır.