Kılıcınla yaşayacak / kardeşine hizmet edeceksin. / Kardeşin özgür olmak isteyince de / o’nun boyunduruğunu / kırıp atacaksın.”
Tiyatro oyunlarını sahnede izlemek, hele oyun, izleyeni sarıyorsa mükemmeldir. Aynı duygu tiyatro oyununun metnini okumak için benim cephemden çok da geçerli değil.
Bunun ayrımına yıllar evvel varmıştım. Yine bir Cuma Boynukara oyunuydu, “Muhtaro”yu okumuştum. Sonra, yıllar sonra Dario Fo’nun “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”nü de okumuştum. Epey bir zaman aralığından sonra yakın günlerde Mitos Boyut da çıkan Boynukara’nın “Yoksun”* oyununu okudum. İtiraf edeyim ki oyun metinlerini okumaya önyargılı olmama rağmen “bir solukta okundu” demek abartı olmaz. Belki de kitap bana ulaşmadan Yoksun hakkında basında okuduğum kimi olumlu yazılar da tetikleyici oldu. İyi ki de oldu…
Yoksun, açlıktan ölmek üzere olan Sudanlı bir kız çocuğu ve tepesinde çocuğun ölmesini bekleyen akbabayı aynı karede yakalayan fotoğrafı çeken ve ardından Pulitzer Ödülü de kazanan Kevin Carter’in hikâyesini anlatıyor. Basının da bilgisinde olan malum fotoğraf yıllar sonra Afrika’nın kanayan yarasının, acısının, ıstırabının simge fotoğrafı olmuş.
Sadece fotoğrafı çekip “yardım görevlisi olmadığını, işini yaptığını” söyleyerek savunusunu bu kurgu üzerine kuran Kevin Carter’in trajedisinin başlangıcının fotoğrafına dönüşen hikâyesi değil, benzer bütün yaşanmışlıklara da örnek oluşturacak bir fotoğraf okumanın da metni olmuş, Yoksun!
Yazılı ve görsel sanatların içinde en çıplak olanı, fotoğraftır. Ve tabii ki fotoğrafın da insana dair trajediyi yansıtanıdır elbette fotoğrafı görünür kılan. Mesela Ramazan Öztürk’ün Halepçe katliamını anlatan kucağında çocuğu ile hardal gazından ölenlerin fotoğrafı “Sessiz Tanık”. Ya da Vietnamlının kafasına kurşun sıkılmadan önceki son anının fotoğrafı. Veya Cizre’de sıcak savaş yıllarında gazeteci İzzet Kezer’in ölüm anının fotoğrafı. Elbette bu ve benzer kareleri saymak, çoğaltmak mümkün…
Ama itiraf edeyim ki; hep düşünürüm. Dramın, trajedinin, acının fotoğrafına sürekli takılı kalmak, baka kalmak, gözünü alamamak kime ne sağlar. İnsan teki genellikle acıyla yüzleşmek istemez. Acıyla yüzleşmenin yerine, unutmayı yeğ tutar. Yaşanan anı belgeleyen fotoğrafa, her bakıldığında sanki o an yeniden yaşanıyormuş / yaşanacakmış gibi bir ruh hâline sebep olu(nu)r.
İşte bu sebeple acı fotoğrafları hep yaralayıcıdır. Boynukara’nın kutsal kitapların diliyle vurguladığı gibi; yaratıkların yarattığı doğal olmayan ölümlerde / öldürmelerde tanrıyla yüzleşmenin, tanrıyla hesaplaşmanın görsel tezahürüdür fotoğraf. İşte Kevin Carter’in Afrikalı aç ve ölüme an kala akbaba ile aynı kareyi paylaşmasının fotoğrafı ve o fotoğraftan yola çıkılarak ortaya çıkarılan oyun metni Yoksun da buna delalet ediyor.
Yoksun, insaniyet hâllerimizle yüzleşmenin oyunu olacak bir oyun metni olmuş. Salt, açlığın yaşadığımız coğrafyanın epeyce uzaklarına düşen bir dünya düzlemindeki yarasına işaret eden bir metin değil elbette Yoksun! Daha öte bir içsel okumaya da muktedir bir oyun metni, hikâyesidir Boynukara’nın Yoksun’u. Asıl, içimizdeki yoksunluklara işaret eden bir aydın okumasının da metnidir. Bölge coğrafyası, şiddeti, hâla içsel yüzleşmenin teatral tragedyası gibi dünya âlemin gözleri önünde yaşamaya devam ediyor. İnsaniyet sınıfta kalıyor yaşananların görsel çıplaklığı adına…
Giriyorsunuz bir gazete bürosuna, duvarda kurşunla düşen bir gazetecinin öldürülme anının fotoğrafı. Her an yüzleşiyorsunuz. Bir başka büroda öldürülmüş bir gerillanın ayaklarından tanka iple bağlanıp sürüklenen fotoğrafı. Bunlar salt bir görüntüyse, hayata, yaşananlara dair birer görüntüyse, yeniden ve tekrar yaşanacak muadilleriyle birlikte birer görüntü karesi olarak süregidecekse, o zaman dünya neyi konuşacak ki!
Cuma Boynukara, Diyarbakır’dan çıkan bir sanat insanı olarak evrenselin perspektifinden yerele mercek tutarak kendi içimize dönüşün hesaplaşmasını / yüzleşmesini, Yoksun’u tiyatro dünyasına kazandırarak iyi yapmış. Sanırım fotoğraf karelerine bundan böyle daha dikkatli bakmak gerek; çünkü orda bir insanlık ölüyor ve insansak eğer, insanlığımıza verilebilecek en büyük armağan; günahlarımızdan arınmak olacak…(ŞD/EÜ)
* Cuma Boynukara, Yoksun, Mitos Boyut, 2008, İstanbul.