*Görsel Betimleme: Kurumuş ve çatlak bir zeminde yer alan bir manzara görülüyor. Ortam loş ve dramatik bir şekilde aydınlatılmış. Sol tarafta, kayalık bir zeminde oturan bir adam silueti, olta tutarken resmedilmiş. Sağ tarafta ise yine bir siluet halinde bir kişi, kurumuş zemin üzerinde duran bir kayıkta oturuyor ve elinde olta var.. Arka planda dağlık bir manzara var. Ayrıca, uzakta bir siluet daha, omzunda büyük bir nesne taşırken görülüyor.
Pandemiyle birlikte değişenlerden biri de, distopyaya olan merakımız oldu. Tüm dünyayı kapsayan ve distopik eserlerdeki kadar olmasa da insanlığı topluca korkuya sürükleyen bir dönemin gerçek hayat provasını yapınca, bu türdeki eserler filmlerde, dizilerde, edebiyatta daha az görünür oldu. Fragmanını yaşadığımız olayın ilerisini görmek istemedik mi acaba? Ya da toplu histeriye kapıldığımızda başımıza neler gelebileceğini bilmek istemedik belki de.
10-15 yıl önce art arda çekilen ve “geleceğin dünyasını” anlatan karanlık seriler, tahtını psikolojik gerilimlere ve polisiyeye bırakmış gibi görünüyor.
Ancak iklim değişikliği, artan savaşlar, ekonomik krizler ve tabii başımıza ne çoraplar öreceği belirsiz “yapay zeka” bizi istesek de istemesek de gerçeklerle yüzleştirebilir.
Bu yüzleşmeyi, kurgu değil gerçekler yoluyla yapan eserlerden biri olan “I. Açlık Savaşı”nda Mine Ataman, dünyanın yok olmak üzere olduğuna dair uyarıda bulunuyor.
“İnsanlık yok mu oluyor?”
Mine Ataman, insanlığın gidişatına dair kitabında, en korkulanı, iklim krizinin milyarları nasıl açlığa sürüklediğini anlatıyor.
Kitapta, “İnsanlık yok mu oluyor?”, “Tarımın miadı doldu mu?”, “Metaverse karın doyurur mu?” gibi sorulara yanıt aranıyor.
Dünya Gazetesi ve Tarımdan Haber’deki tarım ve uygarlık konularında yazdığı yazılar ve televizyon programlarıyla da beslenme kültürünü tartışan Ataman “1. Açlık Savaşı”nda, “uygarlık sandalının batacağını” iddia ediyor.
Kitap, gezegenin varoluşundan günümüze iklimin tarıma, tarımın uygarlığa etkilerini anlatırken, insanın yok oluşunun da varoluşunun da yine insanlığın elinde olduğunu söylüyor.
Gıda kırılganlığı yoksul ülkelerde daha fazla
Elma Yayınevi etiketiyle çıkan kitapta, şehirlerin gıda kırılganlığına dair araştırmanın sonuçlarından da bahsediliyor. Uzmanlar, 10 yıl boyunca kuraklık, sel, kasırga gibi felaketlerin 284 şehirdeki olası etkilerini ve gıda dayanıklılığını araştırmış: Nature dergisindeki makaleye göre, biyoçeşitlilik temelli bir modelde, yiyecek tedariğini farklı coğrafyalardan yapan şehirler tüm kategorilerde diğerlerine göre yüzde 25 daha dayanıklı. Ataman, İstanbul, Ankara gibi şehirlerin kırılganlığının yüksek olduğunu söylüyor: Bursa’nın, Mersin’in ise keyfi yerinde...
Araştırmanın vardığı sonuç sürpriz değil: Yoksul ve gelişmekte olan ülkelerde gıda kırılganlığı daha fazla…
“El ele, zenginlik içinde çökeceğiz”
Yıkılan uygarlıkları inceleyerek toplumların iklim değişimlerini nasıl yönettiğini görebileceğimizi söyleyen Ataman, uygarlıkların çöküşünde iklimin etkisini de tartışıyor.
Ardından da soruyor, çöküş kaçınılmaz mı, yoksa hâlâ bir şansımız var mı:
“Yapılan araştırmalar geçmişten günümüze yıkımların; gelir eşitsizliği, salgın, iklim değişikliği, kıtlık gibi temel sorunlardan kaynaklandığını gösteriyor. Söz konusu bu sorunların bizim de sonumuzu getirip getirmeyeceği yapılan simülasyonlarla ortaya konuluyor.
Bir bütün olarak ülke ekonomileri ‘yeni ekonomi coğrafyasına’ hazır mı? Yoksulluğun coğrafyası giderek genişliyor. Kıyamete karşı en mukavemetli olanlar kuzey ülkeleri, çoğu zengin…
Atalarımız çöktüğünde çöküşler bölgeseldi, birinin çöküşü başkalarının yükselmesi anlamına geliyordu. 21. yüzyılın çöküşü, çok azımızı hayatta bırakacağa benziyor. Bizi birbirimize bağlayan ekonomik bağlar, çöküşte de birlikte olduğumuzu gösteriyor. El ele, zenginlik içinde çökeceğiz.”
Karnı aç insan neler yapar?
Kitapta eyleme traktörleriyle çıkan çiftçilerin taleplerine de yer ayrılmış. Traktörlerin boşuna sahneye çıkmadığını söyleyen Ataman, çiftlik sayısının azaldığını, tarımın dünya istihdamında giderek daha az yer kapladığını yazıyor:
“Son 20 yılda Avrupa’da 5,3 milyon çiftçi işini kaybetti. 475 milyondan fazla çiftlik 2 hektardan daha düşük arazide üretim yapıyor. Küresel tarım istihdamı 1,23 milyar. Afrika’da istihdamın yüzde 62’si, Asya’da yüzde 40’ı, ABD’de yüzde 3’ü ve Türkiye’de yüzde 15,8’den fazlası tarımdan geliyor. AB’de istihdamdaki payı yüzde 8’lerde. Karın doyurmaktan çok göz doyuran tarım, yoksulların ayaklanmasını durduran yegâne araç. Karnı aç insan topluluklarının neler yapacağı tarih sahnelerinde dolu.”
Kitapta insanlığın geleceği adına yapılması gerekenler ve “komplo teorisi” diye adlandırılan ancak çok farklı kesimlerden destek gören fikirler ve olası bir kıtlığın dünyada yaratacağı değişimler de tartışılıyor.
Önermeler distopya değil, gerçek. Bu sebeple de daha korkutucu.
“I. Açlık Savaşı”, Mine Ataman, Elma Yayınevi, 2024, 245 sf.
(AS/AÖ)