Anadolu’nun kıraç topraklarında bir misyoner dolaşıyor bugünlerde. Kaşları alınmış, kulakları küpeli, başında kırmızı tülbent altında eflatun şalvar... “Sakallı bir kadın” ya da “kadınsı bir erkek”…
Hürriyet gazetesinin kuruluşunun ve BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin 60. yıldönümleri nedeniyle, Hürriyet Gazetesi ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) tarafından organize edilen proje kapsamında, 1 Temmuz günü Kars’tan yola çıkan "Hürriyet Hakkımızdır, Tren Özgürlüktür" treninde Uluslararası Af Örgütü’nün (UAÖ) ekibindeyim.
İnsan hakları farkındalığını artırmayı amaçlayan bu trende yolculuk eden herkes kendine bir misyon çizmiş. Herkes kafasındaki farkındalığı anlatmakta yeni yeni yüzlere. Kimi fotoğraf çekmekte, kimi oyununu sergilemekte kimi de yaylılarla muhabbet etmekte. Benim ekibim de çocuklarla atölye çalışmaları yürütmek ve insan hakları alanındaki çalışmaları tanıtmak, anlatmak için bu trende.
Eski kara trenlerin havalı düdükleri kadar etkileyici olmasa da dizel lokomotifimizin düdük sesi ile çıktık yola. Önümüzde kilometrelerce yol, milyonlarca insan vardı. Hepimizin ortak düşüncesi sanırım bu hayallerdi. Tabi ekstradan hayaller de vardı kafalarda.
Mesela Mimar Sinan Fotoğraf Bölümü öğrencilerinin hayali sanırım en iyi fotoğrafı çekmek, ya da çekilmemişi bulmaktı bu kıraç topraklarda. Akbank Sanat Topluluğu’nun hayali belki hayatında hiç tiyatro görmemiş çocuklara ulaşmaktı. Bunları tam olarak bilemem, ama benim amacım Anadolu’ya “ ibne” neymiş onu göstermekti. Dünyadaki uzaylı gibi kendini yalnız hissedenlerin elini tutmaktı.
İlk durağım: Amasya
Trenin dördüncü günü katılacağım için otobüsle Amasya’ya gittim. Trene yerleşir yerleşmez işe koyulmuştum. Yanımda getirdiğim eflatun şalvarımı giyip restoran vagonuna girdim. Boş bir yere oturup mümkün olduğunca ince bir sesle “garson beeey bana bir kahve getirebilir misiniz” diye seslendim. Herkes bir anda sustu ve çaktırmadan bana baktı.
Oldukça şaşırmışa benziyorlardı. Ama ne de olsa burası bir insan hakları treniydi, önyargılı olamazlardı (daha sonra bu düşüncemden caydım). Kampanya koordinatörümüz yanıma geldi ve “Sanırım sen Evren sin” dedi. Konuştuk ve iş paylaşımını yaptık. Hemen ardından çalışmalara başladık.
Garda ne kadar çocuk varsa hepsini toplamaya başladık. Ailelerin çocuklarını bana emanet etmediğini görünce bu işi başka birine devrettik. Ben de boşluktan istifade yanımda taşıdığım “Eşcinselim, Aranızdayım” yazılı çıkartmaları sağa sola yapıştırdım. Amasya’nın yarısı artık bu çıkartmalarla süslü.
2. Gün Samsun
Ertesi sabah Samsun’da olacaktık. Gece yola çıktık yeniden. Yol uzun boş boş geçmez, yemek vagonunda eğlence olduğunu duyunca hemen koştum. Trendeki 80 kişi de oradaydı. Fasıl başladı, tanımadan aynı masaya düştüğümüz insanlara toplumsal cinsiyet, lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüel (LGBTT) hareketi, zorunlu seks işçiliği üzerine bilgi vermeye başladım.
Bir kısmı gayet olumlu bir şekilde dinlerken diğer bir kısım benden uzaklaşıyordu. Özellikle de Hürriyet gazetesi çalışanları ve demir yolu görevlileri oldukça kalıpçı davranıyorlardı bana karşı. “İnsan Hakları Treni”nde böyle şeylerle karşılaşmak çok tuhaftı benim gözümde... Daha sonra yaşayacaklarımı bilseydim bu tepkilerin ne kadar da küçük olduğunu da bilirdim tabi.
"abila"
Samsun’da büyük bir çocuk kafilesi karşıladı bizi. Hemen eğitime başladık. Bir fısıltı geziyordu çocukların arasında “Bülent Ersoy gibi” diyorlardı bana bakıp. En sonunda biri cesaretini toplayıp cinsiyetimi sordu. Bende “benim cinsiyetim yok, ya da her iki cinsiyete aitim, bunu kendim belirleyebilirim” diye cevap verdim.
Çocuk zekası hemen buna da bir çözüm buldu ve bana ‘Abi’ ile ‘Abla’nın birleşimi olan ‘ABİLA’ demeyi yerinde buldular. Eğitim bitince standa geçtiğimde beni büyük bir “lubunya” grubu bekliyordu.
Hemen muhabbete koyulduk, buraya nasıl geldiğimi, akademik olarak eşcinselliğin, trenseksüelitenin ne demek olduğunu, yalnız olmadıklarını anlattım onlara. Güzel haberler almış olmanın mutluluğu içinde el salladılar yola çıkan trenimize.
3. gün: Malatya
Uzun bir yoldan sonra kayısının memleketi, bir zamanların büyük Ermeni şehri Malatya’ya varmıştık. Yol bir harikaydı doğrusu. Samsun’dan çıkarken orta Karadeniz’in muhteşem ormanlarından süzülerek, şelaleleri seyrederek gelmiştik bu şehre. Beni ve arkadaşlarımı İnsan Hakları Derneği’nden (İHD), Eğitimsen ve UAÖ’den arkadaşlar karşıladı terminalde. Şöyle bir şehir turuna çıktık hemen. Oldukça muhafazakar bir şehir olduğu esen yelinden, tozan tozundan belliydi.
Semine adlı arkadaşımın da yardımı ile bütün şehri mümkün olduğu kadarıyla çıkartmalarla süsledik. Akşam olup da trene döndüğümüzde çıkartma çalışmalarım hala devam ediyordu. Tren garına da birkaç tane yapıştırdım hemen. Ve trene girdim.
Trende onu istemiyoruz
Çıkartma çalışmalarımı TCDD çalışanları görmüş ve hemen ne diye bakmışlar. “Eşcinselim Aranızdayım” yazısı gözlerine çarpınca da hemen koşup Hürriyet gazetesi yetkililerine söylemişler. En acelesinden bir kurul toplanmış ve bu “tehlikeli mesele” acil gündeme alınmış. Grup koordinatörümüz yatağından kaldırılıp hemen hesap sormuşlar. Çıkan sonuç “Biz böyle birini aramızda istemiyoruz” olmuş.
Ertesi gün koordinatörümüz yanıma gelip utana sıkıla bu durumu anlattı. “Ama asla gitmeyeceksin” diye de ekleme yaptı. Evet, gitmek bana yakışmazdı, durup ağızlarının payını vermem gerekiyordu.
Tabi ki hemen olmazdı bu, biraz zaman lazımdı; o da fazlasıyla vardı önümüzde. Yemek vagonun da kimse oturmuyordu artık yanıma. Küçük bir böceğe bakarmış gibiydi bakışları.
Bulaşıcı bir hastalığa tutulmuş gibi hissediyordum kendimi ama asla dışımdan belli etmiyordum bu baskının beni etkilediğini. Çok moralim bozulduğunda yastığıma kapanıp ağlamaktan öteye gitmiyordum.
Belli etmiyordum asla beni üzdüklerini, çünkü bu onlar için zafer olurdu biliyordum. Neyse ki trende herkes homofobik değildi. Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğrafçılık Bölümü öğrencileri olayı duyunca odama gelip beni desteklediklerini söylediler. Bu bile bir milattı bence.
4. gün: Elazığ
Sıcak bir çalışma gününden ve çocukların cinsiyet sorularının ardından belediye tarafından bir tura çıkarıldık. Otobüste benim yanım boştu ama iki kişi de ayakta bekliyordu. Harput, Keban gölü, çırçır şelaleleri derken birkaç konuşan oldu gezinin sonuna doğru.
Sadece birkaç kişi... Sabahın ilk ışıkları ile yola çıktık ama bu sefer yalnız değildik, trenimizde onlarca asker, üstümüzde de iki helikopter vardı.
O meşhur terörle mücadele bölgesinden geçip Muş a gidecektik. Tren yolu boşaltılmış köylerden, ıssız tarlalardan, binlerce kez bombalanmış arazilerden geçtikçe tüylerimiz ürperiyordu.
5. Gün: Muş
Ve sonunda Muş’a vardık. Hemen eğitim vermeye başladık. Buradaki sorular daha ilkel kalıyordu diğer illere göre. “Abi sizin pantolonunuz yok mu, neden bu kısa şeyi giyiyorsunuz” gibi.
Birkaç kişi geldi gitti burada da yanıma. Ama öyle kolay açılan tayfadan değildiler. Hiç birisi konuşmadı sadece baktı ve gitti. Ama gitmelerinde bile bir umut vardı. En azından yalnız olmadıklarını anlamışlardı.
6. Gün: Tatvan
Sabah erken saatte yine helikopterler eşliğinde Tatvan’a doğru yola çıktık. Vardığımızda bizi büyük bir şenlik bekliyordu. Davul zurna çalıyor, halaylar çekiliyordu.
Hemen aşağı inip halaya dahil oldum. Bu kez eğitim vereceğim grup erkek lisesi son sınıf öğrencileri idi. Daha ben ağzımı açmadan kendiliğinden konuşma toplumsal cinsiyete kadar geldi. Kadın – erkek rollerinin toplum tarafından öğretildiğini kendi ağızları ile söylediler. Ben de LGBTT üzerine birkaç eklenti yaptım tabi.
İşimiz burada da bittikten sonra belediye tarafından Nemrut Dağı turuna çıkartıldık. O enfes manzarayı anlatmaya ne dilim yeter ne de yazmaya klavyem. O göller, o çiçekler, o kuşlar gerçekten muhteşemdi.
Krater gölüne girerken biraz daha kaynaştık sanırım. Hatta “toplu girelim efendim” deyip ortaya atladığımda büyük bir kahkaha bile koptu. Birlikte fotoğraflar çektirdik güldük eğlendik. Van Gölü’nde de şöyle bir tur attıktan sonra tekrar trendeydik.
Bu sefer yolumuz hayli uzun. Diyarbakır’a gidiyorduk. Yol boyunca tabu oynadık, eğlendik, bileklik isteyenlere bileklik ördüm hediye ettim. Tabi her gurup bana karşı sıcak değildi.
Ama en azından bir kısmı çözülmekteydi. Uğraşlarımın yararsız olmayacağını baştan biliyordum. Zaman ve doğru yaklaşımın dönüştüremeyeceği insan yoktur bence. (EG/EZÖ)
Evren Güvensoy bianet'e gönderdiği açıklamada şöyle diyor:
"Bu yazı benim kişisel gözlem ve görüşlerime dayanıp bahsi geçen fikirler Uluslararası Af Örgütü ya da herhangi bir kurumla ilişiği yoktur. Gönüllü olarak katıldığım hürriyet gazetesinin insan hakları trenindeki gözlemlerimi aktarmış olduğum Kaos Gl deki "Hürriyet Hakkımızsa" yazı dizimin ilk bölümü başlığı değiştirilerek (Hürriyet'in İnsan Hakları Treninde Eşcinsele Yer Yok) bianet'te yayınlandı. İlk 5 günün gözlemi olan bu yazım oldukça iğneleyicidir. Fakat daha sonraki günlerde bağlarımızın kuvvetlendiğini ve trendeki gidişatın git gide daha da olumlu hale geldiğini diğer yazılarımda belirttim. Özellikle Emel Armutçu, Evrim Sümer ve Zeynep Bilgehan'ın beni en çok destekleyen kişiler olduğunu tekrar tekrar söyledim. Yazımın sadece ilk kısmının yayınlanmasından ötürü anlatmak istediklerim yanlış anlaşıldı. Benim anlatmaya çalıştığım karşılıklı iletişimle "kardeş" olunmayacak insanın olmadığı idi.
Güvensoy'un yazı dizisinin ilk, ikinci ve üçüncü bölümüne ulaşmak için tıklayınız.