Hikâye, gerçek veya gerçeğe yakın olayları aktaran düz yazı türü olan ebedi eserlerdir.
Anlatı; roman, hikâye, masal, senaryo gibi kurgusal veya kurgusal olmayan edebî türlerde bir olay dizisini anlatma biçimidir, yaratıcılığına dayanır. Toplumu etkileme sanatıdır.
Anlatı ile hikâye eş anlamlı değildir. Anlatıcı hikâyenin bir parçasıdır, olayları hikâyeler.
Tarihsel olaylarda çok sayıda anlatı olabilir. Zaman, mekân ve insanlar üzerine kurgulanır. Aynı amaçla anlatılan mekanlar, kişiler ve olaylar yeniden kurgulanabilir. Bazı anlatılar her olayda tekrarlanır ve günümüze kadar gelir.
Bir savcı bir suç işlendiğini öğrenirse kamu davası açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere “hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar”. Araştırdığı maddi gerçektir. İddianame yazar ve bu aslında kısa bir hikayedir, kısa anlatıdır, Yüklenen suçu oluşturan olaylar açıklanır. Beraat, mahkûmiyet veya kanunda yazılı diğer hükümler mahkeme kararıdır. Hüküm gerekçesinde iddia, savunma ve ulaşılan kanaat anlatılır. Duruşma sonunda mahkeme hüküm fıkrasını “okuyarak” gerekçesinin ne olduğunu ana çizgileriyle anlatır.
Hukuk, anlatıdır. Hukuk anlatısında edebiyattan yararlanılır. Hukuk hikayelerden yararlanır, bir anlatısı vardır; ama ne hikâye anlatı ile ne hukukun anlatısı hikâye ile karıştırılmamalıdır.
Anlatılar (narratives) ilişkiler alanıdır, yargılamaları hukuken anlatır.
Yargılama bir anlatıyı sunma sürecidir. Davaya muhakeme olayların anlatısıdır.
Anlatı, bazen bir anlatıcı tarafından izleyiciye anlatılan bazı gerçekler veya hayali olayların veya bağlantılı olayların yeniden sunulan dizisidir. Bir anlatı, olayların seçilip belirli bir düzende, belirli bir olay örgüsüyle düzenlenerek anlatılan bir dizi olaydan veya öyküden oluşabilir.
Hukukta bu durum aynı zamanda "hikâyenin özeti" olarak anlam kazanabilir.
Hukuk hikâye midir? Hikayedir!
Acaba hukuk anlatısı nedir?
“Hukuk anlatısı, sadece bu hikayelerin nasıl oluşturulduğu ve söylendiği değil, nasıl dinlendiği, nasıl algılandığı ve nasıl tepki verildiğini de incelemelidir. Örneğin hukuktaki hikayelerin polis, hâkim, savcı gibi dinleyiciler tarafından nasıl değerlendirildiği ve bu değerlendirmenin karar verme sürecini nasıl etkilediği tartışılmalıdır.”[i]
Anlatısı vardır, hukuku vardır ama sesi bastırılmış olanlar ne iktidarda ne kendi iktidarlarında yerleri olmayan sessizlerdir. Anlatılan hakikati var etmezler. Var olan hakikatin içinden çıkarak kendi gerçeklerini seslendirirler ve anlatırlar. İfşa ettikleri ise iktidarda yeri olmayan hukuktur, kendilerinin anlatılan hukukudur. Pek hukuka benzemez ama kendine has anlatısı vardır. Onlara yer vermeyen iktidarlara karşı söylenmiş her sözleri başkaldırıdır, hukuktur.
Ertuğrul Uzun’un “Hukuku Anlatı Olarak Görmek, Hukukta Anlatıyı Görmek” başlıklı yazısında işaret ettiği hukukun anlatısını görmenin anlamına bakalım: “Hukuk ve anlatı veya anlatı olarak hukuk yerleşik ve tarihi iktidarlara karşı başkaldırının aracıdır. Sesi bastırılmış olan, iktidarda kendisine yer açılmamış olan gruplar, kendilerini iktidarın kendisini hakikat olarak sunan anlatısından çıkarak yeni bir anlatıyla var eder.”[ii]
Ne yapılmalı, hukukun anlatısının yüklediği en acil görev nedir?
Toplumumuza “demokratik” denebileceğine zerre kadar inanmayan Michael Foucault “acil görev” nedir sorusunu yanıtlıyor:
“Öte yandan bana her şeyden daha acil gelen görev şu: Toplumsal bütünü fiilen denetleyen, ezen ya da bastıran bütün siyasi iktidar ilişkilerini, gizlenmiş olsalar bile, işaret etmemiz ve gözle önüne sermemiz gerekir.
Şunu demek istiyorum; en azından Avrupa toplumunda, iktidarın hükümetin ellerinde topladığını ve yürütme, polis, ordu ve devlet aygıtı gibi belli sayıda tikel kurum yoluyla uygulandığını düşünmek adet haline gelmiştir. Bütün bu kurumların millet ya da devlet adına belli kararlar alıp herkese bildirmek, bunları uygulatmak ve onlara uymayanları cezalandırmak için oluşturulduğu bilinir. Fakat ben siyasi iktidarın sanki siyasi iktidarlarla hiç alakası yokmuş, sanki ondan bağımsızmış gibi görünen – oysa aslında öyle olmayan- belli kurumlar aracılığıyla da uygulandığına inanıyorum”
Michael Foucault aileyi böyle bir kurum olarak görüyor. Üniversitenin sadece bilgi yayıyormuş gibi görünen öğretim sistemlerini iktidardaki belli bir toplumsal sınıfları muhafaza edecek nitelikte oluşturulduğu kanaatinde ve şöyle söylüyor:
“Bizimki gibi bir toplumda gerçek siyasi görev hem tarafsız hem de bağımsız gibi görünen kurumların işleyişlerini eleştirmekmiş gibi geliyor bana; bu kurumları, her zaman gizliden gizliye bunlar üzerinden uygulanmış olan siyasi şiddetin maskesini düşürecek şekilde, bunlara karşı kavga verebilsin diye eleştirmek ve saldırmaktır siyasi görev”[iii]
Korkan iktidarlar belirsizliklere dört elle sarılır ve onun yalanlarıyla besler, çoğaltır. İnanılmasını istediği bu belirsizliklerde kendi saldırganlığını meşru saydırma yolunu seçer ve hukuka başvurur. “Güven, huzur, istikrar” için hukuk ve hukukun anlatısını yan yana getirmeye çalışır. Carl Schmitt ise “huzur, güvenlik ve düzen” kavramlarını kolluk kuvvetlerini tanımlamak için kullanılıyordu.
Anlatı sahipleri sessizler ile iktidarlar olarak ikiye ayrılanlar aynı anda hukuk ve anlatıya başvurmakla aradıkları meşrulukta ne bulabilirler?
Birinin sahiciliğini, diğerinin sahteliğini…
Diğerinin hukuksuzluk suçlamasını, birinin hukuka uygun anlatısını…
Birinin öyküsünü, diğerinin sarsılmış iktidarlarını…