“Kendimi azınlık olarak hissediyorum” Gezi’ye katılanlarla yaptığım görüşmelerde ve dost sohbetlerinde en sık duyduğum sözlerden biri.
Söz konusu olan sadece sayıca az olma durumu değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca makbul bulduğu kimlik, fikir ve davranış kalıplarının dışında kalan tüm kesimlere reva gördüğü muamelelerle karşılaşmak. Yani, yok sayılmak, aşağı görülmek, dışlanmak, hak ve hukukunun çiğnendiğini tecrübe etmek, varoluşunun tehlikede olduğunu hissetmek. Gezi’yi besleyen hissiyatların ve tecrübelerin belki de en önemlilerinden biri buydu. Bu durumların tam zıttının yaşandığı karşılaşmaları tecrübe etmek ise onu bu kadar coşkulu ve deyim yerindeyse mucizevi kıldı. İşgalin sona ermesiyle birlikte devam eden sokak direnişleri ve park forumları, bu mağduriyet biçimleri ve bunlara direniş sırasında yeni eklenenleri karşısında elimizi kolumuzun bağlı kalmayacağımızın ifadesi; hak ve adalet arayışının devam edeceğinin ilanı.
Bu arayışın mecraları sadece polise sokaklarda direnme anları değil. Halihazırdaki hak ve adalet mücadelelerine destek vermek, onları büyütmek de bir o kadar önemli birer mecra.
Hrant Dink davası bunlardan bir tanesi. Ermeni kimliğiyle devletin hegemonik anlatılarını kırdığı için katledilen bir vatandaş. Yok sayılmaya, dışlanmaya, toplumsal hafızanın iğdiş edilmesine, halkların birbirine düşman edilmesine karşı çıktığı için örgütlü bir tezgahın kurbanı olmuş bir aydın.
Cenazesi bir bakıma Gezi günlerini müjdeleyen bir toplumsal dayanışma anı, ırkçılığa ayrımcılığa karşı isyandı. Beş yıl süren dava süreci ve sonucunda çıkan karar ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi vatandaşını düşman gören anlayışının devam edeceğinin, bir katliamın devlet içindeki sorumlularının ne pahasına olursa olsun korunacağının ilanıydı. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler’in İçişleri Bakanlığı’na kadar yükselip, tecrübe ettiğimiz polis şiddetinin baş sorumlularından olması kim bilir hangi pazarlıkların sonucuydu.
Bugün, Ali İsmail Korkmaz’ın, Ethem Sarısülük’ün ve pek muhtemelen Ahmet Atakan’ın dava süreçlerinde yaşananlar ve yaşanacakların hepsini Dink davasında tecrübe ettik. Dink’in cenazesi Gezi’nin öncüsüyse, dava süreci de bugün isyan halinde izlediğimiz hukuk skandallarının, devletten gelen ibretlik açıklamaların habercisiydi.
Eğer Türkiye tarihi gerçekten Gezi’den öncesi ve sonrası diye ayrılıyorsa, bu ayrımın gerçekliği, sürmekte olan hak ve adalet mücadelelerine katılım düzeyiyle sınanacak.
Yargıtay’ın mahkeme kararını bozması sonucu Salı günü tekrardan başlayacak olan Hrant Dink davası artık Gezi’nin de davasıdır. Bu davaya destek olmak için 17 Eylül Salı günü saat 10’da Çağlayan Adalet Sarayı’nın önüne.
* Mert Arslanalp, Northwestern Üniversitesi, Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi