Hrant Dink cinayetinin birinci yıldönümünde gösterilen Ümite Kıvanç'ın "19 Ocak'tan 19 Ocak'a" belgeseli, ne olduğunu bütün berraklığıyla gösteriyordu. Belgeselde Zuhal Olcay, Meral Okay, Banu Güven, Mehmet Ali Alabora, Şevval Sam, Mahir Günşıray, Hale Soygazi, Halil Ergün ve Derya Alabora'nın seslendirdiği metnin tamamını yayınlıyoruz.
Hrant'ın katili, hiç alışılmadık ve umulmadık şekilde, çabucak yakalandı.
Tabancası, sonradan cinayetin simgesi haline gelen beyaz beresi, cep telefonu... hepsi yanındaydı. Otobüse atlamış, memleketine dönüyordu. Üniversite sınavından dönen öğrenci gibi.
Emniyet'e göre, civardaki güvenlik kameralarının çektiği görüntüler televizyonlarda yayımlanınca O.S.'nin babası oğlunu teşhis etmiş, gidip polise bildirmişti. Bunun üzerine, O.S.'nin kendi adına otobüs bilet aldığı öğrenilmiş, yolda yakalanmıştı.
Bazı gazeteler, O.S.'nin Trabzon'a otobüs biletini bir kadının aldığını yazdılar. Kimliği belirsizdi. Belirsiz kaldı.
Samsun Otogarı'nda yakalanan O.S., Emniyet'e götürüldü. Çayocağında kahramanlar gibi ağırlandı. Türk bayrağı önünde videoları, fotoğrafları çekildi, bunlar basına dağıtıldı.
İlk ifadesinde, "Tek başıma yaptım," demişti. Hrant'ın yazıları "kanına dokunmuş", o da daha önce adımını atmadığı İstanbul Osmanbey'e gelip Hrant'ı buluvermiş, vuruvermişti.
O.S. İstanbul'a getirildi ve yeni ifadesinde, Trabzon'da atış talimleri yaptıklarını, silahı iyi kullandığı, hızlı koştuğu için onu bu işe uygun bulduklarını anlattı. Galiba tek başına değildi.
Cinayetin üstünden iki gün geçmemişti ki, İstanbul Emniyet Müdürü çıkıp, olayda siyasi boyut ve örgüt bağlantısının olmadığını ilan etti. Memleketimizde doğup büyüyen herkes, bu açıklamayı zihninde şöyle tercüme etmişti: "Örgütlüyse de aydınlatmamızı beklemeyin!"
Skandaldı tabii. Gidermek lazımdı. İstanbul Valisi, gazetecilerin hayretli bakışlarını öfkeyle savuşturmaya çalışarak, "Suçun örgütlü olup olmadığını belirleme görevi savcılarındır," dedi. "Biraz önce bültenlere düşen beyanla ilgili gerekli düzeltme yapılmıştır."
Medya, güvenlik kameralarına takılmış O.S. görüntülerine mahkûm kalmaktan çabuk kurtuldu. Yasin Hayal sahneye çıkmıştı.
O.S., onunla ilişkisini şöyle özetlemişti: "Yasin öldür dedi, öldürdüm." Yasin Hayal'in buna cevabı, Adliye'ye götürülürken, "Orhan Pamuk akıllı olsun!" diye bağırmak oldu.
Ama O.S., onun istediği şekilde akıllı davranmadı. Yüzleştirildiklerinde, "Niye öldürttün onu bana?" diye sordu Yasin'e.
İkisi de Pelitli'dendi. Pelitli, belli ki, üzerinde epey çalışılmış, ilginç bir memleket köşesiydi. Cinayetten üç gün sonra, jandarma bölgesindeki Pelitli'de, belediye hoparlörlerinden, "Üniformasız kimselere bilgi vermeyin!" anonsları yapılıyordu.
Jandarma, devletin başka kanallardan istihbarat toplamasını istemiyordu anlaşılan. Pelitli'den bir gencin anlattığına göre, jandarma gençleri bir kafeye toplamış, polisten şikayetçi olmaları için onlara ifade yazdırıp imzalatmıştı.
Cumhuriyet savcılarınca sorgulanan O.S., "pişmanım" noktasına geldiği sırada, ortaya, Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde öğrenci olarak gözüken bir "kilit isim" çıktı: Erhan Tuncel. Figüranlardan, harbi yardımcı oyunculara doğru ilerliyorduk.
Erhan Tuncel, karanlık bir gençti. Polis muhbiriydi. Trabzon Emniyeti'yle sıkı fıkıydı. Büyük Birlik Partisi ile ilişkisi vardı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın isteği üzerine Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'ndan gelen, Erhan Tuncel hakkındaki rapor tam 48 sayfaydı. Raporu yollayan İstihbarat Daire Başkanı, Trabzon'un eski emniyet müdürüydü. Rapora şu notu düşmüştü: "Buradaki bilgiler hayati önemi haizdir, hiçbir şekilde deşifre edilmesin, incelendikten sonra imha edilsin, gerekirse yine yollarız."
Erhan Tuncel susma hakkını kullanmasa, anlatabileceği o kadar çok şey vardı ki.
Trabzon'da McDonalds'ı bombalayan Yasin Hayal'in kanlı pantolonu onun evinde bulunmuş fakat bu delil polislerce ortadan kaldırılmıştı. Mahkeme Erhan Tuncel'in polis zoruyla duruşmaya getirilmesini istemiş, ancak o hiçbir duruşmaya gelmemiş, getirilmemişti. Üstelik bunu talep eden mahkeme de daha sonra onu unutmayı tercih etmişti.
Onun yerine Trabzon Valisi konuştu. Tıpkı İstanbul Emniyet Müdürü gibi, cinayeti "amatörce" diye nitelendirdi, "İdeolojik örgüt yok," dedi. O da her şeyi biliyordu!
Oysa İstanbul'da cumhuriyet başsavcısı, tutuklanan beş sanığın suç işlemek üzere silahlı çete oluşturduklarını düşünüyordu.
Ancak niyeyse, bu beş kişi, tutuklanırken, "terör örgütü kurmakla" suçlanmadılar. Zanlıların lehineydi bu.
Hrant'ı öldürmelerinin üstünden on gün geçtiğinde, bütün o bildik tuhaflıklar ardarda karşımıza çıkmaya başladı. Medyanın muhtemelen haklı olarak "kilit isim" ilan ettiği Erhan Tuncel, cinayetten neredeyse bir yıl önce, birilerinin Hrant'ı öldürmeyi planladığını Trabzon Emniyeti'ne ihbar etmiş, onlar da bunu İstanbul Emniyeti'ne iletmişti. Peki ne olmuştu?
Üstelik bu bilgi Ankara'ya, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne de iletilmişti. Görüldüğü gibi, bilgiler boldu, oradan oraya iletiliyordu.
Daha önce "acımız sonsuz" açıklaması yapmış olan İçişleri Bakanı, bu sefer de "bütün iddialar araştırılacak" dedi. İkisi de pek tanıdık laflardı.
Nitekim sonrası, bu lafların niye içi boş olduğunu anlamamız için düzenlenmiş bir kurs gibiydi. Trabzon Emniyeti'nden bir yetkili, Yasin Hayal ve arkadaşlarının telefonlarını mahkeme kararıyla üç ay boyunca dinlediklerini, ama bunu sürdürmek istediklerinde "şahıslar polis bölgesinde ikamet etmiyor" gerekçesiyle taleplerinin reddedildiğini açıkladı.
Aynı yetkili, "Haddimizi aşıp jandarma bölgesinden istihbarat topladık," diye ekledi. "Ama fiziki takibi jandarma fark edince kestik." Polisle jandarma rakip miydi? Rakipse, hangisi bizim taraftı?
Ocak ayının son günü Yasin Hayal'in eniştesi Coşkun İğci gözaltına alındı. Hrant'ın öldürülmesine ilişkin planı o da biliyordu ve iki yıldır muhbirlik yaptığı jandarmaya bunu bildirmişti. Jandarma istihbaratından iki yetkili bunu onayladı. Onlar da biliyordu!
Aslında ortada, eğer teşvik edilmediyse bile basbayağı göz yumulan acımasız bir cinayet planı kadar, koskoca bir güvenlik skandalı vardı. Devletin buna tepkisi pek sert oldu: O.S. ile Yasin Hayal'in formasını giydiği Pelitlispor'un sahası kapatıldı!
2007'nin Mart'ında, Trabzon Emniyeti'nden bir polisle Erhan Tuncel'in telefon konuşması ortaya çıktı. Bu resmi görevli, Tuncel'e, "Cinayeti sizinkiler mi işledi? O şekilde mi oldu? Yasin mi vurdu?" gibi sorular soruyordu. Yapımcılarla yönetmenlerin "senaryoyu niye değiştirdin" tartışmasını andırıyordu.
Anlaşılan, bu polisin olacakları ayrıntısıyla önceden bilmesinde bir gariplik yoktu. Gözaltına alınan Büyük Birlik Partisi Trabzon İl Başkanı, Erhan Tuncel ile Yasin Hayal'in Hrant'ı öldürme planı yaptıklarını Trabzon'da "herkesin bildiğini" söylemişti.
Bu insanların hepsi Büyük Birlik Partisi'nin Alperen Ocakları'nda tanışmışlardı. Erhan Tuncel, basının eline geçen bir fotoğrafta, Muhsin Yazıcıoğlu'nun hemen arkasında görülüyordu. BBP, bu işle ilişkisi olduğunu reddetti, Yazıcıoğlu, "Her fotoğraftan bir suçlu mu çıkaracağız?" diye sordu.
Bu şartlarda suçlu çıkarmak zaten kolay değildi. Erhan Tuncel'in, cinayetten önce evde yapılan "hazırlık toplantıları"nda yeralan, daha sonra tutuklanıp sanıklar arasına katılacak olan ev arkadaşı pek garip şeyler anlatıyordu. Polis cinayetten sonra Erhan Tuncel'i güya gözaltına almış, öbür zanlıların ifadelerini okumasını sağlamış, sonra bırakmıştı.
Trabzon polisi Yasin Hayal'le Erhan Tuncel'in telefon görüşmelerini kaydetmişti. Savcılar bu kaydı istedi. Emniyet bir DVD gönderdi. Ancak içinde arayan-aranan numaralar, arama saatleri, tarihleri falan yoktu. Savcılar bu ayrıntıları istediklerinde şu cevabı aldılar: "Size yolladıktan sonra bütün bilgileri imha ettik."
Savcılar sanıklardan Mustafa Öztürk'ün telefonunun da dinlendiğini öğrendiler ve Trabzon Emniyeti'nden kaydı istediler. Emniyet, "Başka birim dinledi, biz dinlemedik," diye cevap verdi. Oysa Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, "Onu sadece Trabzon Emniyet Müdürlüğü dinledi," diyordu.
Savcılar, Trabzon'dan gönderilen cep telefonu mesajlarına ilişkin kayıtlarda değişiklik yapıldığını düşünüyorlardı. "7.65 mermi lazım" gibi bir mesaj değiştirilmişti mesela.
Bunlar yüzünden sorgulanan, yargılanan herhangi bir emniyet görevlisi yok.
Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'nın bu işte ihmali var mı diye araştıran dört müfettiş, jandarma istihbarattan dört er hakkında soruşturma yapılıp yapılmaması konusunda bile anlaşamadılar. Sonuçta jandarma istihbarattan sadece iki görevli hakkında soruşturma izni verildi. "Amirleri de soruşturulsun" talebi reddedildi.
Ve sadece iki polis hakkında soruşturma açılabildi. Biri, Samsun Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi çayocağında O.S.'nin bayraklı kahramanlık görüntülerinin çekilmesine izin veren şube müdür vekili, öbürü fotoğrafları basına dağıtan komiser.
Trabzon Valiliği, haklarında soruşturma açılması istenen polislerle amirlerinin herhangi bir kusuru bulunmadığını ilan etti. Samimi çayocağı görüntülerinin aktörleri gibi, onların da soruşturulmasına gerek yoktu.
Tabii İstanbul Emniyeti'ndekilerin de. 2006 Şubat'ında, Trabzon İstihbarat Şube Başkanı, İstanbul'daki muadilini aramış, Yasin Hayal'ın Hrant Dink'i öldürme planını bildirmişti. Hayal'in ağabeyinin çalıştığı fırından sözedilmişti bu konuşmada. Her ne yapıldıysa, bir tutanak tutuldu, "Fırın bulunamadı" yazıldı. Müfettişler bir yıl sonra gidip buldular: fırın yerinde duruyordu.
Hrant Dink cinayeti davası, 2007'nin 2 Temmuz'unda başladı. Beş yüzü aşkın avukat müdahil olmak için başvurdu.
Sanıkların sayısı bu arada 18'i bulmuştu. Geceyarısına kadar süren ilk duruşmada, 12 tutuklu sanıktan dördü tahliye edildi. Bunlardan birinin suikastta kullanılan mermileri getirdiği ileri sürülüyordu. Dink ailesinin avukatları karara itiraz ettiler. Reddedildi.
Soruşturmanın genişletilmesi talebini ise mahkeme haklı buldu. Böylece, Yasin Hayal'e ilham verdiği söylenen emekli albayın telefonu dinlenerek tutulan kayıtlar da araştırılacaktı. Onu da tanıyorlar, biliyorlardı. Telefonunu dinlemişlerdi.
Agos'ta Sabiha Gökçen ile ilgili yazı yayımlandıktan sonra Hrant İstanbul Valiliği'ne çağırılmış, vali yardımcısının odasında, iki istihbarat görevlisi ona hayatının tehlikede olduğunu ima etmişlerdi. Bu görüşmeden vali ve içişleri bakanı haberdardı. Hrant'ın hayatının tehlikede olduğunu biliyorlardı.
Sonra birkaç sivil polis Dink ailesinin evine gelmiş, "herhangi bir tedirginlik hissederseniz bizi arayın" demişlerdi. Yetkililerin Hrant'ı korumaya yönelik ilgisi ve dikkati bundan ibaretti.
301'den açılan davalar, bunlar bahane edilerek mahkeme önlerinde yapılan eylemler, Hrant'ın avukatlarına ve ona destek olmak için mahkemeye gelen dostlarına açık saldırılar ve Hrant'la birlikte Agos'u da hedef alan tehditlerle oluşturulan ortam, cinayete elverişli zemini yaratmıştı.
Bu ortamda Hrant'ı aramızdan almaları kolaylaşmıştı. Pelitli'den kalkıp gelen, Pangaltı-Osmanbey kalabalığına karışan bir genç, üç el ateş edip milyonlarca insanın umudunu karartabildi.
İstanbul Emniyet Müdürü, olaydan bir gün sonra "bu örgüt işi değil" diye kestirip atmıştı. Civardaki banka ve mağazaların güvenlik kameralarının cinayet günü sabahından öğle sonrasına kadar çektiği görüntüler nedense bulunamadığından, O.S.'ye yardım eden ya da onu uzaktan kollayan birileri var mıydı, bilemiyoruz.
Cinayetin gerisinde örgüt bulunmadığından gayet emin olan Trabzon Valisi, Emniyet görevlileri hakkında soruşturma izni vermiyor. Davanın bir numaralı sanığı, bir polis muhbiri. Görünen o ki, jandarma da herhangi bir kusuru bulunduğuna inanmıyor.
Hrant'ı kaybettiğimizde, onca çaresizliğimize rağmen, yüz bini aşkın insan, onu uğurlamak için sessizce yürüyerek direncimizi gösterebildik. Hrant'ı unutturmayacağımızı gösterdik.
Bu, gerçek suçluların ortaya çıkarılması ve ibretlik bir şekilde cezalandırılması için güçlü bir talepti aynı zamanda.
Ama ardından mahkeme önünde oluşturabildiğimiz güç, suçluları kollamak isteyenlerin direncini kırmaya yetmedi.
Bu dava, bizim için, arkadaşımızın güler yüzlü cesaretine, samimiyetine, inancına sahip çıkma davası. Onun ruhunu biraz olsun huzura kavuşturabilme davası. Ve aynı zamanda bu memleketin onur davasıdır.
Arkadaşımızı katleden şebekenin ortaya çıkarılmasını ve cezalandırılmasını sağlayabilirsek, Hrant'ın en çok istediği şeylerden birini başarmış olacağız. Bu memleket ırkçı katillere ve görevlerini onları korumak için kötüye kullananlara ait değil; bunu göstermiş olacağız.
Bizim buralarda insanca talepleri yok etmenin esas yolu süründürme, usandırma, ruh kurutmadır. Hrant'ın katillerinin yargılandığı davanın bu yola sokulmasını önlemek için, duruşma günlerinde adalet isteğimizi ete kemiğe büründürmeliyiz. Orada bulunmalıyız. (ÜK/TK)
* Belgesel, youtube'da iki bölüm olarak yer alıyor. Birinci bölüm için tıklayın. İkinci bölüm için tıklayın.