Fotoğraf: AA
Hong Kong bugün küresel liderlik için girişilen bilek güreşinin yarattığı fay hattının tam ortasında. 2014 Şemsiye Hareketi’nden sonra, kentte demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren gençler bir kez daha sahnede. Ancak bu kez ortam daha önce hiç olmadığı kadar toz duman. Gerek Hong Konglu araştırmacılar gerekse dış gözlemciler açısından yaşananlar şaşırtıcı, beklenmedik ve sonuçları öngörülemez nitelikte. Kentin sömürge-sonrası dönemde yaşadığı en büyük krizle karşı karşıya olduğu söyleniyor.
19. yüzyıl ortasında Büyük Britanya İmparatorluğu tarafından sömürgeleştirilen Pasikif Okyanusu’ndaki ada-kent, 1997’de Çin’e iade edilmesinin ardından kendisine belirli bir idari özerklik sağlayan 50 yıllık Özel Yönetim Bölgesi statüsüne kavuştu. Ancak Çin’in küresel bir güç olarak yükselişe geçtiği yeni binyılda Hong Kong ekonomik anlamda anavatanına hızla bağımlı hale gelirken, özerklik büyük oranda kağıt üstünde kaldı. Devasa anavatanı tarafından yutulma tehdidi karşısında kendi kimliğini koruma mücadelesi veren kentte sömürge-sonrası dönem boyunca farklı ölçeklerde protesto hareketleri yaşandı. Geçiş sürecinin sancıları, kimisi çok büyük ölçekte gerçekleşen ve çoğunlukla barışçıl bir çerçevede kalan protestolarda ifade buldu. Barışçıl protesto geleneği, dünyanın üçüncü büyük finans merkezi konumundaki kentin her durumda ekonomik refah ve istikrarı önceleyen dokusuyla uyumlu bir seyir izledi.
2019 yazında farklı bir Hong Kong tablosuyla karşı karşıyayız. Gerek ortaya konan eylem biçimleri gerekse güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımı, kentin aşina olmadığı bir şiddet, karmaşa ve belirsizlik ortamı yaratmış gibi gözüküyor. Demokrasi ve özerklik yanlısı gruplarla, Çin’le daha fazla entegrasyon isteyen Beijing yanlısı kesimler arasındaki zihinsel ve duygusal kopuş derinleşti. Belki hepsinden önemlisi, Beijing yönetimi ilk kez Hong Kong’a askeri olarak göz dağı vermeye varan bir tehdit dili kullanmaya başladı.
Olayları tetikleyen, tutukluların Çin mahkemelerinde yargılanmasını mümkün kılabilecek bir yasal düzenlemenin meclise sunulması oldu. Suçluların iadesine ilişkin düzenleme, insan hakları savunucuları ve rejim muhaliflerinin Çin’de yargılanmasının önünü açmaktaydı. Pek çoklarına göre, böylesi bir uygulama fiilen Hong Kong’un özerkliğinin sonu anlamına gelecekti. Haziran ayında tasarının geri çekilmesi talebiyle geniş katılımlı ve barışçıl protestolar düzenlenmeye başlandı. Kent halkının büyük oranda desteklediği protestolar karşısında, Tepe Yöneticisi Carrie Lam tasarının askıya alındığını duyurdu. Kent yönetiminden gelen geri adıma karşın, yakın gelecekte benzer bir uygulamanın yeniden gündeme gelebileceği endişesi nedeniyle protestolar son bulmadı.
Egemenlik devrinin yıldönümü olan 1 Temmuz’da geniş katılımlı bir protesto yürüyüşü düzenlendi. Aynı gün bir grup göstericinin kapıyı kırmak suretiyle meclis binasına girerek içeriyi tahrip etmesiyle eylemler yeni bir faza geçti. Özellikle genç eylemciler barışçıl protestolarla seslerini duyuramadıklarını düşünerek daha radikal eylem biçimlerine yönelirken, Hong Kong polisi gösterilere giderek daha fazla şiddet kullanarak müdahalede bulunmaya başladı. Polisin orantısız güç kullanımıyla birlikte sokaklarda çatışma ve arbede görüntüleri artıyordu. Ağustos ayında bir diğer beklenmedik olay gerçekleşti. Ağustos ortasında protestocuların Hong Kong havaalanındaki işgal eylemi sırasında çıkan kargaşa sonucu uçuşlar iki gün süreyle iptal edildi. Bu eylemler gerek Hong Kong kamuoyu gerekse dünyada şaşkınlığa sebep olurken, kenti kaosa sürükleyecek bir şiddetin yükselişi protestoların meşruiyet zeminini ortadan kaldırabilir kaygıları dile getirilmeye başlandı. Nitekim havaalanı işgalini izleyen günlerde protestocuların bir bölümü yolculardan özür dilediklerini belirten pankartlarla ortaya çıktılar. Ancak bir yandan da kentin farklı yerlerinde çatışma görüntüleri devam etmekte, polis giderek artan biçimde orantısız şiddete başvururken göstericiler de mukabele etmekteydi.
Hong Kong’ta 2019 yazına damga vuran protestoların küresel, bölgesel ve yerel ölçekte pek çok farklı boyutu var elbette. Küresel ölçekte, demokrasinin zemin kaybettiği ve otoriter yönetim anlayışının yükselişte olduğu bir dönemde, dünyadaki en güçlü otoriter rejimlerden birine karşı demokrasi mücadelesi veren Hong Kong pek çokları için umutları yeşerten bir tablo ortaya koyuyor. “Hong Kong’un Yanında Yer Al, Demokrasi İçin Mücadele Et,” “Hong Kong’u Geri Al, Çağımızın Devrimi” gibi sloganlar uluslararası kamuoyunda yankı buluyor. Tayvan, Japonya ve Britanya’nın yanı sıra, Kuzey Amerika, Avustralya ve çeşitli Avrupa kentlerinde Hong Kong’a destek yürüyüşleri düzenleniyor. Lidersiz bir yapıda olan ve büyük oranda internet üzerinden örgütlenerek gelişen hareketin kendine özgü yaratıcı direniş yöntemleri var. Hong Konglu efsanevi dövüş sanatları ustası Bruce Lee’den ödünç alınan “su” gibi olma, değişik yöntemler uygulayarak her şekle girip düşmanı şaşırtma taktiği 2019 protestolarının sembolü sayılabilir. Protestocuların talepleri arasında suçluların iadesi tasarısının kesin biçimde iptal edilmesi, polisin orantısız güç kullanımını araştıracak bağımsız bir komisyon kurulması, gösterilerin “ayaklanma” olarak tanımlanmasına son verilmesi, sayıları 700’ü bulan tutuklu protestocuların serbest bırakılması ve 2014 Şemsiye Hareketi’nin temel talebi olan kentin tepe yöneticisinin demokratik seçimle iş başına gelmesi bulunuyor. Öte yandan hareketin içinde farklı ideolojik yönelimde ve farklı direniş tarzları benimseyen gruplar var. Harekete destek verenlerin ağırlıklı bölümünü çoğulcu, özgürlükçü ve demokratik bir gelecek için mücadele eden Hong Konglular oluşturmakla birlikte, kimi zaman Çin-karşıtı bir “yerelcilik” anlayışını savunan, sömürgeci döneme dair nostaljik bir tasavvura sahip, Hong Kong kimliğine üstünlük atfeden, ana kıtadan gelen Çinli göçmenlere karşı ırkçı ve tacizkar tutum alan unsurlar öne çıkabiliyor. Bu anlamda söz gelimi meclis binasının işgali sırasında ana oturum salonunda açılan Hong Kong Britanya sömürge dönemi bayrağı hareketin en şaibeli anlarından biri olarak düşünülebilir. Aynı şekilde demokrasi hareketine destek verenler arasında şiddet içermeyen direniş yöntemlerini savunan güçlü bir damar olmasına karşın, yöneticileri geri adım atmaya zorlamak için daha radikal yöntemlerin benimsenmesi gerektiğini savunanlar da mevcut.
Peki bundan sonra ne olacak? En kötü senaryo Kızıl Ordu askerlerinin kente girmesi ve askeri yönetim ilan edilmesi. 1989 Tiananmen katliamı görüntülerini akla getiren bu senaryo, Çin’in güney sınırına yığdığı birliklerin tatbikat görüntülerini yayınlayarak göstericilere göz dağı vermesine rağmen, uzmanlar tarafından pek gerçekçi bulunmuyor. 1 Ekim’de gerçekleşecek Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 70. yılı kutlamaları öncesi Çin yönetiminin tüm dünyanın gözü önünde böylesi bir restleşmeye girme olasılığının düşük olduğu ifade ediliyor. Hong Kong’a karşı alınacak böylesi radikal bir tavır, Çin’in Tayvan’la birleşme planlarına büyük darbe indireceği için de muhtemel durmuyor. Ancak Çin’in tüm yetkileri elinde toplayan güçlü başkanı Xi Jinping’in işi, Hong Kong konusunda bir miktar daha toleranslı tavır almayı isteyecek olsa bile, kolay görünmüyor. Zira Hong Kong’ta verilecek bir taviz Çin’in içinde de demokrasi ve özgürlük taleplerinin yükselmesine sebep olabilir. Dahası Çin’de tümüyle devlet tarafından kontrol edilen medya ve internet ortamında Hong Kong protestocuları karşıtı propaganda nedeniyle, Çin kamuoyunda yükselen bir milliyetçilik söz konusu. Ağustos başındaki protestolarda Çin bayrağının göstericiler tarafından Viktorya Körfezi’ne atılma görüntülerine “Beş yıldızlı bayrağın 1.4 milyar muhafızı vardır” sloganıyla büyük tepki geldi, “Bayrağın muhafızı benim” mesajı milyonlarca kişi tarafından paylaşıldı. Böyle bir ortamda Çin yönetiminin Hong Kong’taki protestoculara vereceği herhangi bir taviz Çin kamuoyu tarafından güçlü devlet algısını zedeleyen bir zafiyet göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda elbette Hong Kong’taki demokrasi yanlısı hareketin ne yöne evrileceği, radikal ve şiddet içerebilen yöntemleri savunan grupların mı yoksa barışçıl direniş biçimlerini benimseyen kesimlerin mi hareketin gidişatını belirleme konusunda etkili olacağı önemli. 18 Ağustos Pazar günü gerçekleşen yürüyüş ikinci eğilimin ağırlık kazanmakta olduğunun işaretini veriyor gibiydi. Hong Kong polisi Viktoria Park ile sınırlı bir gösteri yürüyüşüne izin verdiği halde, neredeyse adanın tüm merkezine yayılan devasa bir yürüyüş gerçekleşti. 7.5 milyonluk kent nüfusunun neredeyse çeyreği, yaklaşık 1.7 milyon kişi sokağa indi. Şiddetli yağmur altında Hong Kong tüm meydanları, sokakları, ara yolları ve üst geçitleriyle yine bir şemsiyeler şehri görünümüne büründü, insanlar barışçıl biçimde demokrasi ve özgürlükleri savunmak için yürüdü. Nefesler tutulmuş, 1 Ekim’de gerçekleşecek Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 70. yıl dönümü kutlamalarına dek ne gibi gelişmelerin yaşanacağı beklenirken, Hong Kong’ta hava daha sakin ve umutlu görünüyordu geçen hafta, şiddetli yağışa rağmen, rengarenk şemsiyelerin altında...
Bugüne kadar yaşanan en sert çatışmalardan birinin gerçekleştiği dün (25 Ağustos) itibariyle ise kent yine toz duman, Hong Kong sokaklarından alevler yükseliyor. (AS)