Bu yazı Hocam Hüseyin Gülerce'ye gecikmiş bir açık mektup ya da Yalova'dan ODTÜ'ye bir "Yol"culuk hikâyesidir.
Merhaba Hocam,
ben Murat Gültekin. Öğrenciniz. Kurucusu olduğunuz Yalova Dershanesi'nden. Sizlerin de katkısıyla üniversite sınavlarında gerekli puanı alarak 1988 yazında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde okumaya hak kazandım.
Lise yıllarımda, dolayısıyla dershanenizde bulunduğum dönemde -öncesinde de- kendimi "devrimci" olarak görürdüm/tanımlardım. (Bu kimliği bugüne kadar "onur" olarak taşıdım.) Bunu siz ve herkes bilirdi. (Ben de sizin görüşlerinizi bilirdim.)
Devrimci faaliyetim, devrimci yayınları takip etmek, Livaneli, Ahmet Kaya, Grup Yorum dinlemek ve bu etkinlikleri arkadaşlarımla paylaşmaktan ibaretti. Lise'de bu faaliyetlerim nedeniyle hırpalandıysam da dershanenizde politik kimliğimi ifade etmek konusunda bir engellemeyle karşılaşmadığım gibi devrimciliğin ve her türlü politik mevzunun konuşulabildiği demokratik bir ortam buldum.
1988 sonbaharında Yalova'dan, ailemden ve sizlerden ayrıldım; ODTÜ hayatım başladı. Okula kaydımı yaptırdığım gün Öğrenci Derneği'ne de üye oldum.
12 Eylül, Özal iktidarıyla sürüyordu. 12 Eylül öncesinin "anarşi ve terör ortamı"nın başlıca sorumlusu ilan edilen gençliğin en ufak hak talebi "12 Eylül öncesine dönülüyor" denilerek terör olarak yaftalanıyor; sert biçimde bastırılıyordu.
ODTÜ, geçmişi nedeniyle katmerli bir baskı altındaydı. 12 Eylülcüler ve onların sivil uzantısı Özal İktidarı -biz "Sivil Diktatörlük" diyorduk- 12 Eylül öncesine ve toplumsal mücadelelere ilişkin resmi bir tarih yazmış "anarşi ve terör" hikâyesi anlatıp duruyorlardı. Bu hikâyeye inanmayan/kanmayan ben ve arkadaşlarım ise kendi tarihimize sahip çıkmaya ve kendi tarihimizi kendimiz yazmaya çalışıyorduk. (Bugünün ODTÜ'lülerinin yaptıkları gibi)
Hikâyeyi başka türlü anlamak ve anlatmak "anarşi ve terör"dü. Bırakın eylemi, bunun söylemi bile suçtu; "suçu ve suçluyu övmek"ti. Ben okula başladıktan birkaç ay sonra Aralık 1988'de Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi' "bizim hikâyemiz"e katkı sunmak üzere Marx'ın meşhur sözü "Anlatılan Senin Hikâyendir" sloganıyla Ertuğrul Kürkçü'nün yönetiminde yayınlanmaya başlamıştı. Birkaç fasikül çıktıktan sonra Şubat 1989'da bir yazıda yer alan dört paragraflık bir alıntı Ansiklopedi hakkında 7,5 ila 15 yıl arası hapis istemiyle DGM'de dava açılmasına neden oldu. Alıntının yapıldığı, Alman yazar Weitling komünizme ilişkin görüşlerini dile getirdiği kitap, tam 143 yıl önce 1846'da yayımlanmıştı. Yani hikâye anlatmak ziyadesiyle tehlikeli bir işti.
Tam da bugünlerde yarıyıl tatilinde -Şubat 1989 olmalı- Yalova'ya geldim. Dershaneme, size -de- uğradım. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü kazandığımı bildiren fotoğrafımın önünden gururla geçip odanıza çıktım. "Dersler nasıl gidiyor?"la başlayıp "memleket meseleleri"ne uzanan bir sohbetimiz oldu. Öğrenci Derneği'ni, yaptıklarımızı, baskıları, maruz kaldığımız şiddeti ve hiddeti anlattım. Beni saygıyla dinlediniz; "Bildiğin yolda git ama aman ne kendine ne de başkalarına zarar ver" babında bir şeyler söylediğinizi hatırlıyorum. Bana hissettirdiğiniz "Mücadelene saygı duyuyorum evladım"dı. 1988-1990 döneminde Yalova'ya her gelişimde size mutlaka uğradım, mutlaka aynı şeyleri konuştuk ve hep bu duyguyla ayrıldım yanınızdan.
1990 yarıyıl tatilindeki görüşmemiz -Şubat ayı olmalı- iz bırakmıştır bende. Kardeşim Ahmet, üniversite sınavına hazırlanıyordu ve o da dershanenize gidiyordu ( İTÜ Makine Mühendisliği'ni kazandı; belki hatırlarsınız. Şimdilerde Bakü'de mühendislik yapıyor; selamlarını iletti size) onun hal ve gidişini değerlendirip "memleket meseleleri"ne geçmiştik. Size ODTÜ'de olan biteni anlatmıştım. Yeniden anlatayım:
Ekim 1989'da Turgut Özal'ın katıldığı ODTÜ'nün açılış töreninde söz hakkı talebimiz büyük bir hiddet ve şiddetle karşılanmış; 15 arkadaşımız tekme-tokat gözaltına alınmış; biri ağır çok sayıda arkadaşımız yaralanmıştı. Gerekçe "anarşi", "terör", "12 Eylül öncesine dönülüyor" idi. Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, olaylardan sonra gazetecilere şöyle buyurmuştu: "Önemli bir olay yok; 18 bin kişinin olduğu yerde 50 kişi olay çıkarmaya kalkışmış; yazarsanız olay olur, yazmazsanız olmaz." ( Bilmem tanıdık geliyor mu size?)
Aradan bir ay geçti ve Özal, 31 Ekim 1989'da muhalefetin katılmadığı oylamalar sonunda Cumhurbaşkanı seçildi. Ve "Müslüman Cumhurbaşkanı" ile birlikte gündem türbandı. Ocak 1990'da ODTÜ'de yapılan türban eylemini, bizim, devrimci öğrencilerin eylemlerini -açılıştaki gibi- büyük bir hiddet ve şiddetle yaklaşıp dağıtan Jandarma, müdahale etmeden sükûnet içinde izliyordu. Biz de olanı biteni izliyorduk. ODTÜ'nün efsane Mustafa Başçavuş'u, biz ve türban eylemcilerinin katıldığı ilginç bir münazara yaşandı. Arkadaşlarımızdan bazıları Mustafa Başçavuş'a "Dincilere müdahale etmiyorsunuz, ama biz bir eylem yaptığımızda sopa yiyoruz; soluğu karakolda, Jandarma İl Alay'da alıyoruz" diye tepki gösterdiler. Sayıları Mehmet Ağar'ın buyurduğu gibi 18 binin içinde 50 kadar olan "dinci" öğrenciler de "Ne yani, bizim de kafamızı patlatıp, içeri mi tıksınlar?" deyince biz, "özgür bir ortamda herkesin görüşlerini dile getirmesinden yana olduğumuzu, kimsenin inançlarından ve düşüncelerinden dolayı zulüm görmemesi gerektiğini" belirttik.
Beni dinlediniz; "doğru tavrın" bu olduğunu konuştuk ve birbirimize karşı pozitif duygularla ayrıldık o gün de.
En son 1990 yazında görüştük. Hem ziyaret hem ticaret görüşmesi olmuştu. Okul harçlığımı çıkarmak için ansiklopedi pazarlıyordum. Size Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi ve birkaç başka ansiklopedi daha sattım ve -pazarlamacılık yapanlar bilir- "Başka alabilecek tanıdığınız var mı?" diye sordum. "Tabii" dediniz. Ve bir kaç arkadaşınıza telefon ettiniz: "Size çok sevdiğim bir öğrencimi yolluyorum. Ansiklopedi satıyor. alacaksınız!"
Arkadaşlarınızdan biri "Ne Ansiklopedisi?" diye sormuş olmalı ki "Sosyalizm Ansiklopedisi" diye cevap verdiniz. Karşıdaki "O zaman almayayım da parasını vereyim" demiş olmalı ki, "Sosyalist hareket memleketin önemli bir gerçeğidir. Bizim hiç katılmadığımız görüşler, fikirler de olabilir; ama okumalı ve öğrenmeliyiz" gibi bir şeyler söylediniz ve size olan sevgimi ve saygımı bir kez daha tazelediniz.
O günden sonra görüşmedik; daha doğrusu yüz yüze görüşemedik. Ben, yazılarınızı okuyarak, TV programlarınızı izleyerek muhabbetimizi yüz yüze olamasa da sürdürdüm. (Bu mektubu da size 18 Aralık 2012'de ODTÜ'de, okulumda yaşanan protesto gösterisini ve sonrasında yaşananları değerlendirdiğiniz 26 Aralık 2012'de Zaman'da yayınlanan "ODTÜ: Bitirme planı bitmedi" yazınızı vesile ederek, daha doğrusu yazınıza "kızarak" kaleme alıyorum.)
Yazınızdan, üzülerek anlıyorum ki siz son görüşmemizden sonra benimle muhabbeti kesmişsiniz; ne o gün benden aldığınız Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi'ni ne de memleketimiz toplumsal mücadeleler tarihi ile ilgili başka bir metni okumuşsunuz. Ya da bizim metinlerimiz, 8 ciltlik koca bir ansiklopedi de olsa, "biz"i anlatamıyor; anlatmakta kifayetsiz kalıyor.
Sizin de katkılarınızla ilim tahsil etme imkânı bulduğum ODTÜ'de Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdikten sonra Siyaset Bilimi'nde yüksek lisans yaptım. Bu dönemi (1988-1997) ODTÜ'de Devrimci Gençlik mücadelesi içinde geçirdim. Bizden öncesini okudum; dönemin tanıklarından dinledim ve bizden sonrasını da -son eylemler dâhil- yakından takip ettim. Eğer izin verirseniz tahsil ettiğim ilim, Siyaset Bilimi terbiyesi içinde nesillerin, 68-78-88-98-2008 kuşaklarının, yaşadıklarının, yaşamakta olduklarının sizin gördüğünüz, resmettiğiniz gibi olmadığını bir de ben anlatmak isterim.
ODTÜ analizinizi ve genel olarak siyasi analizlerinizi üzerine bina ettiğiniz tarihsel anlatıda ciddi problemler var Hocam. Zira dünyayı Türkiye'den ibaret algılıyorsunuz; siyasi tezlerinize fon yaptığınız tarihsel kesitlerde dünyada olup bitenleri dikkate almıyor ya da göz ardı ediyorsunuz. Tezlerinizi dayandırdığınız tarihsel arka plan, 1960-1980 döneminde, yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada devrimci hareket yükselmişti ve karşı-devrimciler, hadi yerleşik güçler diyelim, CIA patentli yöntemlerle, devlet terörü ve sivil terörle, yükselen devrimci hareketin önünü kesmeye çalışıyorlardı. Yani hikâye sizin anlattığınız gibi darbe yapıp askeri vesayetle memleketi yönetmek isteyen anti-demokratik güçlerle seçim yoluyla iktidarı alıp sivil demokratik bir düzen kurmak isteyen demokratik güçler arasında cereyan etmiyordu. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de devrimciler vardı; kendi devrimci yollarında yürüyorlardı. Karşılarında ise egemen sınıflar ittifakı olarak tarif edebileceğimiz içinde sizin temsil ettiğiniz siyasi geleneğin de olduğu oligarşik bir yapı vardı.
İsterseniz çok da uzak bir geçmişe gitmeden yazılarınızda sık sık referans verdiğiniz, üniversiteye başladığınız 1968'de neler oldu? 1968'e kadar neler oldu? Ana hatlarıyla ve ODTÜ'yü odağa alarak birlikte bakalım.
Türkiye İşçi Partisi Kuruluyor...
13 Şubat 1961'de 12 sendikacı Türkiye İşçi Partisi'ni (TİP) kurdular ve örgütlenmeye başladılar; kısa zamanda bütün Türkiye'de il, ilçe örgütleri oluşturuldu. 1963'de milliyetçi, muhafazakâr kesimleri TİP'e, kendi tabirleriyle komünistlere, karşı mobilize etmek üzere Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği kuruldu. TİP, 1965 Seçimleri'ne katıldı ve 15 milletvekili ile Meclis'e girdi. Aynı yıl Komünizmle Mücadele Derneği'nin genel başkanlığına İlhan Darendelioğlu getirildi ve dernek hızla yaygınlaştırıldı. Fethullah Gülen de Erzurum'da bu derneğin kurucuları arasında idi.
TİP'in etkili bir muhalefet odağı haline gelmesiyle başta Komünizmle Mücadele Derneği olmak üzere, bazı odakların mobilize ettiği milliyetçi-muhafazakâr güruhlar, TİP il, ilçe merkezlerini, parti toplantılarını, etkinliklerini basarak partililere ve vatandaşlara saldırmaya başladılar. Bununla da yetinmeyip güvenlik güçlerini, "Mehmetçik"i komünizm yılanının başını ezmeye çağıran faaliyetlere giriştiler.
25 Ekim 1966'da yayınlanan Milliyetçi Türkiye dergisinin kapağını süsleyen "Komünizm Yılanını Dipçiğiyle Ezen Mehmetçik" bu çağrının özeti gibidir. Bu çağrı, yalnız milliyetçilerden değil o dönem "bir fidanın güller açan -diğer- dalı" olan muhafazakâr-mukaddesatçılardan da geliyordu.
Yılanın başı ezilecek gibi değildi. TİP'den sonra, 13 Şubat 1967'de Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK kuruldu. Meclis'teki milliyetçi-muhafazakâr blok TİP milletvekillerini bastırmak için fiziksel saldırıların (Çetin Altan'ı dövme girişimi) yanı sıra dokunulmazlığın kaldırılması gibi hukuki saldırılar da yürürlüğe soktular. Meclis dışında da TİP'i ve DİSK'i hedef alan "tedhiş" (yıldırma ve terör) faaliyetlerine giriştiler.
Vedat Demircioğlu öldürülüyor...
Geldik sizin üniversiteye başladığınız 1968'e. Her ne hikmetse yalnız "askerlerin darbe yapmak için devrimci gençleri gaza getirdikleri, fıştakladıkları" Türkiye'de değil bütün dünyada anti-emperyalist gençlik hareketlerinin doruk yaptığı yıldı 1968.
18 Temmuz 1968 gecesi ABD 6. Filosu'nu protesto eden devrimci gençlerin yurtlarını basan polis, Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu'nu 2. kat penceresinden atıp öldürdü. Saldırıda 50'ye yakın öğrenci yaralandı; 50'ye yakın öğrenci gözaltına alındı. Şiddete uğrayan, öldürülen, yaralanan devrimci gençler; içeri tıkılan yine devrimci gençlerdi.
ODTÜ'de Komer'in arabası yakılıyor
ODTÜ anti-emperyalist gençlik mücadelesinin odaklarındandı. 6 Ocak 1969'da bugünlerde de çok konuşulan bir olay yaşandı ODTÜ'de. Yüzlerce Vietnamlının ölümünden sorumlu olduğu için "Vietnam Kasabı" olarak bilinen ABD Büyükelçisi Robert Komer'in otomobili Rektörlük'ü ziyareti sırasında ODTÜ'lü öğrenciler tarafından yakıldı.
Arabayı ateşe veren, Deniz Gezmiş'in yakın arkadaşı Taylan Özgür'dü. Benzin deposuna sıkıştırılıp ateşe verilen eşarp da Sinan Cemgil'e aitti.
Olaydan üç gün sonra Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'ın da içinde bulunduğu yedi kişi hakkında verilen tutuklama kararı sonrasında, 3 binden fazla ODTÜ öğrencisi bir dilekçeyle kendilerinin de eyleme katıldıklarını bildirdiler.
Kanlı Pazar
ODTÜ'de Komer'in otomobilinin yakılmasından 40 gün sonra 16 Şubat 1969'da İstanbul Taksim Meydanı'nda ABD.6 Filosu'nu protesto etmek için düzenlenen Valilik'ten izinli gösteriye Komünizmle Mücadele Derneği'nin teşkilatladığı bir gurup saldırdı; tarihe Kanlı Pazar olarak geçen olayda devrimci işçiler Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan bıçaklanarak öldürüldü; 100'den fazla kişi yaralandı.
Siz bu dönemi 27 Kasım 2012'de Habertürk'te Balçiçek İlter'e şöyle anlatmıştınız:
"Bana göre solcu herkes komünistti. Ve komünist dövmeyi vatanseverlik zannediyorduk. O kavgalarda bizim hazır sopalarımız vardı. Bir de bu dövmeyi Allah rızası için yapıyorduk. Ama nefsimiz karışmasın diye sopanın üzerine; "Allah için vur" yazarak kendimizi uyarıyorduk. Kendimizi öyle rahatlatıyorduk." Hâlbuki vurduğun bir insan, kim kafasına vurularak değişmiştir?"
Buraya kadar söyledikleriniz doğru da sonrası yanlış ya da bilgi eksikliğiniz var. Şöyle demiştiniz:
"Derin devlet o günlerde bizi birbirimizle vuruşturdu. Orada bizim delikanlılığımızdan istifade ettiler. Sabah ülkücü bir genç, öğlen bir Dev-Gençli aynı silahla vurulurdu. Gençsiniz bir arkadaşınızı dövüyorlar, haber geliyor. Delikanlısınız ya, orayı basmaya gidiyorsunuz... Namazdan çıkıyorduk, adam dövmeye gidiyorduk."
"Gençsiniz bir arkadaşınızı dövüyorlar" diyorsunuz. Devrimciler ABD ile "barışçıl" protesto gösterileriyle, dövüşüyorlardı.
ABD 6 Filosu'nda arkadaşlarınız mı vardı? Ya da Komer bir arkadaşınız mıydı? Siz neden girdiniz bu dövüşe? (Kötü arkadaşlar edinmiş; "arkadaş kurbanı" olmuş olabilir misiniz? Rahmetli anneannem beni ODTÜ'ye "Allah kötülere çattırmasın" diye dualarla uğurladı. Ben de kötülerle arkadaşlık etmedim. Keşke siz de bu memleketin öz, has evlatlarıyla devrimcilerle arkadaşlık etseydiniz.)
Komer'in arabasının yakılması "barışçıl" eylem miydi? diye gireceksiniz lafa. Komer kimdi? "Vietnam Kasabı". Hani zalimin zulmüne karşı mazlumun yanında yer almak milli hasletimizdi. Komer ölmedi/öldürülmedi; aracı yakıldı: "İstesek sizi -de- yakarız; mazlum uluslara "daha da zulm etmeyin" mesajı verildi. Ama o aracın yakılmasının elebaşı olduğu iddia edilen herkes, Taylan Özgür'den başlayarak tek tek öldürüldüler.
Ve Taylan Özgür...
ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür, 23 Eylül 1969′da sizin okulunuza, İstanbul Üniversitesi'ne, Öğrenci Birliği Kongresi'ni takip etmeye gelmişti; öldürüldü. Bilmem hatırlıyor musunuz?
Ne demiştiniz Balçiçek İlter'e "Gençsiniz bir arkadaşınızı dövüyorlar, haber geliyor. Delikanlısınız ya, orayı basmaya gidiyorsunuz... Namazdan çıkıyorduk, adam dövmeye gidiyorduk."
Taylan Özgür'ün de "genç"-"yaşlı" arkadaşları vardı; mesela Deniz Gezmiş, onun yanına gömülmeyi vasiyet edecek kadar çok seviyordu arkadaşını. Üstelik arkadaşı dövülmedi; öldürüldü.
Resmi-sivil saldırılar devrimci gençliğin demokratik yollardan sosyalizme ulaşılacağı inancının tükenmesine neden oldu. Yalnız devrimci gençliğe değil bütün toplumsal muhalefete bu duygunun hâkim olmasını sağlayacak koşullar adım adım oluşturuldu.
15-16 Haziran
1967'de kurulan ve hızla kitleselleşen DİSK'e Türk-İş'ten işçi akışını önlemek üzere çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen yasalarda değişiklik yapan tasarının yürürlüğe girmesini barışçıl gösterilerle protesto eden 100 bin dolayında işçiye (15-16 Haziran 1970) güvenlik güçleri saldırdı; iki işçi, bir polis ve bir esnaf yaşamını yitirdi. Sıkıyönetim ilan edildi ve DİSK yöneticileri ve işçiler tutuklandı.
Geldi 12 Mart....
Resmi-sivil terör saldırıları, yasal engellemeler, toplumsal muhalefetin, devrimci hareketin demokratik yollardan sosyalizme ulaşılacağı inancını tüketti. Bıçak kemiğe dayandı; devrimciler şiddeti seçmediler; mecbur bırakıldılar. Ve bu siyasi iklim içinde, 12 Mart 1971'de muhtıra ile hükûmet istifaya zorlandı. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Muhtıra'nın gerekçesini, "sosyal gelişmenin ekonomik gelişmeyi aşması" olarak açıkladı.
Devrimcileri yok etmeye yönelik büyük bir terör harekâtı başlatan Cunta'nın gazabına en çok uğrayan ODTÜ oldu. 31 Mayıs 1971'de ODTÜ öğrencileri Sinan Cemgil ve Alpaslan Özdoğan arkadaşları Kadir Manga ile Nurhak Dağları'nda, 19 Şubat 1972'de ODTÜ öğrencisi Ulaş Bardakçı - Oğlumuza/oğullarımıza ismini verdik; ellerinizden öper- İstanbul'da; 9 Mart 1972'de ODTÜ öğrencisi Koray Doğan Ankara'da katledildiler. 30 Mart 1972'de Mahir Çayan ve 9 arkadaşı Kızıldere'de öldürüldü. ODTÜ öğrencisi Ertuğrul Kürkçü kurtuldu; gençliğini cezaevinde geçirdi. 6 Mayıs 1972'de Deniz Gezmiş ve ODTÜ'lü arkadaşları Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi. ODTÜ devrimci gençlik hareketinin neredeyse bütün önderleri katledilmekle kalmadı; yüzlerce öğrenci, çalışan, akademisyen okuldan atıldı, içeri tıkıldı; işkencelerden geçirildi.
Bu esnada sizin mahalle...
Bu esnada sizin mahalle darbeye, Cunta'ya övgüler düzüyor; adeta zil takmış oynuyordu. Hemen çarpıcı bir örnek vereyim. "İslam'ın İlk Emri Oku" mecmuasını bilirsiniz. "Dini İçtimai Edebi Aylık Mecmua", Türkiye İmam Hatip Okulları Mezunları Cemiyeti'nin yayın organı.
Hani şu karıncayı incitmeyen İmam Hatiplilerin.. (Nasıl da incitici olabilmişler.) Sayı 123... Haziran 1972.. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının hemen ardından yayınlanmış...Kapağını miğferli bir Mehmetçik ve bayraklar komple kaplıyor. Ve meram açık seçik anlatılıyor: "Şanlı Ordumuz Oldukça"...
Mecmua'nın 26. Sahifesindeki "Kızıl Eşkiyalar ve sonları" başlıklı yazıyı ibret-i âlem için aynen alıyorum -koyu ve altı çizili vurgular bana ait-. ("İslam'ın İlk Emri Oku". Lütfen dikkatle, altını çize çize okuyunuz...):
Bu, Müslüman Türk milletinin karşılaştığı ilk ihanet değildir. O koca tarihi boyunca pek çok ihanetlere, suikastlara göğüs germiştir. Ancak milletimizin şimdi karşılaştığı düşmanları görülmüş gibi değildir. Yılların çaba ve gayretleri işte şimdi patlak veriyor, ortaya çıkıyor.
Evet bu, yılların mahsulü idi, zira üniversitelerimizden tutun da ta ordumuza, idari mevkilerimize kadar nerelere sızmamışlar ki!.. Koskoca bir nesil yetiştirmişler, imansız, Allahsız, kitapsız, hatta vicdansız bir nesil!.. Ağırlık merkezinin üniversitelerde kundaklandığı bu korkunç deprenme nihayet geçen sene bomba gibi patlamıştı. Kendisiyle birlikte koskoca bir işçi kütlesini ardına düşüren, bütün devlet mekanizmasını ifsat eden bu azgın gürûh hâlâ kuyruğu çiğnenmiş yılan gibi etrafa zehirlerini saçmaktadır.
Güya fikir ve idealin gerçekleşmesini tedhiş hareketleriyle, baskıyla, kuvvetle gerçekleştirmek istemektedirler. Bu düşünceyle taşkınlığın, azgınlığın, anarşinin son haddini yaşadılar. Nihayet son hareket bardağı taşırmış, şanlı ordumuz kızıl anarşiye «dur» demiştir.
Fakat gözlerini kan bürümüş satılmış eşkıyalar her fırsatta ordumuzla alay edercesine hareketlerine devam etmişler, hatta artırmışlar bile. Hem de hayatlarını hiçe sayarak ve Türk Halk Kurtuluş Ordusu (!) adına, sosyalizm, komünizm, işçi hakları adına (!) mücadele vererek!.. Banka soygunlarını, adam öldürmelerini, çocuk kaçırmalarını bununla ifade etmişler; uçağı bunun için kaçırmış, jandarma genel komutanını bunun için öldürmeye teşebbüs etmişlerdir.
Artık suç meydanda, suçlu meydandadır. Ordumuz bunu bilmektedir, milletimiz bunu bilmektedir ve dünya bunu bilmektedir. Öyleyse milletimizi, vatan bütünlüğümüzü, dinimizi hedef alan bu komünist eşkıyaların cezalandırılması gerekmekteydi ve öyle de oldu. Adil hâkimlerimizin, sayın komutanlarımızın ve hükümetimizin, milletin taşkın arzusuna uygun kararlarıyla hüküm infaz edilmiştir.
İlk hareket milletin nefrete boğduğu üç hain, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan asılmak suretiyle başlatılmıştır. Bu hareketin sonu, komünistler fikir babalarıyla, başlarıyla ve maşalarıyla kökleri kazınmadıkça alınmayacaktır. Bu, milletimizin arzusudur.
Artık millet huzur istiyor, emniyet istiyor. Analar okumaya giden evlâdının ardında kara kara düşünmek, huzursuz olmak istemiyor. Evet, talebelerimiz üniversite kürsülerinde, kin ve ğayz kusan, ilim, irfan yerine fesat ve nifak tohumları eken soysuz profesörler, cüppeli eşkıyalar görmeyi hiç istemiyorlar.
İşte hükümetimizden istediğimiz budur, kahraman ordumuzdan isteğimiz budur. Bu anlayışla yaptıkları hareketlerinden dolayı onları en alt kademedeki Mehmetçiğinden generaline kadar tebrik eder, selâmlar sunarız.
İşte böyle Hocam.. Kim darbeci, cuntacı? Kim desteklemiş Darbe'yi, Cunta'yı? Ve şimdi Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ODTÜ için söylediklerine ve ne yazık ki sizin yazdıklarınıza nasıl da benziyor...
12 Mart'tan sonra ODTÜ ve memleket
ODTÜ devrimci gençlik hareketinin neredeyse bütün önderlerini katleden 12 Mart Cuntası, ODTÜ'de ve her yerde büyük bir baskı ortamı yarattı. 12 Mart'tan sonra Ankara'da öğrenci gençliğin ilk örgütlenmesi Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) çatısı altında ancak 1974 yılı ilkbaharında gerçekleştirilebildi. Çok kısa bir sürede binlerce öğrenci ADYÖD, hedef haline geldi ve 1974 sonbaharında Sıkıyönetim tarafından kapatıldı. Devrimci Gençlik örgütleri kapatılırken paramiliter çetelerin önü açıldı. 8 Kasım 1974'te Ülkü Ocakları'na mensup "komandolar", ODTÜ'ye silahlı baskın düzenlediler; öğrencilere silah ve dinamitlerle saldırıp üç öğrenciyi yaraladılar.
18 Aralık 1974'te 12 Mart sonrasının ilk öğrenci cinayeti işlendi. Yıldız D.M.M. Akademisi öğrencisi İYÖKD (İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği) Yönetim Kurulu üyesi, binlerce öğrencinin oylarıyla seçilmiş Şahin Aydın, bıçaklanarak öldürüldü. 1975'e paramiliter çete saldırılarıyla girildi. 21 Ocak 1975'de Ankara'da devrimci öğrenci Veli Yıldırım'ı katleden çeteler, 23 Ocak 1975'te Vatan Mühendislik Yüksek Okulu'nu işgal ederek devrimci öğrenci Kerim Yaman'ı öldürdüler. Ve bütün bu cinayetler "Kanımız Aksa da Zafer İslam'ın" sloganı eşliğinde işlendi.
Milliyetçi Cephe Hükümeti
Saldırıların dalga dalga bütün ülkeye yayıldığı günlerde Ankara devrimci gençliğinin mücadelesi üniversite ve fakülteler düzeyinde örgütlenen dernekler çatısı altında yürütülmeye başladı. ODTÜ Öğrencileri Kültür ve Dayanışma Derneği (ODTÜ-DER) de bu günlerde Şubat 1975'te kuruldu. ODTÜ öğrencileri ODTÜ-DER'e sahip çıktılar; altı-yedi bin ODTÜ öğrencisinin yaklaşık dört bini derneğe üye oldu.
12 Nisan 1975'te Adalet Partisi-Milli Selamet Partisi-Milliyetçi Hareket Partisi-Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Demokratik Parti'den ayrılan dokuz bağımsızın katılımıyla Demirel'in başkanlığında kurulan Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti'yle yüzlerce devrimcinin yaşamını yitireceği sistematik terör dönemi başladı.
ODTÜ-DER terör saldırılarına ve baskılara karşı 15 Mayıs 1975'te süresiz boykot başlattı. Altı ay süren boykot devrimci gençlik hareketinin akademik-demokratik kavgasına zengin deneyimler kazandırdı. 2 Kasım 1975'de binlerce öğrencinin katıldığı bir forumla ODTÜ yeniden açıldı. Devrimci Gençlik dergisinin çıkış "Bildirgesi" de ilk defa bu forumda dağıtıldı. Aynı ayın sonlarında toplanan ilk Öğrenci Temsilcileri seçimlerine ODTÜ-DER adayları olarak katılan Devrimci Gençlik yaklaşık 85 sınıf temsilciliğinin 65-70'ini kazandı. Türkiye İşçi Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi "Demokrasi İçin Güçbirliği" adıyla katıldıkları seçimlerde 15-20 temsilcilik kazandılar. Yazınızda "polisiye bir dille" "marjinal terör örgütü DEV-YOL'un gençlik kolu" olarak tarif ettiğiniz Devrimci Gençlik, Türkiye'nin en güzide üniversitelerinden ODTÜ'de"yasal", "resmi" seçimlerde büyük teveccüh görerek temsilciliklerin neredeyse üçte ikisini kazandı. Üçte birini de TİP ve CHP aldı. ODTÜ'de "marjinal" olan sizin "Cephe": MC, mahalleydi.
Semih Erbek'in öldürülmesi
Bu hal, bu "marjinallik" kaldırılamazdı. Seçimleri takip eden günlerde Tunus Caddesi'ndeki ODTÜ durağında servis bekleyen ODTÜ öğrencileri kimliği belirsiz kişilerce tarandı. Bir öğrenciyi ölümden kucağındaki kitaplar kurtardı. Ama Semih Erbek arkadaşı kadar şanslı değildi. 3 Ocak 1976′da Genelkurmay Başkanlığı önünde ODTÜ otobüsleri yeniden tarandı; çok sayıda öğrenci yaralandı; ağır yaralanan Semih Erbek, 40 gün hastanede yaşam mücadelesi verdikten sonra 11 Şubat 1976'da hayatını kaybetti.
Semih'in na'şını arkadaşlarına ve ailesine vermemekte ısrar eden polis, öğrencilere saldırdı; ateş açarak aralarında Ankara Yüksek Öğrenim Derneği Başkanı, binlerce öğrencinin oyunu olarak "seçilmiş" "legal" bir gençlik örgütünün lideri Melih Pekdemir'in de olduğu çok sayıda öğrenci yaralandı. Semih'in Ankara polisi tarafından memleketi Bursa'ya kaçırılan na'şını karşılayanlara Bursa polisi saldırdı ve 105 kişi gözaltına alındı.
Semih Erbek'in cenazesinde yaralanan Melih Pekdemir şimdi Birgün'de yazıyor; meslektaşınız, sorarsanız Erbek'in öldürmesi ve sonrasında yaşananları anlatacaktır. Hep kendi mahallenizde gezerseniz hep aynı hikâyeleri dinlersiniz. (Gazeteniz yazarlarından, Abdullah Çatlı'nın kankası, ülkücü paramiliter çeteleri sevk ve idare eden Ülkücü Gençlik Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, bu çeteleri ideolojik ve teorik olarak besleyen Genç Arkadaş dergisinin sorumlusu Mümtazer Türköne, Semih Erbek gibi faili meçhul/belli cinayetlere kurban giden onlarca devrimciyle ilgili ne anlatıyor? )
Parantezi daha fazla açmadan hızlıca 1977'ye geleyim.
Ve Ahmet... Ve Feramuz... Ve Ertuğrul... Ve İbrahim...
31 Ocak 1977'de ODTÜ Öğrenci Temsilcileri Konseyi seçimleri vardı. Yaklaşık 9 bin öğrencinin katıldığı seçimlerin sonucu temsilcilik dağılımı şöyle oldu: "marjinal terör örgütü DEV-YOL'un gençlik kolu" Devrimci Gençlik 76; Halkın Kurtuluşu 12; İGD: 8, CHP- Halkçı Devrimci Gençlik: 6; Militan Gençlik: 3; SGD: 2
Seçim sonuçlarını sizin Cephe: MC, mahalle, hazmedemedi. 13 Şubat 1977'de binlerce ODTÜ öğrencisinin, çalışanının, akademisyeninin demokratik seçimlerle tecelli etmiş iradesi hiçe sayılarak MHP'li Hasan Tan ODTÜ Rektörlüğü'ne getirildi. Ve dokuz ay sürecek boykot başladı. Bu demokratik tepkinin karşılığı şiddet oldu. 19 Şubat 1977'de ODTÜ öğrencisi Ahmet Ağaoğlu, 3 Mayıs 1977'de devrimci ODTÜ işçisi Feramuz Demir katledildi. 8 Haziran 1977'de binlerce öğrencinin oyuyla seçilip ODTÜ ÖTK Sözcüsü olan Ertuğrul Karakaya, jandarmanın arkasından ihtarsız ateş edip sonra da süngülemesiyle hayatını kaybetti. Boykotun sonunda 2 Aralık 1977'de paramiliter çetelerin silahlı-bombalı saldırısında İbrahim Baloğlu hayatını kaybetti; onlarca öğrenci yaralandı. Boykot döneminde paramiliter çeteler ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Yakup Kepenek'i öldürmeye teşebbüs ettiler; ODTÜ Akademik Konsey Başkanı Prof. Cahit Arf ve bazı diğer öğretim üyelerinin evlerini bombaladılar.
Ve geldi 12 Eylül ....
Filmi hızlı sarayım. 1978-1980 dönemi devlet terörüne eşlik eden paramiliter çete saldırıyla geçti. ODTÜ'de ve her yerde devrimcilere ve halka saldırdılar (Tek tek sayıp dökmeyeyim; Aralık 1978 Maraş Katliamı dönemin özetidir. ) devrimciler de kendilerini ve halkı bu saldırılara karşı savundular.
Ve geldi 12 Eylül... Darbe'nin devrimcilere zulmünü anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Sizin mahalle ise 12 Mart'ta olduğu gibi gayetle memnundu. Sızıntı mecmuası, Darbe'yi müteakip, 1 Ekim 1980'de yayınlanan 21. Sayısında Fethullah Gülen'in "Son Karakol" başlıklı yazısıyla "zafer" olarak kutladığı/kutsadığı 12 Eylül'ü selamladı:
"Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir.
Böyle bir ilk tefahhüs (inceden inceye araştırma) ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri Mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar (bozulmuş) olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece (tedavi) ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar (kanser) bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu (ışığı) saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin (dönüşüm) son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz."
12 Eylül'den Sonra ODTÜ
Cunta, "istihâlelerin (dönüşüm) son kertesine varabilmesi" için ODTÜ'de de ne gerekiyorsa yaptı; "yasal", "binlerce öğrenci tarafından seçilmiş" öğrenci temsilcileri, ÖTK yöneticileri ve yüzlerce ODTÜ'lü okuldan atıldı; içeri tıkıldı; işkencelerden geçirildi; gençlikleri mahpuslarda geçti. Ve beş ODTÜ'lü katledildi: İbrahim Eski 9 Kasım 1980'de, Behçet Dinlerer 13 Aralık 1980'de, Zafer Müctebaoğlu 15 Ekim 1982'de, Turgay Erbay 22 Ekim 1982'de ve Ahmet Pehlivan Haziran 1984'de Cunta'nın elinde can verdiler.
ODTÜ Öğrenci Derneği
12 Eylül'den sonra ODTÜ, Cunta'nın gazabından kurtulabilmiş unsurlarıyla faşizme karşı direnişini sürdürdü. 1983'de Özal iktidara geldi. Eylül 1985'te kısa zamanda binden fazla üyeye ulaşan, Türkiye'nin en büyük öğrenci derneği ODTÜ Öğrenci Derneği'nin (ODTÜ-ÖD) kurulmasıyla mücadelede yeni bir evreye girildi. Üç eğilimi, 12 Eylül öncesinin MC-Milliyetçi Cephe partilerini, MSP-MHP-AP'yi bünyesinde toplayan ANAP, 12 Eylül öncesi MC politikalarını ve 12 Eylül'ü tüm kurum ve kurallarıyla sürdürüyordu.
1985-1988 döneminde Özal İktidarı'nın uygulamalarına karşı direnen ODTÜ-ÖD ve diğer öğrenci derneklerini kapatmak, devrimci gençlik mücadelesinin önünü almak için ne gerekiyorsa yapıldı. Devrimciler derneklerini savundular ve gelecek kuşaklara mücadele geleneğini aktardılar.
Körfez Savaşı günleri...
1988-1990 dönemini mektubumun başında anlatmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim. Sizinle görüşmemizden sonra, 1990 yazı, Irak'ın Kuveyt'i işgali ve ABD'nin Irak'a müdahalesi tartışmalarıyla geçti. Özal "1 koyup 3 alalım"cıydı. Türkiye'nin savaşa katılmasını, Musul ve Kerkük'e girmesini istiyordu. Biz, devrimciler ODTÜ'de ve her yerde gücümüz yettiğince savaşı protesto ettik; Türkiye'nin savaşa girmesine karşı çıktık.
Savaş günlerinde, 14 Aralık 1990'da ODTÜ Öğrenci Derneği'nin (ODTÜ-ÖD) Genel Kurulu'nu topladık. Benim de Devrimci Gençlik adayı olarak katıldığım, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre kurulan, binden fazla üyesi olan "yasal" derneğimizin genel kurul toplantısı "yasadışı örgütlerin pankartları olduğu, yasadışı örgütlerin sloganlarının atıldığı" gibi sudan bahanelerle kapatılmasına gerekçe oldu.
Bu pankartlardan, sloganlar biri "Jandarma Defol Üniversiteler Bizimdir"di. 12 Eylül ve onun devamı Özal İktidarı'nın "anarşi-terör", "yasadışı örgütler", "12 Eylül öncesine dönülüyor" nakaratlarıyla ODTÜ'de ve her yerde kurduğu jandarma/asker/polis vesayetine karşı mücadeleyi formüle eden bu sloganı benimseyip askeri ve sivil (Özal) vesayete karşı çıkan, "terörist" ilan ediliyor; başına gelmedik kalmıyordu. Şimdilerde askeri vesayete karşı mücadelenin yılmaz savunuculuğunu yapanlar o zaman "Ne demek "Jandarma Defol"? Devletin askeri, devletin okuluna giremeyecek mi? diyerek Jandarma vesayetini meşrulaştırıyorlardı. (Gazeteniz yazarlarından, benim de hocam İhsan Duran Dağı bunlardandı; ODTÜ'deki jandarma işgaline/vesayetine ve bunun muhalif, devrimci öğrencilere baskı ve şiddet olarak yansımalarına karşı tek kelam ettiğini duymadım. Malum "Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır." )
Diğer bir slogan ise "Savaşa Hayır"dı. Özal'ın savaş politikalarına karşı çıkmak en büyük suçtu. Anarşiydi; terördü, "12 Eylül öncesine dönmek"ti. Biz bu suçları işledik; derneğimiz kapatıldı.
"Savaşa Hayır" dedik ama engel olamadık. 1991'e savaşla girildi. Çöl Fırtınası adı verilen savaş, 16-17 Ocak 1991'de ABD öncülüğünde Irak'a karşı girişilen geniş çaplı hava saldırısıyla başladı. Derneğimiz kapatılmıştı; ODTÜ-ÖD yoktu ama üyeleri vardı. ODTÜ-ÖD Üyeleri imzasıyla savaş karşıtı bildiriler yayınladık; protesto gösterileri düzenledik. Başımıza gelmedik kalmadı; gözaltına altındık; dayak yedik; işkencelere maruz kaldık; aylarca, yıllarca hapis yatanlarımız oldu ve katledilen arkadaşlarımız...10 Ocak 1991'de gözaltına alınan Hacettepe Üniversitesi öğrencisi Birtan Altunbaş, gördüğü ağır işkencelerden sonra 16 Ocak 1991'de hayatını kaybetti.
2012 biterken.. "Biz Bu Filmi Görmüştük..."
Filmi yeniden hızla sarayım: Hikâye böyle sürdü gitti; hükümetler geldi geçti ama bir şey değişmedi; her nevi muhalefet hareketi "anarşi", "terör", "12 Eylül öncesine dönülüyor" denilerek bastırıldı. Velhasıl-ı kelam gençliğimiz, bu memleketin gençliği tüketildi.
Ve geldik 18 Aralık 2012'ye, ODTÜ öğrencileri, 22 yıl önce aynı günlerde, Aralık 1990'da, Körfez Savaşı'nda bizim ANAP'ı, Özal'ı protesto ettiğimiz gibi, AKP'nin, Tayyip Erdoğan'ın savaş politikalarını eleştirmek, protesto etmek için gösteri yaptılar. 22 yıl sonra tıpkı bizim gibi, başlarına gelmedik kalmadı. Şiddet...Hiddet...Yine aynı laflar...Aynı nakaratlar..
Hocam, 26 Aralık 2012'de Zaman'da yayınlanan "ODTÜ: Bitirme planı bitmedi" başlıklı yazınız 12 Mart, 12 Eylül cuntacılarının ve onların "sivil" takipçilerinin kendilerini, baskı ve zulümlerini meşrulaştırmak ve iktidarlarını sürdürmek için kullandıkları bütün klişeleri içeriyor:
"ODTÜ'de olup bitenler asla öğrenci protestosu değildir. Profesyonelce tezgâhlanmış tertiptir. Çünkü şiddet ve teröre başvurmak, öğrenci eylemi değildir. Masum öğrenci protestosu değildir. Nitekim dün ODTÜ'yü ateşe veren 300 kişiyi yönlendirenler belirlendi. Bu kişilerin marjinal sol terör örgütleri DHKP-C, MLKP, DSİH ve Dev-Yol'un gençlik yapılanmaları içinde yer aldıkları tespit edildi."
Anarşi, terör, illegal örgütler, "12 Eylül, 12 Mart öncesine dönülüyor", "gençleri kullanan iç ve dış düşmanlar" vs. vs. vs.. Ve meşhur "Biz bu filmi görmüştük." klişesi...
Asıl biz bu filmi gördük... Yukarıda anlattım filmi/hikayeyi... Bu memlekette resmi-sivil terörün/şiddetin her türüne maruz kalmış, bırakın dirilerine, ölülerine bile rahat-huzur verilmemiş devrimcileri, hele hele ODTÜ'lüleri darbeye zemin hazırlamakla, şiddete başvurmakla suçlamak ne demek oluyor?
"Mağdur" olduğumuz halde "mağrur"uz; birileri "mağdur"u oynarken konuşmuyoruz; gözlerine gözlerine sokmuyoruz diye olabilir mi? Bir de iki de bir de "bir avuç", "marjinal" lafları... Vurula vurula, kırıla kırıla, asıla asıla bitmedik... Hala varız... Bu mudur mesele?
Bizim çocuklar hırpalanmayı değil; alınlarından öpülmeyi hak ediyorlar. Hataları yok mudur? Vardır elbette. (Orhan Gencebay'ın dediği gibi "Hatasız Kul Olmaz; Hatamla Sev Beni" ) Devrimci hareketin "büyümemesi" için elbirliğiyle ne gerekiyorsa yaptınız ve şimdi bizim de eleştirdiğimiz "çocukluk hastalıkları"ndan yakınıyorsunuz.
Ağabeylerimiz, ablalarımız bize "Hiçbir şey yapmayan hata da yapmaz; hata yapa yapa öğreneceksiniz" derlerdi. Çekin, elinizi, kolunuzu, bacağınızı bu çocukların üzerinden. Yalnız siz değil CHP de çeksin CHP değil mi Semih Erbek ve Necdet Bulut'un ölümünde dahli olduğuna dair ciddi iddialar olan Mehmet Haberal'ı milletvekili yapan. -CHP'nin siciline girmeyeyim; bu mektup bitmez- sırf bu bile yeter... Bırakın, bizim çocuklar kendi devrimci yollarında yürürler ve büyürler.
(Bu memleketin has, öz evlatlarının ağır bedeller ödeyerek yazdıkları toplumsal mücadeleler tarihini, bu tarihi yaratıp, yazıp kuşaktan kuşağa bin bir zahmet aktaran devrimcileri, bugün onların yolunda yürüyen ODTÜ'lüleri "marjinal sol terör örgütleri" klişesi içinde değerlendirmeyi size yakıştıramadım. Size kızdım; kırıldım. Bu halet-i ruhiye içinde saygı sınırlarını aşıp sizi incittiysem affedin. Size sevgim ve saygım bakidir. )
Bu duygu ve düşünceler içinde mektubuma son verirken selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Öğrenciniz Murat Gültekin (ODTÜ-ÖD Yönetim Kurulu Üyesi )(MG/HK)