"Babamın şehit edilmesinden bir gün sonra Hasan Kundakçı paşa bizim evimize geldi, tüm aileyi topladılar, yani ben ağabeyim Kamil Atak, ağabeyim Kukel ve diğer ağabeylerim ile bir kısım amcalarımın olduğu toplantı yapıldı. Bu toplantı Kâmil ağabeyimin evinde yapıldı. Hasan Paşa'nın ağabeyimden ne istediğini sorması üzerine ağabeyim Kamil 'bana Cizre ilçesinde arama yetkisi ver' dedi. Hasan Paşa da 'askerle beraber bu işi yapabilirsin' dedi. Bundan sonra biz şehir merkezinde yani Cizre şehir merkezinde daha rahat olmaya başladık. Şehir merkezinde arama, kimlik sorma ve gözaltı yapmaya başladık. Yanımızda asker olmadan dahi bu işlemleri yapabiliyorduk."
"Cudi mahallesinde Nergiz Sokağın üst kısmında Mustafa olarak bildiğim ve şu anda cezaevinde olan Hizbullah örgütü mensubu bir kişiye ait bir tane daha sığınak nezarethane vardı, bazen orayı da kullanıyorduk. Genellikle nitelikli sorgusu yapılacak Ya da infaz edilecek kişiler buraya götürülürdü. Bu yıllarda gerek Kamil ağabeyimin gerekse Kukel ağabeyimin nezarethanelerde çok miktarda askeri cephane, uçak savar silahı ve mühimmatı, Bixi silah ve mühimmatı, RPG 7 silah ve mühimmat, Kanas, keleş gibi silahlar ve mühimmatı bulunuyordu.
"Bunları genellikle Kamil ağabeyim getiriyordu, ayrıca el bombası da çok miktarda vardı. Bu köyün tamamı Hizbullah örgütüne aitti, çünkü köy sakinlerinin tamamını Hizbullah örgütü zorla köyden uzaklaştırmıştı. Köyün tamamını Hizbullah örgütü kullanıyordu. O yıllarda o köyde öldürülen Yusuf'un aile bireyleri ile ekmek yapmak için tutulan bir iki kadın dışında kimse yoktu, hepsi erkekti. Burada bulunan Hizbullah mensuplarının ağabeyim Kamil ile sürekli diyalogları vardı, çok sık görüşürlerdi. Benimde bulunduğum birçok arkadaşımız bu köye silah ve mühimmat çok götürdük. Genellikle taksiyle ya da yürüyerek malzeme götürürdük. Çünkü bizim mahallemiz şehrin dışındaydı karşı tepeden PKK'lılar bize ateş ederdi. Bize ettiği zaman bu köy bizim ile dağ arasında olduğu için onlara da yani Kuştepe köyüne de ederlerdi. Hizbullah mensupları böylece bize destek olurlardı."
Bu sözler Midyat M Tipi Cezaevinde hükümlü Mehmet Nuri Binzet'in Midyat Cumhuriyet Başsavcılığınca, 27 ve 30 Ocak 2009'da kendi başvurusu üzerine alınan ifadesinden. Binzet sadece bu Hizbullah evinde ve sadece kendisinin tanık olduğu 7 infazdan söz ediyor. Bu infazlar Albay Cemal Temizöz ve Korgenaral Hasan Kundakçı'nın da bilgisi dahilinde gerçekleşmiş.
Şimdi serbest bırakılan Hizbullahçılar arasında Binzet'in ifadesinde "şu anda cezaevinde" dediği "Mustafa"nın da adı geçiyor.
"Mustafa"yı kim serbest bıraktı? Yargı mı hükümet mi?"
Hizbullahçılar yalnızca Kürt devrimcileri ve yurtseverleri katletmekle kalmış olsa, yaygın medyada bu soru etrafında şimdi kopan büyük gürültü kopmayacaktı büyük olasılıkla. Ama, daha sonra yaşadıkları iç ayrışma sırasında yüzlerce başka Siyasal İslamcı'yı, bu arada kamuoyunda liberal İslamî yorumlarıyla tanınan feminist Konca Kuriş'i de hunharca katlettikleri ortaya çıkınca Hizbullahçılık, Türkiye çapında popüler öfke ve nefretin hedefi oldu. O yüzden 188 adam öldürme ve 84 yaralamadan sanık Hizbullah üyelerini serbest bırakmanın sorumluluğu kolayca üstlenilemiyor. "Kanun böyle ne yapalım" denilip geçilemiyor.
Süreçte, hem TBMM'nin ve hükümetin, hem yargının rolü olsa da nihai sorumluluğun Meclis'teki AKP çoğunluğunda ve Adalet Bakanlığı'nda olduğu açık.
İki nedenle bu böyle: Birincisi, tutuklulukta geçebilecek azami süreyi sınırlayan Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 102. Maddesi'ndeki değişikliği çıkartan Meclis'teki AKP çoğunluğunun denetimindeki hükümet, yargılamayı hızlandıracak ve yüzlerce insanın katilleri oldukları kanıtları ve tanıklarıyla ortaya çıkarılmış kişilerin layık oldukları cezaya çarptırılmalarını sağlayacak bir yargı reformu için parmağını kıpırdatmadı.
İkincisi, hükümet yasanın yürürlüğe girme tarihi yaklaşırken yargının karşı karşıya kalacağı yüklerle -bir an için hükümetin vehmini gerçeğin yerine koyarak yargının AKP hükümetine kötülük olsun diye Hizbullah sanıklarını serbest bıraktığını kabul edecek olursak o takdirde yargının manipülasyonuyla- başa çıkmak için gerekli önlemleri almadı.
Ancak AKP'nin bu tahliyelerden -kamu oyunu inandırmak istediği ölçüde- zarar gördüğünü, siyaseten kaybettiğini düşünmek için çok fazla neden yok. Hatta AKP'nin durumu kendi lehine çevirmek için serinkanlılıkla elinden geleni yapması doğasına çok daha uygun.
Esasen, Kürdistan'da Kürt Özgürlük hareketine karşı İslamlaştırmayı başlıca politik kaldıraç olarak kullana gelen AKP'nin, Hizbullahçıların tahliyeleriyle birlikte canlanan İslami militanlığı 2011 seçimlerinde kendi iktidarının onay zeminini genişletmek için bir imkan olarak değerlendirmek isteyeceğine hiç şüphe yok.
Kürt sorununu bir güvenlik sorunu olarak görmek konusunda Silahlı Kuvvetlerle görüş birliği içindeki AKP hükümetinin, JİTEM'in Hizbullahı Kürt Özgürlük Hareketine karşı kullanma taktiğinden de medet umacağını düşünmek için pek çok mantıki neden var, meğer ki, Hizbullah içine düştüğü zelil halin idrakine varmış olarak bu kullanma-kullanılma ilişkisine son verme iradesiyle çıkmış olsun cezaevinden.
Ne var ki, tahliyelerin hemen ardından Hizbullah'ın sözcüsü huseynisevda.net'te yayınlanan şu sözlerin de gösterdiği gibi bunu ummak beyhude:
"Toplum içinde derin nüfuzu olan Hizbullah'a harekete geçme hakkının verilmesi zamanı gelmiştir." (EK)