İsrail'in Lübnan'a düzenlediği askeri saldırının meşrulaştırılmış nedeni ise Hizbullah olarak gösterildi. Bu hikayeye göre ise Hizbullah kanlı bir terör örgütüydü ve Lübnan bu terör örgütünü besleyen ülkeydi. Peki ya işgal karşıtı direnişle özdeşleşen Hizbullah nedir, kimdir? O, Güney Lübnan'a yerleşmiş bir mülteciler grubu mudur? Yoksa Müslüman kardeşliği fikri üzerinden örgütlenen sıradan bir milis örgütü müdür?
Savaş çığırtkanlığı yapan kimi köşe yazıcılarımız Hizbullah'ı kanlı bir terör örgütü olarak değerlendirdiklerinden olsa gerektir ki İsrail'in saldırısı "gebersin teröristler" temennisi üzerinden olumlanarak, siyonist saldırının meşru olduğu fikri "ulusal bilinçaltımıza" kazınmak isteniyor,
Türkiye Hizbullahı: Hizbulkontra
Öncelikle Türkiyelilerin Hizbullah ile ilgili oldukça karanlık bir mazisi var. 1980'li yılların başında kurulan Türkiye Hizbullahı, amacını "laik devletin yıkılıp yerine şeriat düzeni getirmek" olarak tanımlamıştı ve bu yolda tebliğ, cemaat ve cihat safhalarından oluşan üç aşamalı bir stratejiyi benimsemişti.
1990'lara kadar Kürt coğrafyasında örgütlenen Türkiye Hizbullahı silahlı mücadelesini Kürt devrimcilere ve solculara yöneltti. Sayısız solcunun "fail-i meçhul" ölümüne neden olan örgütün devlet tarafından kullanıldığının açığa çıkmasıyla birlikte bölge halkı örgütü Hizbulkontra olarak tanımlamaya başladı.
2000'lere gelindiğinde, Öcalan'ın yakalanmasının ardından güvenlik güçleri, örgüte yönelik bir operasyon başlattı ve 3 bin civarında örgüt mensubu örgütün tüm gizliliğine rağmen her nasılsa(!) bir-iki hafta içerisinde yakalanıp hapsedildi. AKP'nin seçim sonrasında hükümeti kurmasıyla birlikte de hapsedilen yaklaşık 1000 Hizbullah üyesi af ile tahliye edildi.
Devlet güçleri tarafından tek tek ortaya çıkartılan mezar-evler, domuzbağı cesetler ve ardından örgüte yönelik gerçekleştirilen tasfiye operasyonu Türkiye Hizbullahı'nın devlet tarafından -PKK'ye karşı, kullanıldığının bir göstergesi olarak düşünülebilir.
Örneğin 2000 yılına kadar Milli Güvenlik Kurulu'na sunulan irtica raporlarında Hizbullah örgütünün yer almamış olması, örgütün devlet tarafından taşeron olarak kullanıldığı fikrini güçlendirmekte. Nitekim, o dönemde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Tümgeneral Teoman Koman'a bir gazetecinin Hizbullah ile ilgili yönelttiği soruya şu cevabı vermesi Türkiye Hizbullahı'nın devlet ile ilişkilerinin anlaşılması açısından daha açıklayıcı: "Hangi Hizbullah? Bir İran'daki Hizbullah vardır, bir de PKK'nın baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar!"
Lübnan'ın Hizbullahı: Anti-siyonist Asker, Anti-emperyalist Politikacı ve Sosyal Dayanışmacı
1982 yılında İsrail'in Güney Lübnan'ı işgal etmesiyle Beka Vadisi'nde kurulan Hizbullah ise Türkiye Hizbullahı'ndan farklı olarak amacını "İslam'ı Batı emperyalizmine karşı korumak, siyonist İsrail devletinin politikalarını Ortadoğu'dan silmek ve adil bir İslam rejimi kurmak" olarak açıklamıştı. Kuruluşunun ardından ABD elçiliklerine ve askeri birliklerine sayısız intihar saldırısı düzenleyen Hizbullah, yavaş yavaş Batılı ülkelerde önemli bir tehlike olarak görülmeye başlandı.
Örgütün lideri olarak kabul edilen Hasan Seyid Nasrallah, örgütü salt askeri bir güç olmaktan çıkarıp siyasallaşmasını sağladı. Çünkü çokkültürlü, çok dinli ve çok mezhepli olan Lübnan'ın nesnel koşulları ile İslami rejimin elde edilmesine yönelik gerçekleştirilen askeri mücadele arasında bir karşıtlık olduğu düşünülmekteydi. İlk kez 1992'de parlamentoya giren Hizbullah, 2005 seçimlerinde 23 sandalye ve 2 bakanlık (enerji ve su bakanlıkları) elde etti ve 2006 senesinin başında Hristiyanların Özgür Yurtsever Hareketi ile koalisyon kurdu.
2000 Mayıs'ında İsrail'in Güney Lübnan'dan çekilmesi, Hizbullah'ın siyasal gücünün tanınmasına ve Nasrallah'ın Arap dünyasınca saygınlık kazanmasına neden oldu. İsrail siyonizmi ile mücadelede müttefiki olarak gördüğü Hamas ile askeri ve siyasal bağı olan Hizbullah, Ortadoğu'da 100 bin civarında destekçi edindi.
Askeri ve siyasal örgütlenmesinin dışında kolektif dayanışma ağına da sahip olan örgütün yoksulların yaşadığı bölgelerde yürüttüğü birçok sosyal hizmet programı mevcut. 12 okulu, 13 hastanesi, 3 tarım merkezi Hizbullah örgütünün kolektif dayanışma ağı denetiminde yoksul ailelere hizmet vermekte.
400 bin kişinin yaşadığı Güney Lübnan'ın ekonomik, siyasi, askeri ve sosyal denetimini elinde tutan Hizbullah, halen ABD, İsrail, Kanada ve Hollanda'nın terör listelerinde yer almakta.
Savaş Siyonist Emperyalizm ile Hizbullah arasında
İsrail ile Lübnan arasındaki savaş aslında İsrail ile Hizbullah arasındaki savaştır. İsrail bu savaşın emperyalist, siyonist ve ezen tarafını temsil ediyorsa Hizbullah da anti-emperyalist, anti-siyonist ve ezilen tarafını temsil etmektedir. Birilerinin sandığı gibi de savaş Müslümanlık ile Yahudilik arasındaki çelişkiden kaynaklanmamaktadır.
Siyonizm ile Yahudiliği aynı kefede değerlendiren bazı kafası karışık faşistler (Türkiye'de kendini İslamcı zikreden bazı oluşumlar da buna örnek gösterilebilir) siyasi/ideolojik kategori ile teolojik kategoriyi aynı bağlamda değerlendirerek ideolojik dezenformasyon oluşturmaktadırlar.
Kapitalizmin dini olan gerici ulusçuluk (ulusun etnisite ve din ile tanımlanması) ekseninde Yahudiliğin örgütlenmesinin adı nasıl ki siyonizm ise siyonizmi Yahudiliğin kendisi olarak görmenin adı da pekala faşizmdir, ki burada, üretilen adaletsizlikler ve saldırganlıklar Yahudilik dininin ya da etnisitesinin kendisine bağlanmaktadır.
Siyonizm ile AKP'nin sınıfsal aidiyeti aynı: Din ve etnisiteyle tanımlanmış gerici burjuvazi!
Oysa sorun, Yahudiliğin kapitalizm tarafından ulusçuluk ekseninde örgütlenmesi sorunudur ve bu sorunun sınıfsal bir karakteri vardır. Nasıl ki AKP'nin sınıfsal karakteri Anadolu'nun Müslüman burjuvazisinin çıkarlarını savunmaya dayanıyorsa, siyonizmin sınıfsal karakteri de Yahudilik etnisitesi ile tanımlanmış seçkin burjuvaziye tekabül etmektedir.
İkisi de kapitalizmin ulusçuluk ekseninde örgütlenmesinin en gerici biçimleridir. Bu nedenle denilebilir ki, ne AKP Müslümandır, ne de siyonist İsrail Yahudidir. Çünkü artık söz konusu olan, etnisite, din ve inanç ekseninde tanımlanmış bir toplumsal sınıfın (burjuvazinin) kapitalizm tarafından örgütlenilen çıkarlarıdır.
Anadolu'nun Müslüman burjuvazisinin siyasal örgütlenmesi olan AKP'nin siyonist İsrail ile uyum halinde olması ve İsrail devlet yetkililerinin AKP'den duydukları memnuniyeti ifade etmeleri anlaşılırdır. Çünkü bu şu anlama gelmektedir; konjonktürel olarak Yahudi burjuvazisi ile Anadolu'nun Müslüman burjuvazisinin çıkarları uyum halindedir.
Ancak örneğin yoksul Müslümanların örgütlenmesi olan Hizbullah ya da FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) ile siyonist İsrail'in ve AKP'nin çıkarları terstir. Çünkü Hizbullah'ın varlığı, AKP'nin ve İsrail'in dayandığı sınıfın çıkarlarına terstir.
Müslümanlığı kapitalizm tarafından kendinden menkul hale getirilen AKP'nin Filistin'deki ve Lübnan'daki katliamlara karşı sessizliği de böylece daha iyi anlaşılmış olur. İsrail'in saçtığı vahşet ile AKP'nin bu vahşet karşısındaki kronik sessizliği, savundukları sınıfın çıkarlarının tabiatındandır.
Siyonizmin ve emperyalizmin karşısında durmak
Nesnel çıkarları olan bir toplumsal sınıfın (Yahudi burjuvazisi) etnisiteyle temellendirilmiş en gerici ideolojisi ve pratiği anlamına gelen siyonizmin karşısında durmak için de Müslüman olmaya gerek yok. Tıpkı siyonist saldırganlığa sessiz kalmak için Yahudi olmaya gerek olmadığı gibi.
Nitekim Lübnan'da yaşananlara yönelik hem bazı Yahudi çevrelerden, hem de komünistlerden yoğun tepkiler yağması anti-siyonist mücadelenin Müslümancıların tekelinde olmadığına, olmaması gerektiğine de örnektir. Bu çerçevede Devrimci Komünistler Birliği'nin (4. Enternasyonal Lübnan Seksiyonu) Hizbullah'a ilişkin değerlendirmeleri siyonizm ve emperyalizm karşıtı dayanışma ruhunun geliştirilmesi açısından manidardır.
Bununla birlikte Rusya'nın Çeçenya'daki faaliyetlerinin mümessili nasıl ki Ruslar, Rus halkı ve Rus etnisitesi değilse, İsrail'in Filistin'deki faaliyetlerinin mümessili de Yahudi yurttaşlar değildir.
Sorun, ulus-devlet olarak Rusya'nın veya İsrail'in çıkarlarının sömürgecileşip saldırganlaşması olarak koyulduğu takdirde faşistleşmenin ve antisemitizmin de önüne geçilmiş olur ki, bu durumda düşman Yahudiler ya da Ruslar olarak değil, emperyalizm ve siyonizm olarak belirlenmiş olur.
Savaş büyüyor, Türkiye savaşa ortak oluyor!
Tüm bunlarla birlikte ABD'nin NATO'nun askerini ve Birleşmiş Milletler'in (BM) de hukukunu kullanması yoluyla yürütmekte olduğu bir planla Türkiye'nin de "barış gücü" kapsamında Lübnan işgaline destek olması sağlanıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, bölgeye konuşlandırılacak uluslar arası bir güce askeri destek sağlayabileceklerine dair açıklaması hükümetin işgale destek vermeye hazır olduğu şeklinde okunabilir.
Bazı Avrupa Birliği ülkelerinin bölgeye konuşlandırılması düşünülen uluslar arası güce destek vermenin koşulu olarak bölgede ateşkes sağlanmasını istemelerine ABD ve İsrail'in sert bir şekilde karşı çıkması, emperyalizmin hedefi olan "Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını" sekteye uğratacağı düşünülmekte.
Evet, tüm veriler Lübnan işgalinin genişleyecek bir savaşa evrileceğini işaret etmekte. Hürriyet'in "Biz de İsrail gibi yaparız" manşetinden verdiği haber Türkiye'deki siyasal güçlerin Kuzey Irak'a yapmak istediği askeri saldırının ön hazırlığı olarak düşünülebilir. Yine aynı zamanda Kıbrıs'ın ABD ve İsrail tarafından stratejik üs olarak kullanılması, daha katı ve müdahaleci olduğu bilinen Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'na erken atanması savaş telaşının ve ön hazırlığının izleri olarak sayılabilir.
İşbirlikçilere karşı direniş
Lübnan işgalinde siyonizme ve emperyalizme direnişin odak noktası haline gelen Hizbullah'a, Dünya'nın farklı bölgelerinde bulunan Müslüman, anarşist ve sosyalist güçler tarafından destek mitingleri yağmakta. Türkiye'deki işgal karşıtı mitingler ise Türk devletinin meşrebine yakışır biçimde güvenlik güçleri tarafından sert biçimde bastırılmakta.
Hizbullah ise hava saldırılarıyla ve karadaki hızlı hareket edebilen milis güçleriyle İsrail'in kendisinden beklemediği direnişi var gücüyle sergilemekte. ABD'nin "Yeni Ortadoğu'su" hesabına katmadığı direnişlerle Vietnam'daki ve Irak'taki gibi fiyaskoya uğratılmaya hazır.
Türkiye'de ise kurulacak geniş tabanlı inisiyatiflerle bölgedeki direniş güçlerine destek büyütülebilir. Dayanışma ve direniş ruhunu yükseltmek isteyen tüm muhalifler, Ortadoğu'nun emperyalizmin elinde yeniden biçimlendirilmesine karşı güçlerini birleştirmelidir. (BD/AD )