Çocukluğumun siyah beyaz ekranlı televizyonlarında yayınlanan ve aklımda en fazla yer eden reklamlardan biri " İster iyotlu, ister iyotsuz; Billur tuz, Billur tuz! Akar akar akar..." şeklinde devam eden tuz reklamıydı.
Üstelik ezgisiyle aklımda kalmış. Büyük marketlerin daha olmadığı, bakkallara daha ambalajlı tuzların uğramadığı, iyotlu, iyotsuz ayırımı ve bilincinde olmadığımız o dönemlerde Silvan'ın tek tuz satıcısı Hacı Amca ve oğullarıydı. Hacı amcanın kaya tuzu yemeklerimizin, hamurumuzun, peynirimizin ve çocukluğumuzun o güzel günlerinin tadı tuzu oluyordu. Reklama inat biz tuzumuzu o ambalajlı tuzların fiyatının yarısına, nerdeyse iki üç misli daha fazlasın ilçemizin tek tuzcusu Hacı Amca'dan alırdık.
Küçücük tuzcu kulübesi çarşı merkezinde bulunan tarihi Aslanlı Burç'un mezarlıkla kesişen köşesinde, yer alıyordu. Demirden yapılmış bu ekmek teknesi bugünkü büfelerden de çok küçüktü ve demirden yapıldığı için yazın çok sıcak kışın da çok soğuk olurdu.
Kafasında yünden kasketi ve şalvarı ile hatırladığım Hacı Amca, müşterilerin olmadığı zamanlarda, siyah kalın mercekli gözlüğünü takarak masa niyetine kullandıkları küçük sehpanın üzerine koyduğu kuranını okurdu. Büyük oğlu sakattı, bu yüzden getir götür işlerini genelde küçük oğlu yapıyordu.
Küçük çocuğun sarıya çalan kumral saçları, kırmız yanakları vardı. Güleç bir çocuk olduğunu hatırlıyorum. Sabahları okula gider, öğleden sonra kulübede babasına yardımcı olurdu. Akşamları hava kararmadan dükkanlarını kapattıktan sonra evlerine dönmek üzere hergün bizim sokaktan geçerlerdi. Yıllar yılı bu böyle devam etti.
90'lı yılların başında faili meçhuller ve kayıplar dönemi başladı ve ölüm bir kabus gibi çöktü Güneydoğu'nun bir çok il ve ilçesinin üzerine. Adı Teksas olmuştu ilçemizin. O dönemlerde özellikle de 1990-95 yılları arasında faili meçhul yüzlerce cinayet işlendi ve birçok insan da kaybedildi. Akrabası dağda olduğu için öldürüldüğü iddia edilen yüzlerce insan...
Kürt sorunun en derinleştiği o yıllarda ilçenin yarsından fazlası hayatta kalabilmek için başka diyarlara kaçmak zorunda kaldı. Hayatımızın tadı tuzu kaçmış, Silvan hayalet bir şehre dönmüştü. Aradan yıllar geçmesine rağmen o kâbus gibi günler hepimizin belleğinde unutulmayacak izler bırakmıştı.
Geçenlerde annemle birlikte babamın mezarını ziyaret etmek için Silvan'a gittik, vaktiyle Hacı Amca'nın tuz kulübesinin köşesinde olduğu mezarlığa.
İlçenin bu en eski mezarlığında neredeyse yer kalmamış çünkü herkeste derin izler ve kayıplar bırakan faili meçhul kurbanların çoğu bu mezarlığa gömülmüştü. Üzerine 1990'lı yıllar kazılmış yüzlerce mezar taşı birer sessiz kalıt gibi...
Silvan'da mezarlıkların kapısında özellikle de Perşembe günleri, onlarca çocuk, yaşlı, ellerinde Yasin-i Şeriflerle, ölülerinin ruhuna parayla Yasin okutacak insanları beklerler. Hatta içlerinden bazıları bu yolla hayatını kazanıyor. Çoğunluğu erkek olan bu Yasin okuyucuları arasında o gün sadece bir kadın vardı, o da, daha önce de defalarca görmüş olduğum Dilşa Teyze idi.
75 yaşındaki bu yaşlı teyze yaklaşık on yıldır mezarlıklarda parayla Yasin okuyor. Yaşlı kocasının kanser olduğunu, emekli aylığıyla da ancak onun tedavi masraflarını karşılayabildiklerini söyleyen teyze, Yasin'den kazandığı harçlıkla günlük masraflarını karşılıyormuş.
Bu sefer Yasin'i Dilşah Teyze'ye okuttuk. Annem, oğlundan bir haber alıp almadığını sorunca "Hayır, daha bir haber alamadık, Allahım sen bana Halisim'den müjdeli bir haber gönder" diyerek gözünde biriken yaşları siliyor.
"Halis'e ne oldu Teyze?" diye sorunca "En küçük oğlumdu. 17 yıl önce ortadan kaybolduğunda daha 14 yaşında idi" diyor. Ramazan ayıymış, "Oruçluyduk" dior.
Halis camiye namaz kılmaya gidermiş. Kaybolduğu gün camide şüpheli tipler olduğunu söylemiş. Bir daha gitmeyeceğim demiş. Sonra Halis'in çarşıya çıkmışı ve bir daha geri dönmemiş.
Oğlunun kimler tarafından, neden kaçırıldığını bilmiyor Dilşa Teyze. 17 yıldır Halis'in bekliyor umutla. "Ama yok... Gelmedi Halisim" diyor ve gözyaşlarını siliyor yine.
Halis dışında iki oğlu ve dört kızı daha Dilşa Teyze'nin; "Halisim çok iyi bir çocuktu, kaybolmasaydı bana da, babasına da o bakacaktı, biliyorum," diyor.
"Ne iş yapardı Halis?" diye sorunca "Mezarlığın yanındaki küçük tuzcu kulübesi bizimdi kızım, oğlum da babası ve abisiyle orada çalışıyordu" diye cevap verince şaşırıyorum.
Yaşasaydı bugün 31 yaşında olacak olan o küçük sarı saçlı, kırmızı yanaklı çocuğun yüzü gözlerimin önüne geliyor.
Onun da binlerce kurban gibi ülkemizin kayıplar hanesine katıldığını, babamın mezarı başında, onun gözü yaşlı annesinden öğreniyorum.
Bir mezarı bile olmayan Halis'in bir gün geleceğini umut eden bu yaşlı bu kadın, hayatın ironisi gibi her hafta başkalarının mezarına okuduğu Yasinlerle hayata tutunmaya devam ediyor. Arada bir de derdini anlatarak içini döküp acısını anlatmaya çalışıyor.
17 yıl önce Halis'in nasıl ortadan kaybolduğunu bilmiyoruz, kimler tarafından kaybettirildiğini de. Ama bilinen bir gerçek var ki Dilşa Teyze de tıpkı 105 yaşındaki Berfo Ana gibi çocuğundan gelebilecek müjdeli bir haberi bekliyor, hem de büyük bir umutla...
Bütün annelerin ve özellikle Dilşa Teyze, Berfo Ana gibi kayıplarının yolunu gözleyenlerin Anneler Günü kutlu olsun! (HK/HK)