Şartlar her geçen gün ağırlaşıyor. Hava kurşun gibi ağır*.
Özellikle de 16 Ağustos 2015 tarihinde başlayan ve yüzlerce insanın ölümüne, on binlerce ev ve işyerinin yıkımına, yüz binlerce insanın kendi yurdunda mülteci durumuna düşmesine neden olan sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar sonrası, gerek iktidar gerekse halk açısından yaşam koşulları her geçen gün daha da ağırlaşmakta. [1]
Suriye savaşına müdahilliğimiz, İdlib operasyonuyla devam ediyor. İdlib, Suriye savaşının yılları içinde tarafların düğümlendiği noktalardan biri konumunda.
2012 sonunda, Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmasına rağmen ABD tarafından terörist oluşumlar listesine konulan, El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra’nın** ana bileşeni olduğu Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) karargahı durumunda olan İdlib’e giriş zor olmadı!
HTŞ ile anlaşma sağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İdlib içerisinde kontrol noktalarını oluşturmaya başladı. [2]
Astana görüşmeleri sırasında El Nusra ve benzeri örgütler tarafından “düşman” ilan edilen Türkiye’nin, HTŞ ile nasıl anlaşabildiği merak konusu.
Ayrıca, HTŞ ile yapılan anlaşma gereği, İdlib operasyonuna birlikte katıldığı Rusya ve İran’ın bu yapılan anlaşmaya uyup uymayacakları ve HTŞ ile yapılan anlaşmanın ne kadar süreceği de muamma olarak duruyor.
Elbette ki Türkiye’nin asıl hedefi Afrin. İdlib cehennemine girmeyi kabul etmesinin tek nedeni, güneyinde gelişen Kürt hareketini kontrol altına alıp, doğu ile batı arasına set çekerek güçlenmelerini ve birleşmelerini engellemek.
Suriye’de olduğu gibi genel politikasında da kesin hedefleri olmayan, duruma göre politika üreten, söylediklerini daha sonra yalanlayabilen, “B planının” hiç olmadığı Türkiye’nin yarına ait ne tür planlarının olduğunu söylemek güç.
Uçak düşürme olayından sonra Rusya ile yaşanan kriz sonrası dilenen özür ve ilişkilerin normalleşmesi için gösterilen olağan üstü çabalar dikkate alındığında bu durum daha net ortaya çıkıyor.
Astana görüşmelerinde bir araya gelen Rusya, İran ve Türkiye’nin asıl hedeflerinin, başta Kerkük ve Musul olmak üzere, ana kaynakları kuzey Suriye’de bulunan petrol kaynaklarının yönetimine sahip olabilmek ve dünyadaki benzer durumda olan halklara “kötü örnek(!)” olan Kürt hareketini kontrol edebilecek duruma gelebilmek.
Üçlü koalisyon içerisindeki Rusya’nın bir diğer hedefi de, bölgedeki ABD askeri ve siyasi gücünü dizginleyip/geriletip bölgede hakim pozisyonuna kavuşmak.
Suriye’deki belirsizlik ve savaşın getirdiği ekonomik yükü hissedebilmek zor değil.
Meclisteki torba yasayla çıkarılmak istenen yeni vergiler ve vergilerdeki astronomik artışların nedeni, girilen ekonomik krizi atlatabilmek ve savaşın yükünü hafifletmek.
İzlenilen yanlış politikalar sonucu girilen ekonomik krizin faturası, her zaman olduğu gibi halka çıkarılıyor.
Bir tarafta, birçok firmanın milyonlarca (toplamda milyarlarca) liralık vergi borçları sıfırlanırken diğer tarafta sınırsız devlet yönetim harcamaları “itibarda tasarruf olmaz” diyerek kısıtlanmazken, “ciddi ihtiyaçlarımız var, savunma sanayinde kullanacağız” [3] diyerek astronomik vergi artışlarıyla yaratılmak istenen ek bütçe, yaşamımızın daha da zorlaşacağının bir göstergesi olarak karşımızda durmakta.
Dış politikanın tehdide dayandırıldığı, Almanya karşısında gazeteci Deniz Yücel ve Büyükada da gözaltına alınarak tutuklanan insan hakları savunucuları, Amerika karşısında ise, “ver papazı al papazını” gibi bir takas önerisine konu olan, İzmir Diriliş Kilisesi Rahibi Andrew Craig Brunson ve İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Mehmet Topuz gibi ABD vatandaşlarının ve çalışanlarının koz olarak kullanılması politikaları, Türkiye’yi çıkmaza sokmaya devam ediyor.
Belki de bardağı taşıran son damla, İstanbul Başkonsolosluğunun bir çalışanının daha hakkında soruşturma açılması haberi oldu ki daha sonra, bu kişinin eşi ve çocuğu gözaltına alındı. [4]
Avrupa Birliğine üyelik görüşmelerinin tıkanıp dondurulması noktasından, Türkiye ile ilişkilerin kesilmesi noktasına savrulan dış politika ilişkileri, Amerika tarafından keskin bir dille, vize işlemleri askıya alınarak yeniden gündemleşti!
Financial Times gazetesindeki habere göre, ABD’nin eski Ankara Büyükelçilerinden James Jeffrey “Hiçbir Amerikan yönetimi, karşısındaki ülke ne kadar önemli olursa olsun böyle bir baskı altına alınmaya izin vermez. Bu, Türk sistemi içinde ABD’yi bilerek hedef alan unsurlarla ilgili bir anlaşmazlık. Ve bu Erdoğan ve Trump seviyesinde çözümlenmeli. Rusya’da bile atmadığımız çok alışılmadık bir adım bu” deniliyor. [5]
Devamında gazete, “Erdoğan’ın ABD’nin Fethullah Gülen’i iade etmemesine, Washington’ın Suriye’deki Kürt militanlara desteğine ve İran’a yönelik ambargoları İran’a altın satarak deldiği iddia edilen bir iş insanının ABD’de tutuklu olmasına öfke duyduğunu” yazıyor.
Financial Times, uzmanlara göre Batı’yı düşman olarak göstermenin iç destek anlamında Erdoğan’ın işine yaradığını ancak vize krizinin piyasalara etkisinin Erdoğan’ın politikalarının ekonomiye yönelttiği tehdidi gösterdiğini vurguladı. [6]
Arkasından gelecek olumsuzluklar düşünülmeden uygulanan politikaların ekonomiye verdiği zarar küçümsenmeyecek boyutta.
Sınır komşularıyla “sıfır sorun” denilerek başlayan, dünyada sorun yaşanılmayan ülke bırakmayan dış politikalar, 17 – 25 Aralık operasyonlarının hukuksuz biçimde kapatılmaya çalışılmasının bedeli olarak yansıyan Zarrab davası nedeniyle kaybedilen itibar, Katalonya’da yapılan referandumda şiddet uygulayan polise yapılan “burası Türkiye değil” uyarısının aşağılayıcılığı ve başbakanın “2018 yılı zor bir yıl olacak” demeci, zorlaşan yaşam koşullarının gittikçe ve daha da artacağının belirtileri.
Yönetenlerin, “Biz Kabile devleti değiliz” vurgusunu sürekli yapmak zorunda kalmak kadar küçültücü başka bir durumun olmayacağını düşünememeleri bile başlı başına büyük bir sorun!
Şiddetin sürekli artması, şiddet uygulamak zorunda kalan gücün çaresizliğini gösterir.
Şiddet arttıkça son yaklaşır.
Tünelin ucu görünür.
Şiddetten alacağımız yaralar daha fazla artmadan tünelin ucuna ulaşabilmek dileği ile… (NT/HK)
(*) Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır bağır bağır bağırıyorum.
Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...
O diyor ki bana:
Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem gibi yana yana...
Dert çok,
Hem dert yok
Yüreklerin kulakları sağır...
Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona:
Kül olayım
Kerem gibi yana yana.
Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır bağır bağır bağırıyorum.
Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum.....
Nazım Hikmet Ran - 1930 Mayıs
(**) Nusra Cephesi adını Fetih el Şam olarak değiştirmişti. 2016 sonunda El Kaide'den ayrıldığını duyurdu ve Heyet Tahrir el-Şam adını aldı.