“gülerken yüzün
dem çeken bir güvercinin sesini
için için büyüyen çimenleri
baharda lunaparkı, bayramyerini
ve alışkanlıklar dışında her şeyi
**
gülerken yüzün
aşıyor geçmişin acılarını
kendini yarına değiştiriyor”
Gülten Akın
İyimser çocukluk anıları anlamlarını bazen bir fotoğrafta, filmde, şarkıda, kitapta bazen insanda saklar. Geçmiş günleri hatırlamak, o günlerin insanlarına ait hikayeleri dinlemek, o hikayelerin sizin hayatınıza, ailenize nasıl sızdığını kavramak, zihninizin geniş duvarlarına iz bırakır. Yaşamı kavrama çabası, insanın içine doğduğu evin odalarından hayatın salonuna açılır. Anımsadıkça bir kokunun tende bıraktığı hayalin peşinden koşar gibi yorulursunuz. Sanki henüz sahip olunmamış, bilinmeyen yeni bir lisanla tanımlayabileceğiniz bir şey ararsınız. Büyüdükçe hayata ısrar ettikleriniz birikir. Dünyanın boşluğuna bırakılmış ipin ucundan tutarcasına öğrenirsiniz biriktirdiklerinizin aslında bizatihi kendiniz olduğunu. “Ama”larla imlenen donuk ifadelere cevabınız “iyi ki”lerle başladığında anlarsınız geçmişin hiç de eskiyen olmadığını.
İşte, tam bu yüzden bazı insanları anlatmak zordur. Sözün cümleye incelikli davranmasını ister insan. Söz ki eylül ayının bir gününe yıldızlara sitem eden karanlık misali ölümü hatırlatansa tekrar, harflerin huzursuzluğu ağrı olur yerleşir parmağın ucuna. Hoyrat zamanların hikayesi, silinemeyen zarifliklerin gölgesinde suskunlaşır. Belki en çok o anlarda bir fotoğrafa bakış olan gözlerin konuşkanlığı söz olur, cümle olur da harflerin eğrisine, hayat, kendi soluğunun telaşından utanır.
Bazı insanları anlatmak zordur. Eylül ayının on altıncı gününde yitip giden bir gülümsemenin şu dünyada bıraktığı izin tesellisi, hatırımızda kalanlara selamsa, o selamın sahibi Tarık Akan’dır. Annenizin gönül verdiği, babanızın kıskandığı, çocukluğunuza ağabey, gençliğinize arkadaş Tarık Akan… Sevmek denen o umutlu isteğin sardığı ne varsa hayata bahanesiz, onun gözlerinden bakar; derin ve aydınlık. Kâh bir okul sırasına oturan haylazlıkta kâh aşkın en delişmen anındaki coşkuda kâh emeğine tutunan dirençte. Dünyanın geçiciliğine açtığı sayfaların hangisi bizim anlattıklarımızla doldurulabilir bilmiyorum lakin çoğumuzun henüz doğmadığı yılların içinde başlayan mücadelesinin yankısı her yerden duyulandır.
Bazı insanları anlatmak zordur. Öldüğü günün öğleden sonrasında bindiğiniz vapurun arka tarafında gündelik hayatın olağan akışının hesabını dalgalara yüklemiş savururken gözünüzü dolduran, ömrünüzün içinden eksilen hikayelerin bir daha aynı güzellikte anlatılamayacak oluşudur. Çünkü o hikayelerin baş kahramanlarından biri artık yoktur. Biçimlendiremediklerinize serzeniş, ertelenen hayallerin resmi gibidir. Kötülüklerin kirlettiği her duyguya, aşka, emeğe, lâl edilen dillerin varlığına, yoksulluğa, örseleyen, parçalayan, yok sayan her ne varsa karşısında dimdik duran eyvallah etmeyen onura, sadeliğe ait söylenecek sözlerin hepsinde ismi olandır Tarık Akan. Yaşadıklarının karanlık uğultusundan gülümsemesine sahici bir içtenlik yerleştirendir aynı zamanda. Büyük harflerin çığırtkanlığından çok, sakin cümlelerin yakınlığını tercih eden bir insanın yokluğu, huzursuz bir yoksunluktur. Ardından kurulan cümlelere eşlik eden her “ama” nın sahibinin hissedemeyeceği de bu yoksunluktur. Adının yanına “iyi ki”leri yakıştıranların özlemi ise, Hababam Sınıfı’nın Damat Ferit’inden, Yol’un Seyit Ali’sine evrilen hayatının dünyaya konukluğunda ardında bıraktığı duyguların varlığınadır. Tıpkı yazıyı başlatırken şairin dediği gibi tamamlamak şiiri, gönlümüzün Tarık Akan’a borcudur:
“gülerken yüzün
sanki çarmıhını kırmışsın
senin ve ardından geleceklerin
aylası alnına düşmüş gecenin
oturmuş ağlıyor kendisi
**
bunu öyle candan öyle yürekten
öyle bir tutkuyla istiyorum ki
aklımda hep öyle kalmalısın” (FD/ÇT)