Gus Van Sant'ın son filmi Milk aktivist Harvey Milk'in New York'tan San Francisco'ya doğru çıktığı yolculukla başlayan ve cinayetiyle sonlanan siyasi kariyerini anlatıyor. Film, 50'li ve 60'lı yıllarda eşcinselleri hedef alan baskıcı ve ayrımcı tutumu belgeleyen gazete kupürleri ve polislerin eşcinsel barlarına yaptıkları baskınları ve tutuklamaları gösteren arşiv görüntüleriyle açılıyor.
Milk'in New York'ta kırkıncı doğum gününde bir metro istasyonunda daha sonra sevgilisi olacak Scott (James Franco) ile karşılaşmasını, ardından büyük bir sigorta şirketindeki işini, muhafazakâr ve apolitik hayatını geride bırakarak San Fransisko'ya doğru sevgilisiyle birlikte çıktıkları yolculuğu, işçi sınıfı ağırlıklı bir Irlanda-Katolik mahallesi olan Castro'da açtıkları bir fotoğraf dükkânında başlayan ve daha sonra Castro mahallesine, San Fransisko'ya ve nihayetinde Kaliforniya'ya yayılan eşcinsel mücadeleyi belgeleyen görüntüleri parçalar halinde izliyoruz.
Milk, yönetmenin daha önceki filmleri gibi sonu ölümle sonuçlanacağını baştan bildiğimiz bir yolculuğun hikâyesini kopuk ve dolambaçlı bir anlatım tarzıyla, hikâyenin akışından ziyade görsel ve hissel dokuyu ön plana çıkararak anlatmaya başlıyor. Ancak seyirciye bir günlük okuyormuş ve bu günlük eşliğinde görüntüler seyrediyormuş izlenimi veren bu parçalı anlatım tarzı filmin ilk yarım saatinden sonra yerini geleneksel bir tarza bırakıyor. Filmin geri kalanında hikâyenin dramatik etkisi ön plana çıkarılırken, buradan sonra olayların kronolojik çizgisini takip eden film, yönetmenin deneysel üslubunun aksine adeta verite tarzında ilerliyor ve neredeyse bir hareketin ve dönemin kaydını tutuyor.
Tarihin Akışını Değiştirmek
Gus Van Sant'ın son filmi Milk, Robert Epstein ve Richard Schiechen'in 1984 yılında yaptıkları ve 'En İyi Belgesel' dalında Oscar alan efsanevi belgesel The Times of Harvey Milk'e ('Harvey Milk'in Dönemi') dayanıyor. Olayların akışı itibariyle birbirinin neredeyse aynısı olan film ve belgesel, Harvey Milk'in hikâyesini nasıl bitirdikleri noktasında birbirlerinden ayrılıyor.
Gus Van Sant'ın filmi, Milk'in suikasti sonrasında sokaklara dökülen ama şiddete şiddetle cevap vermemeyi en yerinde tepki sayan binlerce insanın ellerinde mumlarla yaptıkları veda yürüyüşüyle bitiyor. Tıpkı Milk'in arzuladığı gibi, onu öldüren kurşun yüzlerce eşcinselin içinde saklandığı dolabın kapısını kırıyor. Daha önce güvensiz hissettikleri yollarda bu kez gururla ve omuz omuza yürüyorlar. Dramatik bir müzik eşliğinde sunulan bu görüntüler tarihin akışının değiştiğine dair inancımızı ve değişmeye devam edebileceğine dair ümidimizi pekiştiriyor. Milk'i öldüren White'ın yargı süreci ve sonrasında çıkan şiddetli ayaklanma ekrandan bir-iki cümlelik özetler halinde geçiyor.
Dan White'ın yargılanması sırasında eski bir polis, dinine bağlı bir Katolik, Amerikan değerleriyle büyümüş ve yeni doğmuş çocuğunu da bu değerlerle büyütmeye çalışan bir baba, finansal zorluklar ve aile sorumlulukları yüzünden depresyon geçiren ve danışmanlar konseyinin kötüye gidişinden dolayı ümitsizliğe kapılan bir idealist olarak temsil edildiğini belgeselden öğreniyoruz.
Tarihe daha sonra 'Twinkie' savunması olarak geçecek olan ve White'ın yediği abur cubur gıdalar yüzünden akli dengesinde bozulma olduğunu, cinayetleri de bu yüzden işlediğini iddia eden savunma başarıya ulaşıyor. Eşcinselleri ve azınlıkları dışlayan jüri White'ı empatiyle karşılıyor ve içinde bulunduğu finansal, profesyonel ve psikolojik durumu göz önüne alarak cinayet yerine kasıtsız adam öldürmekten yargılayarak yalnızca beş seneye mahkûm ediyor.
Yargı süreci, Amerika'nın halen bir eşcinselin öldürülmesinin kabullenilebilir olduğu ve beyaz orta sınıf aile değerlerinin her şeyin üzerinde olduğu bir yer olduğunu gösteriyor. Mahkeme kararının açıklanmasından bir gece sonra Beyaz Gece Ayaklanması ('White Night Riot') olarak bilinen ayaklanma gerçekleşir. On binlerce kişi sokaklarda ateşle yürür, polisle çatışmalar sırasında arabalar devrilir, dükkânların camları kırılır. Aslında hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu ve beyaz orta sınıf Amerikan değerlerinin bir kez daha kazandığını gösteren yargı süreci binlerce eşcinseli kızgınlığa ve şiddete sürükler.
Belgeselde röportaj yapılan aktivistlerden birinin söylediği gibi, tarihin akışı bir kez daha değişmiş ve bir eşcinseli öldürmenin kabul edilebilir olduğu bir noktaya tekrar dönülmüştür. Milk'le değişti sanılan tarih aslında Milk'e rağmen aynı kalmıştır. Milk'in başlattığı hareket eşcinseller için tarihi bir dönüm noktası olmasına rağmen mahkeme süreci aslında pek çok şeyin aynı kaldığını ve adaletin her zaman Amerikan orta sınıf değerlerinden yana olduğunu bir kez daha göz önüne sermiştir.
"Ümit, Eylem Ve Değişim"
Milk, yönetmenin önceki filmlerinden farklı olarak, ana akımın kendilerine dayattığı yoldan yürümeyi reddetme cesareti gösteren, yolunu kolektif biçimde çizen mücadeleci ve inançlı bir gençliğin hikâyesini anlatıyor ve iyimser bir film olarak karşımıza çıkıyor. Lineer kronolojisi ve kusursuz anlatımı filmin değişime dair güçlü bir iddiada bulunabilmesini mümkün kılıyor. Van Sant, adeta Harvey Milk'in peşinden giderek "yalnızca ümit ederek yaşayamazsınız ama ümit olmadan hiç yaşayamazsınız," diyor.
Gus Van Sant, Harvey Milk'in hikâyesini, suikasti sonrasında yollara dökülen ve onu sessizce ve saygıyla uğurlayan binlerce insanın mumlar eşliğinde yürüyüşüyle bitirerek ümitli bir şekilde kapatıyor. White'ın yargı süreci sonrasında çıkan Beyaz Gece Ayaklanmasını Amerikan tarihinin en fazla şiddet içeren eşcinsel yürüyüşü olduğu halde bir tek tutuklamanın olmadığı bir ayaklanma olarak filmin sonunda akan yazılarla sunarken de bu ümidi pekiştiriyor.
White'ın yargı süreci alternatif gençliğin Amerikan muhafazakâr yaşamına bir kez daha boyun eğmek zorunda kalışının kanıtı, Beyaz Gece Ayaklanmaları bu muhafazakâr değerlerle savaşmaya devam etmeye hazır bir gençliğin isyanının ve kızgınlığının göstergesiydi. Van Sant, Dan White'ın yargı sürecini ve ayaklanmaları filmin dışında bırakarak aslında ümitli değil karamsar bir mesaj veriyor ve yenilgiyi kabul etmiş, itaatkâr bir gençliğin portresini çiziyor. (EÖ/SÇ)
* Esra Özkan'ın aylık sinema dergisi Alt Yazı'nın Mayıs sayısında yayımlanan "Milk'in Yeniden Yazdığı Tarih" başlıklı yazısından kısaltarak yayınladık. Tamamını dergide okuyabilirsiniz.