Kürt halkının yasal temsilcisi olan DTP'nin kapatılmasının ardından, geçen hafta KCK'ya yönelik operasyon kapsamında 10'u Belediye Başkanı, 35 kişi gözaltına alındı. Takip eden süreçte, yedisisi Belediye Başkanı olmak üzere 23 kişi tutuklandı. Kürtlerin meşru temsilcilerine karşı yürütülen sistematik operasyonlar, Hükümetin demokratik açılım hamlesinin içkin çelişkilerini gözler önüne serdi. 17 Aralık'ta, "Milli Birlik ve Demokratik Açılım" projesinin basın toplantısında İçişleri Bakanı Beşir Atalay, bu sürecin en önemli öncülünün "PKK'nın tasfiye edilmesi" ve "terörü(n) ve onun beslendiği olumsuz zemini(n) ortadan kaldır(ılması)" olduğunu belirtmişti. Nitekim, ilerleyen günlerde, 'terörün beslendiği olumsuz zeminin tasfiyesi'nden kastedilenin Kürtlerin meşru temsilcilerinin -siyaset dışı bırakıldığı yetmezmiş gibi- susturulması, gözaltına alınması ve tutuklanması olduğunu hep birlikte gördük. Bu bağlamda, demokratik açılımın aktörleri kimlerdir, bu sürece kimler dahil olmaktadır ve kimler dışlanmaktadır, soruları oldukça gereksiz hale geliyor. Yine de bu mevzuda birkaç kelam etmeyi zaruri görüyorum. Bizatihi bu süreç dahilinde, Hükümet Kürtlerle muhatap olmadan, hatta Kürtleri dışlayarak (Kürt halkının siyasi aktörlerini devredışı bırakarak) bir demokratik açılım peşinde olduğunu gösterdi. Devlet, TRT Şeş örneğinde olduğu gibi, bir "Kürtlük davası olacaksa onu ancak ben bilirim" saiki ile, tek taraflı açılım-ya-da-kapanım teşebbüsünde bulundu. Tabiri caizse, yegane siyasi aktör olarak "hem yazdı hem de oynadı." Bu vesileyle, demokratik açılım başlığının kenarına iliştirilen "Milli Birlik" ibaresinin -açılım başlıbaşına bir milli devlet projesi midir?- önemini idrak etmiş olduk. Fakat benim bu yazıda gündeme getirmek istediğim, salt siyasal analizlerden biraz sıyrılarak, 'demokratik açılım' sürecinde kullanılan devlet dili ve jargonu. Nitekim, yukarıda söylediğim gibi, "terör ve onun beslendiği olumsuz zeminin ortadan kaldırma(sı)" söyleminin nihai ehemmiyetini geçen sürede anlamış olduk.
İlk önce, bu süreçte çok sık kullanılan "tasfiye etmek" lafzını yapıbozumuna uğratmak gerekli diye düşünüyorum. Linguistik olarak tasfiye, "arıtma, ayıklama, temizleme" manalarına geliyor; hukuki-iktisadi olarak ise, "bir ticaret kuruluşunun batması, kapanması [gibi sebepler üzerine] alacaklılara, ortada kalan mal ve paradan paylarına düşen miktarın verilmesi" anlamında kullanılıyor. İki durumuda göz önüne alarak, biraz da niyet okuması yaparak, Hükümetin kastettikleri üzerine kafa yormak gerektiğini düşünüyorum. İlk durumda, devlet/Hükümet Kürt meselesi hususuda bir mutabakata varmak yerine, PKK'yi, DTP'yi ya da terörü tasfiye ederek 'temizlenmek, arınmak' istiyor olabilir. İkinci durumda ise, hükümet DTP'yi siyasetdışı bırakarak ya da 'tasfiye' ederek -ortada kalan bir mal varlığı söz konusudur, bu da DTP'ye artık oy veremeyecek olan bir seçmen kitlesidir- daha fazla "pay sahibi olmak" ve siyasi temsiliyet kazanmak derdindedir. İlk durum, Cumhuriyet tarihi boyunca alışık olduğumuz, Kürtlere yönelik asimilisyon ve yok-sayma politikaları çerçevesinde, milliyetçi bir sterilizasyon ve homojenleşme refleksine; ikinci durum ise Hükümetin meşruiyetini sağlama almak ve siyasal tabanını genişletmek için başvurduğu bir pragmatizme işaret ediyor. Dolayısıyla, tasfiye söylemi üzerine biraz daha dikkatli düşünmek gerek. Nitekim, birkaç gün önce yaptığı basın açıklamasında, Barış Meclisi sözcüsü Tahmaz, Kürt sorununun 'tasfiye' ile çözülemeyeceğini belirtmişti.
Birkaç örnek üzerinden, bu söylemsel analize devam etmek istiyorum. DTP'nin kapatılması sonrasında siyasal haklarını aramak ve kararı protesto etmek isteyen seçmenler -bu gösterilerde kullanılan yöntemler elbette tartışma konusu yapılabilir- ve bilhassa gösterilere katılan gençler, Hükümetin sözcüleri tarafından "terörist" ilan edilmişlerdi. Hükümet, ter taraflı gerçekleştirdiği açılım-ya-da-kapanım sürecine muhalefet edenleri, 80lerde ve 90larda gelenekselleşen bir devlet refleksinin devamı içerisinde "terörist olmak"la suçlanmıştı. Bunun yanında, vurgulaması gereken DTP'nin kapatılması sürecinde Devletin kayıtsız kalırken kullandığı/geliştirdiği dil. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, DTP'nin kapatılması hususunda, "Anayasa Mahkemesi ne yapsın, yasalar böyle ve mahkeme de yasaları uyguluyor" demişti.1980 yasasını oluşturan militer vesayete referans vererek, bu haksız durumdan sorumlu olmayacaklarını, mevcut Hükümetin sessizliğinin meşru bir zemine dayandığını kastetmişti. Oysa, oldukça yakın bir geçmişte AKP kapatma davasında, mesele bir demokrasi savaşı haline getirilmiş, Anayasanın bir an önce değiştirilmesi gerekliliği bahsi gündem oluşturmuştu. Askeri vesayet altında ezilmediğini, gündemde olan Ergenekon Operasyonu vesilesi ile bildiğimiz Hükümetin, en azından buğz etmesi beklenebilirdi.
Sonuç olarak, genel bir değerlendirme ile, kapatılan DTP'den BDP'ye geçerek yasal zeminde mücadele etmeyi seçen, barış hususunda ısrarlı olan ve sokak eylemlerinde şiddetin sonlanması için sağduyu çağrısında bulunan meşru Kürt temsilcilerinin istikarını takdir etmek gerekiyor. Şu aşamada, salt bir devlet projesi olarak halklara ait olmayan, hatta halkları oldukça dışarıda bırakan, demokratik açılım sürecinin normalleşmiş bir siyasal ortam yaratmasını ve Kürt halkının haklarını iade etmesini temenni etmekten başka bir şey elden gelmiyor.(İK/BÇ)