Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye demiryolu hattının temel atma töreni için Kars'a yapacağı ziyaretin arifesinde Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu görevinden alındı.
İki olay arasında bağ bulunduğunu sanmıyoruz ama diplomatik çevreler yine de paralellik kuracaklar.
Gül'ün bu ziyaret çerçevesinde Ani harabelerini gezmesi ve Ermenistan'a mesaj göndermesi beklentisinin de etkisiyle.
Türk Tarih Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'na bağlı. O da Devlet Bakanı Mehmet Aydın'a. Aydın'ın bakanlığı ise Başbakanlığa.
Bu tablo, Halaçoğlu'nun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en azından bilgisi ve onayı dahilinde Devlet Bakanı Aydın'ın kararıyla veya tercihiyle görevden alındığını ortaya koyuyor.
Halaçoğlu'nun misyonu
Anayasa'nın 134'üncü maddesi ve 2876 sayılı yasa uyarınca siyasi otorite tarafından göreve getirilip uzaklaştırılması nedeniyle Halaçoğlu'nu üst düzey bürokrat olarak nitelememiz yanlış olmaz.
Böyle bir statüye sahip bir yetkili, hele çalışma alanı nedeniyle son derece hassas sayılan bir kurumun en tepe yöneticisi neden görevden alınır?
Aklımıza gelen olasılıkları sayalım:
Görevini savsaklamak veya kötüye kullanmak, partizanlık yapmak veya yapmamak, devlete zarar vermek, iktidar politikalarıyla ters düşmek, görülen lüzum üzerine.
Resmi Gazete'de yayınlanan kararda herhangi bir gerekçe belirtilmiyor ama hükümetin tasarrufu "Görülen lüzum üzerine"ye yakın duruyor.
Tabii "Görülen lüzum üzerine" bohçasının içine isterseniz "Zarar vermek" ve "Ters düşmek" gibi nedenleri de ekleyebilirsiniz.
(Not: Bu gelişmeyi, sürmekte olan ünlü operasyonun soft uzantısı olarak yorumlayanlar çıkarsa pek şaşmayın!)
Halaçoğlu 15 yıl boyunca yürüttüğü Türk Tarih Kurumu'nda Ermeni iddialarını çürütmeyi misyon edindi.
Veya böyle bir misyonla görevlendirildi. Zor iş. Çünkü böyle bir görev, bir tarihçinin bilimsel kimliğinin en vazgeçilmez unsuru olan "Tarafsızlık" ve "Objektiflik" koşullarından vazgeçmeyi, en azından uzaklaşmayı kaçınılmaz kılıyor.
Devletin hizmetinde ve devletin yüksek çıkarları doğrultusunda tarih yazmak zorunluluğu ile karşı karşıya bırakıyor. Militanlaştırıyor. Tarihi politikanın aracı haline getiriliyor; tarihi siyasallaştırıyor. (Siyasi tarih ile aynı şey değil.)
Tarihçilerin görevi
Oysa, uluslararası saygınlığa sahip 19 tarihçinin Fransız parlamentosunun ve politikacılarının aralarında Ermeni tasarılarının da bulunduğu bir dizi tarihi olayla ilgili çıkışlarını kınamak için 2.5 yıl önce yayınladıkları ortak bildiride belirttikleri gibi:
"Tarihçi hiçbir dogmayı, yasağı, tabuyu kabul etmez. Tarih, güncelin kölesi değildir. Tarihçi geçmişe günümüzün ideolojik şemalarını yapıştıramaz, geçmişin olaylarına günümüzün duyarlılıklarını katamaz. Tarihçilerin görevi insanların anılarını derlemek, karşılaştırmak, doğruluğunu veya yanlışlığını belgelerle, eşyalarla, izlerle sınamak ve sonunda olayları olduğu gibi, yorumsuz ortaya koymakla sınırlıdır."
Halaçoğlu'nun, Türk Tarih Kurumu Başkanlığı'ndaki tarihçiliği bu tanımın hiçbir öğesine uymuyordu. O kadarla kalsa neyse. Katıksız militanlığı (Tehcir bilançosunu açık eksiltme müzayedesine dönüştürmesi, ölü sayısını azaltma gayretkeşliğini Alevi Kürtler'in bir bölümünün Ermeni dönmesi olduklarına kadar vardırması gibi), Türkiye'nin tezlerinin savunulmasını giderek daha da zorlaştırıyordu.
Ayrıca bu kışkırtıcı katılık, toplumda hoşgörüsüzlüğü trajik olaylara yol açacak kadar kamçılıyor, Türkiye'nin dünyadaki imajına ve saygınlığına da onulmaz zararlar veriyordu.
Halaçoğlu'nun görevden alınması, elbette Türkiye'nin "Ermeni tehciri" tartışmalarındaki görüşlerinin radikal biçimde değişeceği, örneğin Taner Akçam veya Halil Berktay çizgisine yaklaşacağı anlamına gelmiyor.
Bununla birlikte Erdoğan'ın "Konunun belgeler ışığında Türk, Ermeni, hatta gerekiyorsa başka ülkelerin tarihçilerinden, araştırmacılarından oluşacak ortak komisyonca incelenmesi" önerisinin daha sağlıklı ortamda değerlendirilebileceğini ve -Ermenistan yetkilileri de artık bu çağrıya sıcak baktıklarına göre- hayata geçirilebileceğini düşünüyoruz.(EŞ/EZÖ)