Hak ve özgürlüklerin herkes tarafından kullanılması evrensel insan hakları prensiplerinin temelini teşkil ediyor. Bu anlayış hak ve özgürlüklerin kullanımın çerçevesini “herkes, bütün insanlar, her insan, kadınlar, çocuklar” vb. ifadelerle belirleyen temel insan hakları belgelerinde açık bir biçimde gözlemlenir. Örneğin; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB) 1. Maddesi şu şekildedir: “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” 10 Aralık 1948’de kabul edilen 500’den fazla dile çevirilerek, en fazla dile çevirilen metinlerin başında gelen İHEB insan onuruna dikkat çekerken karşımızda kişiye nasıl davranmamız gerektiğini de belirtir.
Günümüzün eşitsizliklerle dolu dünyasında yaşam hakkı, çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı vb. haklar ile düşünce ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü vb. özgürlüklerin herkes tarafından tam olarak kullanılabilmesinin önemi daha da artıyor. Kapitalist sisteme içkin olan bu eşitsizlik durumu silahlı çatışmalar, afetler ve salgınlar gibi olağandışı dönemde kat be kat arttı. 2019 Aralık sonunda Çin’in Hubei bölgesindeki Wuhan kentinde ortaya çıkan ve 11 Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak tanımlanan Covid-19 salgını da dünyadaki eşitsizliği daha görünür kıldı. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi hatta ülkeler kendi içindeki bölgelerin gelişmişlik düzeyi bu küresel salgından etkilenme durumunu belirledi.
Ülkemizde de bu bakımdan farklılık yaşanmadı. 11 Mart 2020’de ilk resmî vakanın duyurulmasının ardından temel hak ve özgürlüklerde gerileme yaşandığı çeşitli insan hakları örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri tarafından raporlandı. Bu alanda yaşanan zorluklar zaman zaman kamu otoriteleri tarafından da dile getirildi. Tedbirler arasında eğitimin EBA sistemi üzerinden yapılması, çalışmaya devam etmeyen işyerlerinde çalışanlara asgari ücretin dahi altında günlük 39 TL ödenmesi, bazı işletmelerin kapatılması vb. yer alıyordu. Milyonlarca öğrencinin eğitimi evden takip edebilmesi için televizyon ve kimi durumlarda bilgisayar, tablet ve bunları kullanmak için yeterli internet paketi gerekiyordu. Ne var ki, ülkemizde bu imkanlara sahip olmayan çokça aile bulunuyor. Bu duruma ilişkin Eğitim Sen’in 18 Kasım 2020 tarihli açıklaması şu tespit ve değerlendirmeyi yapıyor:
Ancak MEB, bu kararın yeni mağduriyetler ve sorunlar yaratmaması için hızla etkili önlemler almalıdır. Uzaktan eğitim döneminin en büyük sorunu eğitimde yaşanan eşitsizliklerin uzaktan eğitim döneminde derinleşmesi ve artmasıdır. Bunun temel nedeni de yoksul ve dezavantajlı öğrencilerin uzaktan eğitime erişimde yaşadığı sorunlardır. Öğrencilerin önemli bir bölümünün uzaktan eğitime hiç erişiminin olmadığı veya sadece cep telefonundan eriştiği bir dönemde bunun acilen çözülmesi gereken bir sorun olarak kabul edilmesi gerekmektedir. MEB, gereksinimi olan tüm öğrencilere hızla uzaktan eğitime erişim için gerekli cihazları ve internet bağlantısını temin etmelidir.
Eğitim Sen’in çok haklı bir biçimde altını çizdiği üzere eğitim alanında yaşanan bu sorunun temelinde Covid-19 salgınından ziyade yoksulluk yatıyor. Çözüm olarak MEB’in öğrencilere bu hizmeti nitelikli bir biçimde sunabilecek gerekli donanımı sağlaması gerektiği vurgulanıyor. Eğitim Sen’in çözüm önerisi esasen ülkemizin bu alandaki sorumluğunu hatırlatmakta. Ülkemizin 1990’da imza koyduğu ve 1995’de onayladığı 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28/1-e Maddesi “Okullarda düzenli biçimde devamın sağlanması ve okulu terketme oranlarının düşürülmesi için önlem alırlar” der. Öğrencilerin Covid-19 salgını nedeniyle okul devam edememesi sorununun aşılmasında kamu otoritesi olarak MEB’e doğrudan görev düşüyor.
Eşitsizliğin belirginleştiği bir durum bu süreçte gelirlerini tümden veya büyük oranda kaybeden işçiler, emekçiler bakımından yaşandı. Açıklanan işten çıkarma yasağı kayıtlı olarak çalışanları kapsaması, açıklanan işsizlik ödeneğinin insana yaraşır bir miktarda olmaması ekonomik ve sosyal hakların ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha gösterdi. İşçilerin ve emekçilerin durumuna ilk andan itibaren dikkat çeken DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından 7 Acil Önlem metni imzaya açıldı. Bu önlemler arasında açıklanan taleplerin listesindeki 2. Madde “Salgın süresince işten çıkarmalar yasaklanmalı, küçük esnaf desteklenmeli, çalışanlara ücretli izin verilmeli ve işsizler için ise koşulsuz işsizlik maaşı ödenmelidir,” ve 7. Madde “Salgın dönemlerinde dezavantajlı kesimler olarak kabul edilen; hiçbir geliri ve birikimi olmayan yoksullar, göçmenler ve tutuklu/hükümlüler için yaşamlarını ve sağlıklarını koruyacak fiili ve yasal düzenlemeler hayata geçirilmelidir” demektedir.
Maalesef bu talepler karşılanmadı. Ancak, ilgili kamu otoritelerinin yurttaşların tamamının sağlığını koruması ve bu çerçevede gerekli önlemleri alması gerekir. İşçi ve emekçilerin ekonomik ve sosyal haklarına riayet edilmemesi bir yana bu sürecin daha da ağırlaşmasına yol açan uygulamalar görüldü. Örneğin, yaşamımızın olağan bir tüketim maddesi, ihtiyacı haline gelen maskenin ücretli satılması, veya testlerin özel hastanede en az 250 TL ödenerek yapılması vb. uygulamalar dikkat çekicidir. Bu ihtiyaçların ücretli olması maske ve teste erişimin yalnızca bütçesinden bu miktarı ayırabilmek imkanı olanlar için sunulan bir hizmet olması sonucunu doğurdu. Benzeri bir durumun yakında kullanılacağı müjdelenen aşı sürecinde de yaşanacağını tahmin etmek zor değil. Tam da bu nedenle, TTB, SES ve diğer ilgili sağlık örgütlerinin aşının herkes için ücretsiz olması talebi önem kazanıyor.
Sonuç olarak, İHEB’in kabulunun 72. yıl dönümü kutladığımız bugünlerde daha iyi bir toplum inşa edebilmemizin yegane yolunun temel insan hak ve özgürlüklerinin herkes tarafından tam olarak kullanılmasından geçiyor. Evrensel insan hakları prensiplerinin Covid-19 salgını, çatışmalar ve savaşlardan kaynaklı ağır insan hakları ihlalleri karşısında insanlara, toplumlara, doğaya nefes aldırabileceğinin ve çözümün anahtarı olduğunun altını çizmeli. (Oİ/AS)