Türkiyede sol, Avrupa Birliğine (AB) katılım süreci ile özdeşleştirilen popülist bir kavramın, insancıllık söyleminin etkisi altında. AB projesine geniş destek kazanmak için Avrupadaki sağın sarıldığı insan hakları, ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı karşıtı popülist söylemler toplumsal dinamiklerin çözümlenip tartışılmasının yerine geçmiş, ne yazık ki. İşçilerin ve emekçilerin bu bütünleşmeden ne kazanıp ne kaybedeceğini geniş sol kesimler çok fazla dikkate almıyorlar artık.
ABnin insan hakları konusunda bir standart yakalama iddiası var ve bu olumlu. ABye katılım süreci olmasa da insan hakları ihlalleri, ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı konularında sol uyanık olmalı ve bunlara karşı savaşı yönlendirip, desteklemeli elbette. İşçi sınıfı hareketinin, işkenceye karşı savaşımda yaptığı katkının ne kadar önemli olduğunun kanıtları burada sıralanamayacak kadar fazla. Öte yandan, mücadelenin anahtar boyutunun hümanizm etrafında şekillenen talepler olmadığı da akıldan çıkarılmamalı. Bu, önemli bir alt boyut olabilir sadece.
İnsan haklarının çok fazla çiğnenmiş olmasının toplumsal reflekslerin popülist bir şekilde biçimlenmesine neden olduğu yolundaki açıklamaların haklılık payı olabilir, ancak bu popülizme teslim olmanın gerekçesi olamaz. Olmamalı! Beklenti böyleyken, toplumsal değişim dinamiklerinin ne olduğunun açıklanması konusunda post-modernizmin etkisi altında savrulan sol akımlar uzunca bir süre işçi sınıfı hareketi içinde popülist-hümanist söylemin ardına sığınarak mücadeleyi sulandırmayı başardılar.
Hafif imparatorluğun ulus inşası
İnsancıllığın çağımızda ne anlama geldiğini anlamak konusunda Harvard Üniversitesi, İnsan Hakları Kürsüsü profesörlerinden Michael İgnatieffin geçenlerde (Mayıs 2003), Vintage tarafından yayınlanan Empire Light (Hafif İmparatorluk) isimli kitabı bir hayli öğretici. Kitabı etnik kökenli savaş dinamiklerini incelediği ilk üç kitabının devamı olarak yazmış İgnatieff.
Daha yirmi üçüncü sayfada bir uyarı ile karşılaşıyoruz. Bu kitabı Amerikan emperyalizminin ya da genel olarak emperyalizmin eleştirisini bulmak beklentisiyle eline alanlar hüsrana uğrayabilirler diyor. Kitap, Bosna, Kosova ve Afganistan örneklemeleri etrafında ulus-inşa sürecinde emperyal devletin (Amerika Birleşik Devletleri - ABD) görevinin ne olması gerektiğini tartışıyor. Ulus-inşa edilmesi kavramı sömürgecilik karşıtı çağrışım yapan ulus-devlet inşa edilmesi kavramının yerini almış demek ki. Aslında, ulus-inşa etmenin ne demek olduğunu da öğrenemiyoruz bu kitaptan ama o ayrı bir konu.
Kürt sorunu ile ilgili olarak, tanınmış simalardan Lord Avebury ve Arthur Miller ile birlikte katıldığı toplantılarda yaptığı konuşmalarını izlediğim İgnatieff, ABDnin geçici emperyalizminin iç savaşlarla perişan olmuş ülkelerde ulus-inşa edilmesinin gerekli koşulu olduğunu savunuyor. Bu noktada geçici emperyalizm, hafif imparatorluk ve hafif emperyalizmin aynı manalarda kullanıldığını görüyoruz. Bosna, Kosova ve Afganistan, hümanizm ideolojisi ile yönlendirilen emperyalizmin ulus-inşa etme konusunda laboratuarı, Ignatieffe göre (s.20).
Hafif imparatorluğa, barbar ülkeleri, insan hakları ve hümanizm ideolojisi etrafında yeniden inşa etme görevi verilmiş kitapta. Çünkü, ikinci dünya savaşından sonra bağımsızlıklarını kazanan eski sömürgeler iflas ederek, iç savaşlara, kıyımlara ve kaosa neden olmuşlar. Buralardaki barbarlık, Amerikaya yönelik 11 Eylüldeki saldırıya çanak tutunca hafif imparatorluğun insan haklarını tekrar inşa etmek için yola çıkması gerekmiş.
İnsan hakları ve hafif emperyalizm
İgnatieffin kitabı bu girişimin haklılığını, bu bölgelerdeki iktisadi ve siyasi düzenin tekrar inşa edilmesi gerektiği düşüncesi etrafında ispata çalışıyor. Bu noktada, bahsedilen insan haklarının bir boyutunun da ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı olduğunu öğreniyoruz.
Ignatieffe göre emperyalistler, emperyalizmin bitmesi konusunda geçmişte biraz acele davranmışlar, ilkel toplumlar henüz kendi kendilerini yönetme ehliyetine ulaşamadan sömürgeciliği sona erdirmişlerdir. Yerel seçkinlerle işbirliği yapıp onların idaresini güçlendirmek için yollar, hastaneler, okullar inşa eden Avrupalı sömürgeciler aslında hümanist güdülerle yola çıkmış. Sonuçları kötü de olsa, emperyalizm humanisttir Ignatieffe göre.
Ignatieff, emperyalizmin gerekliliğinin siyasi doğrulukla uyumlu olmadığı için sona ermeyeceğini iddia ediyor. Ona göre uluslar bazen başarısız olabilirler, bu durumda onları ancak dışarıdan gelen bir güç -emperyal kuvvet- ayağa kaldırabilir. Ulus-inşa etmek, büyük devletlerin simultane olarak küçük ulusların kendilerini yönetebileceklerine inandıkları, insan hakları çağında varolabilecek, bir çeşit emperyalizmdir. Hafif ulus-inşası; Orta Asyadaki Amerikan çıkarlarını en düşük maliyetle korumak ve Afganistan halkına kendi seçtikleri bir hükümet tarafından yönetilmek hakkını veren ilkelerin, uzlaştırılmasını gerektirir (s. 106).
Öte yandan, hafif emperyalizmin insancıllığı en güzel Asya ve Afrikada doğrudan veya dolaylı olarak karıştığı çatışmalarda akan kan ve gözyaşında izlenebiliyor. Kopan kollar, bacaklar, göçler ve kıyımlar bu insancıllığın pek de insancıl olmadığını kanıtlıyor.
AB gibi dış dinamiklerden medet uman sol liberal aydınlarımız ile İgnatieffin görüşlerini üst üste koyduğumuzda, içinde yaşadığımız dönemin, insan hakları türünden içi boşaltılmış kavramlar etrafında hafif emperyalizme çanak tutan popülist aldatmacaların sona erdirilmesini başlatacak tartışmaların açıldığı bir dönem olacağını söylemek yanlış olmaz. Zaman, dünyanın ne tarafa doğru evrildiğini emekçilerden yana bilimsel analiz yöntemleri kullanarak anlayıp tartışmak zamanıdır. (SA/BB)