The Great Dictator/ Charlie Chaplin/ 1940
"En azından bir kere dans etmediğimiz her günü yitirilmiş; hiç olmazsa bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız." Nietzsche
Yaklaşık olarak İ.Ö. III. yüzyılda yazılmış, simya konusundaki bir Mısır papirüsüne göre evrenin başlangıcında gülmek vardır. Tanrı, yaratma ediminde tek bir sözcük, tek bir hece söylemez. Mısırlı Yaradan için sözcükler ve tümceler çok daha sonra gelecektir. İlk Mısır tanrısının yaratı konusunda daha farklı, daha canlı ve daha temel bir yöntemi vardır. O kaosla yüzleşir, onu kahkahasıyla uzaklaştırır, ışığın içine sevinç ve coşku dolu bir dünya salar. (Sanders/ Kahkahanın Zaferi, 2001)
Dünyayı yaratan gülme, insanları da özgürleştirir. İktidarın tarihler boyunca toplumsal alanda otoritesini sürdürebilmek için saygınlığını muhafaza etmesi gerekmektedir.
Toplum içerisinde özne olma bilincini sağlayan bireyler mizah yoluyla toplumsal otoriteyi gülerek, alay ederek tehdit edebilir.
Saygınlığını yitiren bir iktidar siyasi gücünü de yitirecektir. Çağlar boyunca egemenlerin karşında yer alan mizah, onların meşruiyetlerini sürdürebilmelerinde en büyük tehdit olur.
Gülmek tabii olanların, muktedir olana karşı en büyük silahıdır. Çünkü iktidarın son noktada gülmeye karşı söyleyebileceği hiçbir şeyi yoktur.
Gülmenin zaferine inanan Sovyet dilbilimci Mihail Bahtin'in, Ortaçağ karnavallarının karakteristik özelliklerini inceleyerek ortaya attığı kuramı karnavalesk, tüm hiyerarşik yapıların ters yüz olmasını temel alır.
Karnaval gülüşü tüm halkın gülüşüdür
Karnavalesk ortamda, tüm düşünceler serbest kalır ve herkes eşitlenir. Bahtin'e göre karnaval, iktidar sahiplerinin resmi kültürlerine karşı toplumun en güçlü silahıdır.
Karnaval gülüşü, tüm halkın gülüşüdür. Bahtin karnavaleks kavramını kurgularken kilise ve feodal düzene tepki gösterilen halkın karnaval şenliklerini incelemiştir.
Ortaçağ insanın hayatında önemli bir yeri olan karnaval şenliklerinde hiyerarşik yapı "tersyüz" edilmektedir. "Deliler Bayramı" şenliklerinde soytarılar kral, şaklabanın biri baş rahip, piskopos ya da başpiskopos seçilip, pantolonlar başa geçirilerek kilise ve egemen sistem ile dalga geçilmektedir.
Karneval in Rom/ Johannes Lingelbach (1622–1674)
Deliler Bayramı, Eşek Bayramı gibi ritüeller ile ortaçağın tüm yasaklamaları ve engellemeleri kısa bir süreliğine de olsa askıya almaktadır. Karnaval gülüşü, tüm halkın gülüşüdür.
Karnavaleks ortam ezilmiş, ötekileştirilmiş, iktidar olana isyan eden topluma farklı, özgür, alternatif bir ortam yaratmaktadır. Yaratılan bu alternatif ortam beyaz perdede kendine yer bulur.
Cevat Fehmi Başkut'un Buzlar Çözülmeden adlı tiyatro eserinden, Osman F. Seden tarafından sinemaya uyarlanan, başrollerinde Kemal Sunal, İhsan Yüce ve Yaman Okay'ın yer aldığı Deli Deli Küpeli (1986) filminde Bahtin'in karnavalesk imgesini görüyoruz.
Karnavallarda soytarılar kral olur, şaklabanın biri baş rahip, piskopos seçilip, pantolonlar başa geçirilerek kilise ve egemen sistem ile dalga geçilirdi. Deli Deli Küpeli filminde de akıl hastanesinden kaçan bir deli(!) yolu buzlarla kapanan bir köyde kaymakam olur ve tüm sisteme meydan okur.
Deli kaymakamımıza, deli hakim ve çavuşun da katılmasıyla bürokrasi tamamen yerle bir olur, ütopik ve absürt bir kasaba düzeni kurulur. 12 Eylül darbesine pek çok gönderme yapan filmde akıl hastanesindeki doktorun adı da manidardır: Süleyman Demir.
Kurbağa başkanı sistemi yerle bir eder
El Viaje
Fernando Solanas'ın yazıp yönettiği El Viaje (1992), seksenli yıllarda Güney Amerika'da hüküm süren faşizmi, gerçeküstü ve mizahi bir anlatı ile yerer.
Babasını bulmak için bisikleti ile yollara düşen Martin'in kendi iç yolculuğunu anlatırken aslında, kaybolmaya mahkûm olmuş bir ülkenin öyküsünü izliyoruz.
Ülkenin batışını herhangi bir metafor kullanmadan olduğu gibi anlatan Solanas, bok içinde yüzmek, kemer sıkma politikaları gibi söylemleri olduğu gibi perdeye aktarır.
Ülke başkanının adı Dr. Kurbağa'dır ve tüm film boyunca ciddiyetten uzak komik bir şekilde resmedilir. İktidarın ve sistemin ciddiyeti ile dalga geçen film bunu yaparken grotesk imgelere oldukça sık yer verir.
Grotesk gerçekliğin temel ilkesi itibarsızlaştırmak, yani yüksek, ruhani, ideal, soyut olan her şeyi yukarıdan aşağıya indirmektir. Kurbağa başkanı, sular altında kalan ve boklar içinde yüzen ülkesi ile El Viaje güldürürken iktidarı ve sistemi yerle bir eder.
Chaplin de artık sessizliğini bozar
XX. yüzyıla damgasını vuran diktatörler, kapitalizm, emperyalizm ve militarizm Charlie Chaplin'e de artık sessizliğini bozdurur. Chaplin 1940 yılında ilk sesli filmi The Great Dictator (1940) ile 40'ların gergin atmosferinde hüküm süren faşist diktatörleri karikatürize eder.
Tomania'nın Büyük Diktatör'ü Hynkel, bir yandan ari bir ırk oluşturma çabasındayken diğer bir yandan da yeni savaş teçhizatları geliştirmeye çalışır.
Ancak bütün sinsi planları ona birebir benzeyen Yahudi bir berber tarafından alt üst edilir. Kahkaha attırarak iktidarı sarsan filmler çeken Chaplin, The Great Dictator ile sadece XX. yüzyılın ilk yarısındaki faşizme değil öncesi ve sonrasına da seslenir.
Aslında hiç de komik olmayan bir olguyu ters yüz ederek, gülünecek hale getirerek, mizah ile, içimizdeki bir şeyleri değiştirme arzusunu körükler.
Gülmenin otoriteyi sarsıcı gücü
Umberto Eco'nun, Ortaçağ İtalya'sında geçen Gülün Adı romanında, gülmenin Tanrı katında meşru olup olmadığı sorulur ve gülme ile ilgili kitapların sayfalarına zehir süren kör kütüphaneci, gülmenin otoriteyi sarstığından bahseder.
Jean-Jacques Annaud yönetmenliğinde sinemaya uyarlanan Der Name der Rose/ Gülün Adı (1986) XIV. yüzyıl İtalya'sında, yani Orta Çağ'ın karanlığı altında yaşayan Hristiyan dünyasında bir manastırda işlenen cinayetin aydınlatılmasını konu alır.
Olayın aslını ortaya çıkarması için manastıra çağrılan sorgucu-rahip William (Sean Connery), bulduğu ipuçlarıyla adım adım ilerler ve manastırın dokunulmaz kutsallığı ardında saklı kalmış kötülükleri açığa çıkarır.
Manastır kütüphanesi rahipler tarafından en iyi korunan yerlerden biridir. "Finis Africae" olarak adlandırılan bu kütüphanenin gizli bölmesinde yasaklı kitaplar yer alır ve bu kitaplardan biri de gülme eyleminin gücünü anlatan Aristo'nun Poetika eseridir.
Gülmenin karşısında duran Ortaçağ ciddiyeti, bir yandan korku, zayıflık, teslimiyet, yalan, riyakarlıkla diğer yandan da tehdit, şiddet, bastırma ve yasaklamalarla doluydu.
"Gülmenin bu kadar kötü olan tarafı nedir?
"Gülmek korkuyu öldürür. Ve korku olmadan inanç olmaz. Çünkü şeytan korkusu olmazsa tanrıya ihtiyaç kalmaz." (YK/PT)