Kapıların açılması Kıbrıs'ta "mucize" yaratmadı ama hepimizin hayatında bir şeyler değiştirdi. Artık hiçbir şey kapılar açılmadan önceki gibi olmayacak, değil mi?
Kapıların açılmasının mucize yaratmadığı doğru ama ilk açıldığı günler mucize gibi gördük bunu çünkü hiç kimse bunun gerçekleşeceğini hayal bile etmemişti. Bunun çözüme yaklaşan uzun süreli bir barış için başlangıç olduğunu umut ettik.
Kapıların açılmasının sonuçları ne olursa olsun iki toplum arasında kurulan ilişki nedeniyle artık hiçbir şeyin aynı olmayacağı kesin. Benim kuşağım "öteki taraf" la hiç bir iletişim kurmadan yetişti ve şimdi bizim çocuklarımız iletişim kurabilecekler, ancak bunun üstesinden nasıl gelecekleri ayrı bir konu. Bir örnek vermek gerekirse, bir yıl önce İnönü Meydanı'ndan geçiyordum ve birdenbire 16 yaşındaki kızımı arkadaşıyla otobüsten inerken gördüm.
Şaşırmıştım. Arabamı durdurdum ve ona Lefkoşa'da bir Kıbrıs Türk otobüsünde ne aradığını sordum. Şehri görmek için tur attıklarını söyledi. Ona güvende hissedip hissetmediğini sordum. Bana "hiç barbar görmedim" dedi. Barbarların iki tarafta da olduğunu biliyor kızım ve sayıları da çok değil aslında. Kızım geçen yaz AKEL kampında Rum faşistler tarafından dövüldü ve bu yüzden de barbarların yalnızca Türklerin ayrıcalığında olmadığını biliyor.
Kapılar açılınca, en güzel şeyler yara aldı, barış da, öyle değil mi? 30 yıl boyunca dile getirilen barış bizim değil de, başkalarının düşü müydü ki, şimdi o "barış" gitti de, yerine Kıbrıs'ta birleşmeyi değil ayrılığı dayatan bu "yarım barış" geldi? Biz nerede yanlış yaptık?
Barış bu durumun iç ve dış politik güçler tarafından ele alınma biçimi yüzünden yara aldı. O zaman gerçekten ne olduğuna ilişkin gerçekler, belki de bundan 30 yıl sonra İngiliz Dışişleri Bakanlığı konuştuğumuz dönemle ilgili dosyaları açtığı zaman ortaya çıkacak. O zaman da Makarios Drousiotis'in oğlu bununla ilgili kitap yazacak ve benim oğlum da bir belgesel yapacak. (hah,ha).
Dediğin gibi "başkalarının hayalleri" ve işte yanıldığımız nokta da bu. Liderlerimiz BM'nin denetiminin dışında bir çözüm konuşmuyorlar. BM de zaten Anglo-Amerikan kardeşliğinin denetimi anlamına geliyor. Mesela İngiliz üsleri ya da NATO'nun varlığı gibi kendi çıkarlarına dokunacak bir çözüm önerirler mi?
Bunun yanıtı çok açık. Öyleyse onların hayalleri de her zaman işin içinde yer alacak. Ama burada başka bir konu var. Siz "bizim hayallerimiz" dediniz ama tek bir hayal yok, olsaydı ada böyle bölünmüş olmazdı. Bazıları ayrılığı bazıları da birleşmeyi hayal ediyor bazıları ise hiç bir şeyi. Bir politika oluşturmaya çalıştığımızda da bu bir kabusa dönüşüyor.
O ilk günlerin coşkusu geçip gitti; doğduğumuz yerlerle hasret giderdik ve bir baktık ki, bu kadarmış kapıların açılması. Bir baktık ki, esas kapılar hâlâ kapalı. Esas kapılar vicdanlarımızdaysa, bir gün o kapıların açılabileceğine inanıyor musun?
Kitabımda söylemeye çalıştığım da buydu. Mesele masaya hangi planı koydukları değil, ama aynı zamanda bu planı ya da herhangi bir planı nasıl ele alacağımız. En iyi plan bile, eğer yürekler doğru yerde atmıyorsa başarısızlığa mahkumdur. Planlar tepside hazır sunulabilir ama biz yürekleri değiştirme yönünde uğraşmalıyız.
Barış buraya kendiliğinden gelmeyecek bizi ona götürecek yolu inşa etmeliyiz. Eğer uzun dönemli barış yönünde bazı sorunlar olduğunu düşünüyorsak kandırılmışız demektir. İki toplumu ayıran yalnızca yeşil hat değil, içinde yüzdüğümüz kan gölü. Suçlarımızı kabul edebilecek kadar cesur olmalıyız ve af dileyecek kadar da alçakgönüllü.
Eğer iki taraf da yanlış bir şey yapmadığını söylüyorsa o halde neden adada bu kadar çok toplumezar var. Tohni ve Asha'nın erkekleri neden köylerine dönmediler?
Neden Mishoulais ve Kavazoğlu başkan, ya da başkan yardımcısı değiller o zaman? Bizim kuşağımız için çok geç olabilir ama biz nefretin karanlık odalarını açabilir ve gelecek kuşağı aydınlığa çıkarabiliriz geçmişi alçakgönüllülükle ve bilgelikle kabul edebilirsek...
Kapılar açılmadan önce Kıbrıs sorununun neresinde duruyordun? Atlılar, Muratağa ve Sandallar'daki korkunç katliamlarla yüzleşmeden önceki Antonis nasıl biriydi, bugünleri tahmin edebiliyor muydu?
Ben Mısır"da yoksul çocuklara yardım eden ve orada bir okul inşasında çalışan bir hümanist olmama rağmen, Kıbrıs söz konusu olduğunda son derece sağ görüşlü milliyetçi biriydim ve Türkiye ile ilgili her şeyden nefret ediyordum.
Bu benim özgür irademin sonucu olan bir düşünme biçimi değildi. Bu bana gençliğimden beri içinde olduğum çevre tarafından empoze edilen bir duyguydu. Eğer Rum isen Türklerden nefret etmelisin eğer Türk isen Rumlardan nefret etmelisin.
Grivas benim tarihteki kahramanımdı ve Makarios da Yunanistan'la birleşmeyi engelleyen kötü başkan. Bu yüzden de EOKA Helenizme giden tek saf yoldu. gerçekte ben tamamıyla bir yanılgı içindeydim. Sonra bir gün benim şu EOKA-B kahramanlarımın masum kadın ve çocukları öldürdüğünün farkına vardım.
İşte o zaman hümanizmim siyasi fikirlerimin önüne geçti. Sanırım o sıralarda milliyetçilikle ilgili okumalar yaptıktan ve Marxist teoriyi daha iyi anladıktan sonra politik görüşlerimi de gözden geçiriyor olmam bir rastlantı değildi. Muratağa'da işlenen suçları bir Rumun yapacağını hayal bile edemezdim. Şoka uğramıştım.
İlk defa Atlılar, Muratağa, Sandallar köylerindeki katliam çukurlarıyla yüzleştin, oradaki vahşetle sarsıldın, öfkelendin, yazdın. Yazdıklarınla tanıştık. 40 yaşına gelmiş Antonis'in 30 sene önce gerçekleşmiş katliamları öğrenmekte neden bu denli geç kaldığını konuşalım mı biraz... Bu geç kalmışlık aslında Kıbrıslıların, hepimizin Kıbrıs'a geç kalmasına benzemiyor mu?
Ayrılığın en kötü yanlarından birisi de buydu. İki taraf da kendi çektiklerini ve acılarını dile getirme konusunda özgürdü ve aynı zamanda da kendi hatalarını uluslararası toplumdan ve kendi insanlarından saklamaya çalıştılar. Eğer sadece Türklerse tecavüzleri yapan neden onları sevmeliydim ki?
Eğer yalnızca Rumlarsa tecavüzleri yapan neden onları sevmeliydiniz ki? Katliamları öğrendiğimde çok kızgındım çünkü çocukluğumdan beri sadece bu suçları işleyen Türklere karşı değil, yeryüzünde yaşayan tüm Türklere karşı ruhumu zehirlemişlerdi. Ve sonra aynı mantıkla düşünüldüğünde Türklerin de aynı suçları işledikleri için Rumlardan nefret edebileceğini düşündüm.
40 yıldır bana hikayenin tümünü anlatmadıkları anladım ve tamamını öğrenmeye koyuldum. Bu politik bir yolculuktan çok benim iç barışı bulmama yönelik bir yolculuktu.
Propaganda iki toplumda da çok güçlü bir ögeydi ve hala öyle. Uzun ayrılık dönemi bazı güçlerin uzlaşma sürecini geciktirmesine izin vermiş olabilir ama geç kalmış olsak bile asla hiçbir şey için geç değil.
Bir kişi savaşa ülkesini savunmaya gittiğinde kazanacağına inandığı için değil davasına inandığı için gider. Benim davam da öncelikle uzlaşma ve bunun için ne gerekirse yapacağım çünkü doğru olanın bu olduğuna inanıyorum. Geç kalınmış olması umurumda değil.
Affetmenin gücüne inanıyorum. Çok geç olduğunu söyleyebiliriz hepimiz ve oturup hiçbir şey yapmadan bekleyebiliriz ama yenilgiyi kabul ederek yaşayamam. Bu yüzden de "ya Kıbrıs ya ölüm" diyorum.
Senin Kıbrıslı bir Rum olarak Kıbrıslırumların yaptıkları vahşetin filmini çekmen Rum faşistler tarafından hoş karşılanmadı, güneyde dışlandın. Filmin televizyonlarda gösterilmedi. Çektiğin film kuzeyde ilgi gördü, ben de yakından takip ettim seni, "Afrika" da. Bir baktım milliyetçi çevrelerin ilgisi önde gidiyor ama bu sahici bir şeyden ziyade "öteki"nin kanlı yüzünü kullanarak kendi kanlarını saklamak eğiliminin göstergesiydi. Bu ilginin sınırları nerede biter sence?
Güneyde sorunlar yaşadım ama oradaki tüm toplum tarafından dışlandığımı söylemedim hiç. Bazı arkadaşlarımı kaybettim ama yenilerini buldum. Afaroz edildi ifadesi Türk medyasının kullandığı bir şey.
Ben bunu söylemedim ama akıntıya karşı yüzerken zor zamanlar yaşadım. Pek çok kişi yaptığım işi destekliyor, kitaplarım İşçi Demokrasisi tarafından dağıtılıyor.
Lefkoşa'da küçük bir kitapçı kitaplarımı raflarında sergilemeyi kabul etti. Gazeteciler kimi zaman gelip benimle röportaj yaptılar ama yazdıklarında söylediklerimin yarısı yoktu ve gazetecilerin kendi fikirleriyle değiştirilmişlerdi.
Sonra diğer gazeteler de bu bilgileri alıp bana bunları gerçekten söyleyip söylemediğimi sorma zahmetine bile katlanmadan üzerinde yorumlar yaptılar. Bu kötü bir gazetecilik.
İşte ben bu yüzden de ne yaptığımı neden yaptığımı anlatmak için bir kitap yazdım. Bunu uzlaşmanın temellerini atmak için yaptım. Kıbrıslı Türklere üzgünüm diyordum,Kıbrıslı Rumlara da hatalarımızı kabul etmeliyiz diyordum.
Milliyetçiler bunu kullanma konusunda zekice davrandılar. İlericiler benimle gerçek mesajın ne olduğunu araştırmak için görüşme yapmaya gelmediler Mesaj neydi? Barbar olmayan iyi Rumların olduğu ve uzlaşma konusunda gönüllü oldukları.
Bunun anlamı da milliyetçilerin söylediğinin tersine tüm Rumların kötü olmadığı. Milliyetçiler benim filmimi sevdiler ama kitabımla ilgilenmediler. Ben milliyetçiliğe değil uzlaşma yoluyla barışa hizmet ediyorum. Bu da şu anlama geliyor tüm taraflar paylarına düşen suçu kabul etmeliler çünkü iki tarafın da ellerinde kan var.
Sözgelimi Türklerin vahşetini anlatan bir belgesel çekersen, ki böyle bir sözün var, bunun kuzeyde bugün senin filmine ilgi gösteren çevrelerin tepkisiyle karşılaşacağını az çok tahmin ediyorsun da, gittiği yere kadar gitsin mi diyorsun?
Söylemeye çalıştığım da bu zaten. Ben bir tarafı diğer tarafa karşı savunmuyorum. Rumların işlediği suçları öğrendiğimde bu konuda sessiz kalırsam ben de bu suçları işlemiş olanlar kadar suçlu olacaktım.
Bugün ise Kıbrıs Türk toplumuyla iki yıldır süren iletişim ve bağlantının sonunda ben kafamda ve yüreğimde artık bu iki toplumu birbirinden ayıramam. İki halk da benim insanlarım bu yüzden de referandumda "Hayır" diyenleri inciten bazı gerçekleri onlara anlatmamız gerektiğini hissediyorum.
Bizim anlamamız gereken şey, gelecek kuşaklardan çocuklarımızdan sorumlu olduğumuz ve gerçekleri bizden duymaya ihtiyaçları olduğu. Ben onlara hizmet ediyorum başka birine değil.
Bana kendi taraflarıyla ilgili belgesel yaptığım için saygı duyanların bu yüzden değil ama benim gerçeği anlatma konusunda ödenmesi gereken tüm bedelleri ödemem pahasına gösterdiğim dürüstlük için saygı duymalılar. Türkler de bu gerçeği kabul etmezse o zaman ben Yeşil Hat'ta sıkışıp kalırım.
Senin filmini göstermeyen Rum televizyonları, Makarios Druşotis'i de çıkarmıyorlarmış ekranlara, ama RIK televizyonu bir süre önce TMT'yi anlatan bir belgesel yayınladı. EOKA'nın karanlık yüzünü ortaya koyan yazarı konuşturmayan televizyonların TMT'nin kanlı yüzünü ortaya koyması... Buna dair ne söylersin?
Gerçek anlamda bir iyileşme dönemi ancak RIK EOKA'nın karanlık yüzünü BRT de TMT'nin karanlık yüzünü yayınladığında başlayacak. Birkaç hafta önce heyecan verici bir olay gerçekleşti, o da Güney deki Intercollege'de benim belgeselimin ve Türklerin yaptığı kötülükleri gösteren bir Rum belgeselinin ilk kez birlikte gösterilmesi.
Her iki toplumdan kayıpları olanlar biraraya geldiler. Onları birarada görmek çok güzeldi. Bayrağı ve milliyeti olamayan ortak bir acı için bir araya geldiler.
Bizim yapmamız gereken toplantılar bunlar. Bir gün belgeselimin bir Rum kanalında gösterileceğinden şüphem yok. Gelecek ay Londra ve İrlanda'da bazı üniversitelerde belgeselimin gösterimi ve konuşma yapmam için davet aldım.
Oradaki önemli TV kanalları benimle ilgili belgesel yapmak istiyorlar. Bu da Güney kesimi üzerinde belgeselimi kabul etmesi için daha çok baskı oluşturacak. Hep söylediğim gibi, belgeselim Ercan'dan çıkacak ve Larnaka havaalanından geri dönecek.
Bu böyle devam ettikçe iki tarafın statükoları "öteki"nin vahşeti üzerinde iktidarlarını sürdürmeye devam etmeyecekler mi?
Gerçek anlamda bir gelişme belgeselin Rum kanallarında gösterilmesi olurdu ama hepsi bunu reddettiği için BRT mesajı iletmenin tek yoluydu. Rumların dikkatini çekmek zorundaydım. Şimdi cesur bir kanalın çıkıp adım atmasını bekliyorum.
RIK'te çalışan bir prodüktör bana belgeselinizi görmek istiyorum dediğinde ona dedim ki: belgeseli gösterdikten sonra geleyim, siz de gazetecileri getirin benim yanlış olduğumu kanıtlamaya çalışan sorularıyla üzerime gelsinler. Ama bunu yapamazlar, çünkü katliamlar gerçekten oldu.
Ben televizyona çıkıp konuşamam ama katliamların emrini veren adam bugün parlamentoda ve onu her gün politika oyunları oynarken görüyorum televizyonda. Parlamentoda yüklü bir maaş alıyor, ben de vatan haini sayılıyorum. Bu ülkenin gerçekten tedaviye ihtiyacı var.
Türk faşistler tarafından sevilirken, Rum faşistler tarafından dışlanman da bu hastalıktan kaynaklanıyor zaten...
Bunun sevgiyle ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Kendi fikirlerini kanıtlamak için benim yaptıklarımı kullanmaya çalışıyorlar. Aynı şey Rum tarafında Şener Levent'in de başına geldi, Türk ordusunun aleyhine yazdığında.
Ama zaman ilerledikçe bunun kendi davalarına hizmet etmediğinin farkına vardılar. Barış için yaptığınız herhangi bir şeyi diğer taraftaki milliyetçilerin alıp kullanması çok doğal, ama sizin niyetiniz iyiyse bu yaptıkları onlara bir bumerang gibi geri döner.
Eğer beni Taşkent'te olanları anlattığım için seviyorsanız, o zaman ben 14 yaşındaki kuzenimin 1974'te Türkler tarafından defalarca tecavüze uğradığını söylediğimde de beni sevmenizi beklerim.
Bunlara rağmen ben Muratağa ve Sandallar'da olan biteni anlatıp af diledim ama burada hiç kimse benden özür dilemedi.
Bir yıldır burada toplantılara gidiyorum ve konuşuyorum ve Kıbrıs Türk toplumunun arasında yaşıyorum ama bir kişinin bile bana "Tony biz de işlediğimiz suçlardan dolayı özür dileriz" dediğini hatırlamıyorum.
Ben yine de, örnek olmayı sürdürmeliyim çünkü dünyayı ancak eylemlerimizle değiştirebiliriz.
Barikatlardan geçip giderken neler hissediyorsun. Güneyde sana karşı kızgınlık var mı? Kuzeyde yaşıyor olman yadırganıyor mu?
Sınırı geçerken, çoğu zaman arabanın motorunu bile açıp aradılar. Bir keresinde polise bari arama yaparken motorun yağını da değiştirin dedim. Bu uzun aralamalar yüzünden öfkelendiğim zamanlar oldu. Beni rahatsız etmelerini önemsemiyorum, ama çocuklarımı rahatsız etmelerini önemsiyorum.
Oğlum defalarca polisin onu çevirip benim hakkımda sorular sorduğunu söyledi. En kötü taciz bu benim için. Orada insanlar bana nerede yaşadığımı sorduğunda ve Famagusta dediğimde onlar Paralimni bölgesi olduğunu sanıyorlar önce ama asıl neresi olduğunun farkına vardıklarında çoğu şok oluyor.
Konuşma genellikle şöyle geçiyor: "Neden orada yaşıyorsunuz?" "Famagustalıyım ve orada çalışıyorum" "Evet ama Türklerin işgali altında bir yer orası". "Karpaz da öyle ama Rumlar 30 yıldır yaşıyor orada". "Onların durumu özel" diyorlar.
Ben de "evet beş bacakları bir de kuyrukları var doğru" diyorum. Bu alışılmış diyalogdan sonra bana ayrıntıları soruyorlar ve ben de anlatıyorum. Bazıları benimle aynı fikirde, bazıları değil. Ben bir öncü olarak baskılara maruz kalacağım.
Ama zaman ilerledikçe ve politikacılar Kıbrıs sorununa bir çözüm bulmaya yanaşmadıkça, çalışmak için daha çok insan geçecek sınırı. Kuzey Kıbrıs'a politik bir mesaj vermeye gelmedim.
Aileme bakmak için iş bulmak zorundaydım ve aldığım tek iş teklifi buydu. Aldığım maaş güneyde ödemem gereken borçların yarısını bile kapatmıyor ama burada istediğim zaman bir kamera almam mümkün, kimse de yaptığım işi kontrol etmiyor.
Aysergi köyünde yaşıyorsun. Aysergi köyünde yaşayanların çoğunluğu Larnaka'nın Aytotoro köyünden geldi. Rumca biliyorlar. İletişim kurmakta zorluk çekmiyorsundur... Yeni dostların olmuştur. Bu senin için eskisinden ne kadar "farklı" bir hayat. Kuzeydeki üniversitede çalışan tek örnek olarak özel bir deneyim yaşıyorsun, bunlardan farklı bir başka film çıkar mı gelecekte?
Bulunduğum yerde çoğu kişi Rumca biliyor ve dil engeli yok. Bu toplumda yaşamak bir ayrıcalık benim için çünkü bu benim Kıbrıslı Türkleri daha iyi tanımama olanak sağlıyor. Eğitim ve politika keşke birbirine karışmış olmasaydı.
O zaman daha çok öğrenci ve eğitmen bir araya gelebilirdi ve bu da ayrılığa indirilen iyi bir darbe olurdu. Bu üniversitede Kıbrıslı Rum bir öğrenci olduğunu duydum ama tanışamadım kendisiyle. Yeni belgeseller yapmayı düşünüyorum ama bunlar politik olmayacak, sadece, insan hakları konusunda olacak. Ama ayrıntılarını sorma...
Kıbrıs'ın birleştirilmesi ne anlama geliyor? Ben Rumlarla Türklerin aynı mahallelerde komşuluk yaparak yaşamalarını anlıyorum birleşmeden. Kıbrıstan Türk Ordusu giderse, Rumlarla Türklerin birbirlerinin boğazlarına sarılacaklarına inanıyor musun? Sandallar Atlılar ve Muratağa'daki katliamların tekrarlanabileceğine inandığın için mi, bir yazında askerin varlığını savundun?
Bundan sonra olabilecek herhangi bir çözüm 1974'ten önceki gibi olmayacak. Devletlerin coğrafi ayrılığı devam edecek ve iki toplum kısmen karışacak birbirine. Toplumlar arasında öyle güçlü bağlar kurmalıyız ki Kıbrıslılık bilinci her şeyin üzerinde olsun.
Eğer bu olursa çocuklarımız devletlerin ve coğrafi sınırların olmadığı uygar bir çözüm bulabilirler. Ordu burayı terkettiğinde çatışmanın yeniden başlayacağına inanmıyorum ben.
Kimse inanmıyor, buna inandığını söyleyenler bile. Ben Türk ordusunun buradaki varlığını savunduğumu hatırlamıyorum barış yanlısı biri olarak zaten ordulara inanmıyorum. Bu konuda şunu söylemiş olabilirim:
Türk ordusu Kıbrıs'a meşru neden olmaksızın gelmedi. Türk ordusu adaya çıkmadan önce burada birçok sol görüşlü insanı mezara yollayan Sampson cuntası ve EOKA-B faşistleri vardı. Ondan sonra da ordu barışçı bir çözüm bulmayı ve eve dönmeyi unuttu.
Çözümün anahtarı adanın silahsızlandırılması. Bu yalnızca Türk ordusunu değil, aynı zamanda Rum ve İngiliz ordusunu da kapsıyor. Unutmayalım, Mesarya ovası tankların ve askeri kampların değil, çiftçi evleri ve traktörlerinin yeriydi. (LŞ/BA)