Toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında meydana gelen “ölümler” ve “şiddet” olayları sonrasında Hükümet tarafından özgürlükler yerine tercih edilen “güvenlik” ve “devletin kutsallığı” üzerine ve hatta “ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün” yeniden tesisi gerekçeleriyle “kanuni” düzenlemeler yapılacak. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi, devletin pozitif yükümlülüğünün hesap verilebilir biçimde şeffaf yönetime dönüşmesi yerine sınırlandırmaların yaşamımıza egemen olacağı anti demokratik “siyasal ve yasal” yapıya sürükleniyoruz. Kanun değişiklikleri torbasının kabulünden sonra Yürütme organının idari kararlarıyla ve yargı denetimini hiçe sayan yöntemleri uygulayacakları çok açık. Devlet adamları böyle söylüyor ve yapacaklardır.
Türkiye hakkındaki 8 Ekim 2014 tarihli 2014 İlerleme Raporu açıklandı. Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere temel haklar ve yolsuzluk soruşturması ile soruşturmanın ele alınış biçimi ihtiyatlı bir dille “ciddi endişeler” yarattığı bu Raporda ağırlıklı olarak vurgulanıyor.
İlerleme Raporundan önce Türkiye’nin Avrupa Birliği Stratejisinin açıklandığı Eylül 2014’de “Siyasi Reform Sürecinde Kararlılık, Sosyo-Ekonomik Dönüşümde Süreklilik, İletişimde Etkinlik” başlıklı Strateji’de siyasal reformlar için AİHS ve AİHM kararlarının dikkate alınmaya devam edileceği belirtiliyor.
“Demokratikleşme paketi çerçevesinde” atılan adımların daha da geniş boyutlara taşınacağı, insan hakları kurumlarının etkinleştirileceği, ihtiyaç duyulursa yeni mekanizmalar oluşturulacağı, kadın, çocuk, engelli haklarının genişletileceğine vurgu yapılmış. Öte yandan, “Örgütlenme özgürlüğü ve barışçıl toplanma hakkının daha da geliştirilmesine yönelik çalışmalar, AİHM kararları da dikkate alınarak gerçekleştirilecektir” denilmiş.
İşte endişelenilmesi gereken bu noktadır. Yeniden çizilen yol haritasındaki en dikkat çekici olan örgütlenme özgürlüğü ve barışçıl toplanma hakkının düzenlenmesinde AİHM kararlarının dikkate alınacağının altını çizmek gerekiyor.
Türkiye’nin uygulamadığı AİHM kararları nedeniyle sürekli uyarılmasını bir kenara bırakın. Anımsayalım… Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye 2013 yılında Oya Ataman kararının uygulanmaması nedeniyle DİSK-KESK ve diğer davaları da dikkate alarak Türkiye hakkında “Güçlendirilmiş İzleme” kararı vermişti. AİHM Oya Ataman/Türkiye kararından öğrenilecek çok şey vardır. Ama Konsey, Türkiye’yi daha ağır bir izleme sürecine aldı, aldıran olmadı.
2013 yılında verilmiş olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararının konusuTürkiye aleyhine verilmiş örgütlenme ve toplanma özgürlüğüyle ilgili davalardaki başvuru sahiplerinin barışçıl yollardan toplanma haklarının ihlali ve/veya barışçıl gösterilerin dağıtılması için aşırı güç kullanımına maruz kalmalarına dayalı hak ihlalleri ve mağduriyetlerine ilişkindir.
Bu kararda; “barışçıl toplantı özgürlüğüne haksız müdahalelerde bulunulması ve gösteriler sırasında aşırı güç kullanılması ve bunun yanı sıra bu konuda düzeltici çözümlerin bulunmaması” tespiti yapılmış ve AİHM’si tarafından Sözleşmenin ihlal edildiğine ilişkin benzer kararlar verildiğini belirtmiştir.
Avrupa Konseyi verdiği güçlü izleme kararına göre; Hükümeti kolluk kuvvetlerinin göz yaşartıcı gaz, biber gazı kullanmalarına ilişkin var olan kuralları gözden geçirmeye davet etmiştir. Bir gösteri dağıtıldıktan sonra herhangi bir şekilde güç kullanımının gerekliliğini, orantılılığını ve makullüğünü gözden geçirerek uygulanacak usuller hakkında bilgi vermeye çağırmıştır. Kolluk kuvvetleri tarafından güç kullanılmasının gerekliliği ve orantılılığına ilişkin mevzuata uyulmadığı takdirde Türkiye’deki iç hukukunun getirdiği yaptırımların mahiyeti, kapsamı ve etkinliği konusunda da Hükümet’den bilgi istemektedir.
AİHS’nin 11 maddesine göre, herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir. Maddenin 2 inci paragrafında da bu hakların kullanılmasının “demokratik bir toplumda” zorunlu tedbirler niteliğinde olmak koşuluyla “sınırlandırma” ölçütleri gösterilmiştir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kamu görevlilerinin, kolluk güçlerinin iki önemli görevi vardır. İlki toplantı ve gösterinin toplantıya ve gösteriye katılanlar tarafından yapılmasına sorunsuz bir biçimde olanak sağlamaktır. İkinci yükümlük ise toplantı ve gösteriye katılanların korunmasını sağlamaktır. Biz de ise, insanlar ölmektedir.
Ülkemizde toplantı ve gösteriye katılanlar kolluk kuvvetlerinin müdahalesi ile karşılaşmaktadır. Kendilerine sürekli aşırı güç kullanılmaktadır. Aşırı güç kullanılması dün ne kadar hukuka aykırı olup fiili sorunlar yaratıyorsa; günümüzde ölümlerin yaşandığı sorunların katlanarak arttığı da çok açıktır.
Aşırı güç kullanarak sorunu çözmek her zaman fiili ve hukuki yeni sorunlar üretir. Hatta artık “gereğinden fazla güç kullanmak” suretiyle önlem alma yolu süreklilik kazanmıştır. Basitçe önlem almakla çözülecek olaylarda dahi aşırı güç kullanılmaktadır. Artık bir toplantı ve gösteride basitçe önlenebilecek bir durum varken bile; biber gazı atılması, hemen fiziki müdahaleye başvurulması, cop kullanımı, hemen su sıkmak gibi süreklilik kazanmış bir bastırma yöntemine dönüşmüş aşırı güç kullanımı, olağan müdahale yöntemi gibi karşılanmaktadır.
Yeterince önemli olan bu durumun giderilmesi ve gerekli uygulamaların yapılması yerine Hükümet her zaman olduğu gibi “kanun yapmak” yolunu çare olarak görmektedir. Güvenlik endişesi ile özgürlükler kısıtlanarak sorunu çözme yönteminin kabulüne dayalı “kanuni tedbirler” paketi gündeme gelecektir.
Toplantının/yürüyüşün yasadışı olup olmadığı hakkında kararı kim verecektir? Tırnak içinde “yasadışı” olması mıdır müdahaleyi haklı kılan yoksa toplantı/yürüyüşün “barışçıl” olması mıdır? Eğer bir toplantı barışçıl ise 1982 Anayasası ve AİHM kararlarına göre izin almaya gerek yoktur. Bir gösteri yürüyüşü veya toplantının “yasal olmaması”, barışçıl olmadığı anlamına da gelmez ve Sözleşmenin 11. maddesinin uygulanmayacağı sonucu da çıkarılamaz. Hatta toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaya aykırı olabilir. Fakat barışçıl ise Sözleşmenin 11. maddesinin koruması altındadır.
Örgütlenme, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı korunmalıdır. Sınırlandırmalar demokratik toplum düzeni ilkelerine uygun, meşru ve hesap verilebilir bir yasal düzene çekilmelidir. AİHM’e göre toplanma özgürlüğü hakkı demokratik toplumda korunması gereken haklardandır ve ifade özgürlüğü ile birlikte demokrasinin ve demokratik toplum düzeninin özüdür.
Sözleşmenin 10. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile 11.maddesinde tanınan örgütlenme, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması bazen iç içe geçmiş haklar olarak ortaya çıkabilir. Gezi olaylarındaki ölümlerden sonra; toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanmak isteyenlere karşı “aşırı güç kullanımı” ile ortaya çıkan ölümler yüzünden; artık yaşam hakkının ihlali de iç içe geçmiş haklar olarak değerlendirilecektir. (Fİ/ÇT)
* Fotoğraf: Erhan Demirtaş