Yumuşayanlar, normalleşenler, sert olanlar, normaller, anormaller, yumuşamayı bekleyenler, beklemeyenler, normalleşmeden medet umanlar, umutsuzlar…
Aralarında nasıl bir bağlantı olduğunu görememek gibi bir sorunumuz yok mu?
Sorunlar arasındaki bağlantıları görememek yüzünden sorunlara yol açan nedenleri görememek ve çözememek gibi bir sorun yok mu?
Bunların tam ortasında yaşanan asıl sorun “baktığını görebilmek”…
“Bugün insanların çoğunun farkında olmadıkları bir fark, şu anda olamayan/yapılamayan ama olması/gerçekleştirilmesi mümkün/olanaklı olan ile imkânsız/olanaksız olan arasındaki farktır.” (İoanna Kuçuradi)[1]
Yaş, eğitim veya meslek bakımından kategoriler oluşturulabilir. Avukatlar, askerler, doktorlar gibi… Öznitelik veya bir nesneye yüklenen nitelik olarak kategoriler; bir konunun anlam ve sınırlarını, içerik ve biçiminin çerçevesini belirler.
Sadece askerleri, doktorları veya avukatları kapsayan yasak koyarsanız kanunla getirilen sınırlandırma ve yasaklar yüzünden bu meslek mensupları kategorik olarak yasaklı olur. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Personel Kanunu’na tabi olanlar için sınırlandırma ve kategorik olarak “yasak” getiriliyor.
Basın yayın faaliyeti, görüş açıklama hakkı herkesin hakkıdır. Ancak örneğin askerler, emekli generaller için izne tabidir ve izinsiz görüş açıklamak anılan kategoride olanlara yasaktır.
Böyle kanunlar yapmak demek; insanları, görüşlerini, açıklamalarını ve düşüncelerini kategorilere ayırmak, kategorize etmektir.
Böyle bir amaçla yapılan yasalar insan onurunu kırar.
23.05.2024 tarihi itibariyle Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Meclis Başkanlığına sunulmuş ve Komisyonlarda incelemesi sürüyor. Yaşanan açık kalan mikrofon olayına konu teklifle 22.5.1930 kabul tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 95’inci maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik öneriliyor.
Nasıl bir değişiklik?
“Kendisine özel bir mezuniyet verilmediği halde, görevdeki personel ile kamu görevlisi sıfatı sona erenlerden, görevde oldukları süre içerisinde bulundukları makam ve görevlerine ilişkin unvanlarını kullanarak veya görevi ve sıfatı icabı muttali olduğu askeri muamelat, teşkilat, harekat, tesisat veya tertibata müteallik işler hakkında beyanat veren, yazı yazan veya sair surette açıklamada bulunanlar her kim olursa olsun, fiili daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde altı aydan üç seneye kadar hapsolunur.”
Bu değişiklik teklifiyle Millî Savunma Bakanlığı kadro ve kuruluşunda kamu görevlisi iken veya bu sıfatı sona erenlere, Millî Savunma Bakanlığı’nın görev ve sorumluluklarına ilişkin konularda, Millî Savunma Bakanlığı’ndan izin alınmaksızın, rütbeleri dışında, görevde oldukları süre içerisinde bulundukları makam ve görevlerine ilişkin unvanlarını kullanarak, beyanat vermeleri, yazı yazmaları veya sair suretle açıklamada bulunmalarının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.
Böylece Millî Savunma Bakanlığı’ndan izin alırsa veya kendisine özel bir mezuniyet verilirse ancak bu durumda bakanlıktaki görev unvanlarını kullanarak “beyanat vermeleri, yazı yazmaları veya sair suretle açıklamada bulunmaları” mümkün. Eğer bakanlık izin vermezse; beyanat vermek, yazı yazmak, görüş açıklamak vesair suretle açıklamada bulunmak yasak ve altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilebilecek.
Teklifle 04.01.1961 kabul tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 43’üncü maddesine bir fıkra ekleniyor: "Kendisinin veya başka bir askeri personelin askeri kimliğinin, görev veya faaliyetleri kapsamında askeri bilgi, belge, konum bilgisi veyahut bunlardan herhangi birini içeren resim, yazı, fotoğraf, ses kaydı, video gibi görsel ve işitsel materyallerin Millî Savunma Bakanlığınca yetki verilen durumlar hariç, radyo, televizyon, internet, sosyal medya, gazete, dergi, kitap ve diğer tüm medya araçları ile her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim araçları vasıtasıyla yayınlanması veya açıklanması yasaktır."
Görüldüğü gibi bakanlık izin verirse mümkün; aksi suç sayılıyor.
Sonuç olarak teklif, kanun değişiklikleriyle “yasak" getiriyor.
Bu yasaklar; kategorik yasaklamalardır. İfade özgürlüğüne aykırıdır. Millî Savunma Bakanlığı’nın ve/veya Devlet’in savunma stratejilerinin eleştirilmesine ve/veya görüşlerinin tartışılmasına basın yayın faaliyetlerine kapatılmasıdır. Bilenler görüş açıklamayacak ve bilgi vermeyecek. Bilgiler ve belgeler açıklanmak için izne tabi tutulacak!.. Giderek kişilerin dünya görüşlerinin, felsefi, siyasi ve toplumsal düşünüş ve kanaatlerinin bile suçlanabileceği, izne bağlanabileceği ve böylece “düşünüş sisteminin kategorik olarak” yasaklanabileceği bir düzene sürükleniyoruz.
Meşru bir amaca yönelik olmayan, toplumsal zorunluluk bulunmayan ve sadece kategorik ayırım gözeten her türlü sınırlandırmanın asıl adı sansürdür…
Gün ışığında yönetim veya şeffaf yönetimlerde kişilerin konuşması, yazması ve görüş açıklamaları izin sistemine bağlanamaz. Kişilerin sahip olduğu demokratik denetim yöntemlerini kullanarak siyasal iktidarın denetim mekanizmalarını izin sistemine bağlamakla sansür etmek arasında fark yoktur.
Teklife göre Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne uyarlık sağlamak amacıyla Millî Savunma Bakanlığı izin veren yürütme organı olarak kabul ediliyor. Bakanlığın düşünce açıklamasına “olur” verme yöntemiyle yazılı, görsel ve işitsel iletişim araçlarıyla yapılacak her türlü yayın ve görüşler, eleştiriler, yorumlar “ön denetime” kısaca “sansür” sistemine bağlanıyor.
Önce onlar görecek, okuyacak, inceleyecek ve gerekirse açıklanmasına izin verecek, gerekirse yasaklayacak. Sonra biz “izin verilmiş görüşleri” elde edebileceğiz. Sansürden geçmiş, “olur” verilmiş ve onaylanmış yazıları okuyacağız… Tek tip elbise giydirilmiş “düşünceler” yoluyla toplum olarak tek tipleşeceğiz!
İşte topluma biçilmiş ifade özgürlüğü hakkının zihniyeti… Sansürle görüş edinme hakkı!
Başka bir örnekle kıyaslama yapalım… Kategorik sınırlandırma neden ifade özgürlüğüne aykırıdır? MİT Kanunu’na bilgi edinme hakkına dair yargı kararıyla birlikte bakalım…
01.11.1983 kabul tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu’nun 30’uncu maddesine 25.07.2018 kabul tarihli 7145 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle iki fıkra eklenmiştir. Eklenen fıkralardan birisi: “MİT, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamı dışındadır” düzenlemesidir
Anayasa Mahkemesi 30.06.2022 tarihli (Esas: 2018/137 Karar: 2022/86 - R.G 12.01.2023) kararıyla bu düzenleme iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin konuyla ilgili bu kararına göz atmakta yarar vardır.
Bilgi edinme hakkının anayasal güvencesi olan Anayasa’nın 74’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında “Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir.” Bu hak yönetilenlerin yönetenleri denetleyebilmesinin hukuki yoludur. Hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesinin önemli bir aracı olarak işlev görmektedir. Bilgi edinme hakkı, demokratik hukuk devletinde vazgeçilmez bir haktır (AYM, E.2013/114, K.2014/184, 4/12/2014.)
Anayasa’ nın 74’ üncü maddesine göre; “bilgi edinme”, “kamu denetçisine başvurma” ve “dilekçe hakkı” kanunla düzenlenir. Yasa koyucu 2018 yılında yaptığı kanun değişikliğiyle MİT’in 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu kapsamı dışına çıkarılması suretiyle bilgi edinme hakkına yönelik bir sınırlama öngörmüştür.
MİT’in kategorik olarak bilgi edinme hakkının dışında tutulması insan haklarına uygun mudur?
Özel hayatın gizliliği hakkındaki düzenleme Anayasa’ nın 20’ nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alır ve herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir.
Anayasa Mahkemesi’ ne göre; “Şeffaf ve açık yönetim anlayışının egemen olduğu demokratik toplumlarda hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak; kamu gücünü elinde bulunduran idarenin tesis ettiği işlemlere karşı oluşturulan denetim mekanizmalarından birisi de idarenin işlem ve eylemlerine esas alınan ve erişilebilir nitelikte olmayan bilgi, belgeler ile kişisel verilere bireylerin ulaşmasına imkân tanınmasıdır. Kamunun elinde bulunan bilgilere, belgelere ulaşma ve elde etme hakkı sayesinde idarenin keyfî uygulamalarının önüne geçilmesi sağlanabilir (Bölüm 180).
Bu nedenleri gözeten Anayasa Mahkemesi şu sonuca varmıştır:
“187. Kuralla MİT’in herhangi bir istisna öngörülmeden Bilgi Edinme Kanunu kapsamı dışına çıkarılmasının 4982 sayılı Kanun çerçevesinde istihbarat faaliyeti dışında kalan veya bu faaliyet içinde olmakla birlikte kişilerin çalışma hayatını ve meslek onurunu etkileyen bilgi ve belgelere bireylerin ulaşamaması sonucu doğmaktadır.
188. Bu açıdan MİT’in istihbarat niteliğinde olmayan ya da bu kapsamda olsa dahi kişilerin çalışma hayatı ve meslek onuru gibi belirli konularda ve yalnızca işlem tesis eden kurumdan talep edilebilmek üzere bilgi ve belgelere erişimini sağlayan 4982 sayılı Kanun kapsamından çıkarılması suretiyle MİT bünyesindeki bilgilere ulaşılmasına kategorik olarak yasak getirilmesi, kişilerin Anayasa’da güvence altına alınan bilgi edinme hakkını kullanma imkânını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Böylelikle kuralla bilgi edinme ve kişisel verilerin korunması hakkına getirilen sınırlamada kişilerin söz konusu haklardan kaynaklanan yarar ile kamusal yarar arasındaki dengenin kişiler aleyhine bozulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla millî güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğinin tesis edilmesi ve korunması amaçlarına ulaşma bakımından bilgi edinme ve kişisel verilerin korunması hakkına getirilen sınırlamanın zorunlu toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığı gibi söz konusu meşru amaç yönünden ölçülü olduğu da söylenemez.”
Anayasa Mahkemesi, MİT Kanunu’ na yapılan düzenleme Anayasa’nın 13’ üncü maddesinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, 20’nci maddedeki özel hayatın gizliliği ilkesine ve 74’ üncü maddedeki bilgi edinme hakkına aykırı olduğundan düzenlemenin iptaline karar verilmiştir.
Mayıs 2019 Yargı Reformu Stratejisi Belgesi’nde yer alan “hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi” ve ayrıca “şeffaflığın artırılması” taahhüdü adım adım ortadan kaldırılmaktadır.
Gün ışığında yönetim ve şeffaflık istenmemektedir.
Yerine, yasaklama ve sınırlandırmalarla izin verilen görüşlere uygun görülen toplum düzeni getiriliyor. Yayın özgürlüğü izine bağlanıyor. Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmaz kuralı olarak gösterilirken özgürlükler genişletilmiyor, daraltılıyor. Kategorize edilmiş zihniyetlere bağlı olması istenilen özgürlükler sürekli tehlikede olacak. Düşüncesi ve görüşü olanlar ceza tehdidi altında potansiyel suçlu!
İzin verilen ve izin verilmeyen hak ve özgürlükler sisteminin yeni adıdır.
“Ceza mevzuatımızda “eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” düzenlemesine yer verilmek suretiyle ifade özgürlüğünün tahkim edilmesi” Yargı Reformu Stratejisi’nde (s.26) yazılıdır. İzin verilen düşünce ile izin verilmeyen düşünceler kategorileri çoğalacak, hak ve özgürlükleri sınırlandırma ve sansürleme yollarını açan bir düzen hazırlanıyor.
“ …Devlet çağdaş toplum yaşamının yönetim sistemidir. Bu nedenle de insan haklarına geçerlilik sağlayan devlet değil, insanın kendisidir. İnsan, doğa ve yaşam koşulları zorunlu kıldığından devleti yaratmıştır. Devletin nedeni insanın mutlu ve korkusuz yaşamını sağlamaktır” (Çetin Özek).
Ceza hukuku son çare (ultima ratio) olmalıdır, ilk çare (solo ratio) değildir. Asıl olan halkın gerçekleri öğrenme hakkıdır. Prof. Dr. Çetin Özek’e göre, vazgeçilmez olan sadece “düşünce açıklamak” değildir. Düşünce açıklamanın sağlanması için bilgiye ve habere ulaşan tüm yollar, bütün kanallar açık tutulmalıdır. Elde edilen bilginin yorumlanması ve bir başkasına açıklanması önünde sınırlandırma olmamalı ve bütün yolların açık olması sağlanmalıdır. Halkın bilgilenme ve gerçekleri öğrenme hakkı gerçekleştirilmelidir. Gerçekleri öğrenme hakkı “özgür, doğru, yaygın bilgi ve haber dolaşımının” sağlanmasına, bunu sağlayacak siyasal ve yasal yapının gerçekleştirilmesine bağlıdır.
Korkularla kuşatılmış, ceza tehditleriyle dolu toplumsal düzen çağdaşlığa aykırıdır. Ceza hukuku, cezalandırma hukuku değildir, bireyin temel insan haklarını korur. Herkesin konuşma ve ifade özgürlüğü, görüş edinme ve açıklama ve yayma hakkı vardır. Yasama organı, insan haklarını ihlal eden suçlar yaratamaz. İnsanları kategorilere ayırarak hak sahibi yapamazsınız. Devletin korunması gerekçesiyle olsa bile halkın bilgilenme hakkının sınırlandırılması, gerçeğe uygun haber dolaşımının önlenmesi, sınırlandırılması ve suçlanması yasaktır.
Demokrasilerde hükümetlerin halkından gizleyeceği bir şey olamayacağı görüşünde olan Çetin Özek, “bireyin bireysel bilgilenme hakkının” sınırlanamayacağı kanaatindedir. Bireysel bilgilenme “hak” olduğuna göre hakka işlerlik sağlayan “doğru ve yaygın haber dolaşımı” sağlanmalıdır. Aksi takdirde demokrasi, siyasal rejim yoktur.
Gerçekten özgür haber dolaşımı demokratik siyasal düzenin temel ölçütüdür.
Özgür haber dolaşımını engelleyen, sınırlayan ve müdahale eden yasal düzenleme yapılamaz. Eğer, özgür haber dolaşımının sınırlandırıldığı, engellendiği bir yasal düzenleme varsa “demokratik siyasal yapı” yok demektir.
İzin verilen düşünce, izin verilmeyen düşünce olmaz. Basın özgürlüğünün sınırlandırıldığı bir siyasal düzen ve “açıklanmasına izin verilmeyen düşünce alanları” yaratılmamalıdır.
Aksi takdirde “halkın bilgilenme ve gerçekleri öğrenme hakkı” sınırlandırılmış olur. İfade özgürlüğü ve görüş edinme hakkı ihlal edilmiş demektir.
İzin verilen düşünce açıklaması ile izin verilmeyen düşünce açıklamalarına yer vererek yapılan yasal düzenlemelerin olduğu bir toplumsal düzende; siyasal ve demokratik yapı yok demektir.
Kanunlar, siyasal ve demokratik yapıyı yok etmez.
İzin verilen düşünce ve izin verilmeyen düşünce kategorileri yaratarak ifade özgürlüğünü terk ederek sansür düzeni kurulamaz.
Dipnot:
[1] İoanna Kuçuradi, “Baktığını Görebilmek”, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Uygulama Merkezi Bülteni, Eylül 2022, Sayı 11.
(Fİ/VC)