Değerlerimiz gibi acılarımız da benzer kılıyor bizi
Bu nedenle dinlerken İnti İllimani'yi
Hemen hepimiz hissediyoruz
Halklar arasındaki empatiyi
Erdoğan'ın söylediği gibi ve gerçekte sermayenin küresel boyuttaki dönemsel ölçeklerine uygun olarak ülke artık bir şirket gibi yönetiliyor. Kabine de bir AŞ yönetimi gibi seçildi. Turizm şirketi sahibinden Turizm Bakanı, hastane zinciri sahibinden Sağlık Bakanı, özel okul sahibinden Milli Eğitim Bakanı, damattan da Hazine ve Maliye Bakanı yapıldı.
Sadece parlamento değil, sadece yargı ve yürütme değil, Danıştay da Anayasa Mahkemesi de tek yetkili “Başkan”la somutlanıp merkezileşen iktidardaki hâkim elitin bir parçası haline getirildi. Hatta Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve belediyeler de artık başkanın inisiyatif alanı içinde.
Bugün 23 Haziran İstanbul seçimleri gündemin ağırlıklı konusu olsa da içeride ekonomik kriz, dışarıda Suriye meselesi ve bunun karşısında muhalif kesimlerin durumu süreçteki önemini koruyor.
Mevcut tabloda da görüldüğü gibi sınıf karşıtlarımız olarak da tanımlayabileceğimiz egemen sınıfların, askeri veya kültürel, direkt veya dolaylı bir yığın aracı var. Ehlileştirmeye de asimilasyona da geçmişte olduğu gibi tedip, tenkil ve tehcire de başvuruyorlar. Kendi araçlarını daha etkili kılmak için iradeyi tekleştiriyorlar.
Ve gerçekte burjuva siyaset tarzının bir döneminin sona erdiğini gösterecek şekilde, biçimsel de olsa işleyen temsil mekanizmalarına, kuvvetler ayrılığına vb. son vermiş durumdalar. Bu süreçte Meclis, büyük oranda işlevsiz hale getirildi; belediyeler merkez tarafından kontrol altına alınmış durumda ve her an kayyum atama veya görevden alma tehdidi devam ediyor.
Bunun yanında insanın özgür düşünme, kendini ifade etme ve eylem imkanları, faşizm tarafından boy hedefi yapılmış durumda; az anlayan ama çok inanan, biat ve itaat eden tek tip insan yaratmak için akla gelebilecek her yol deneniyor.
İnsanlar, bu topyekun kuşatma altında yalnızlaştıkça, köşesine çekiliyor ve çekildiği köşede umutsuzluğu yeniden üretiyor. Yaygınlaşıp derinleşen geleceksizliğe ve güvencesizliğe, moralsizlik ve mutsuzluk ekleniyor.
İşte bu koşullarda yaygınlaştırılan yenilgi ikliminde özgürleşme ve geleceği kazanma ufkuyla hareket eden kesimlere, kendi araçlarını yaratmak, çoğalmak ve çoğaltmak üzere kendi yöntemlerini geliştirmek dışında bir yol kalmadı. Böyle bir arayış için de Gezi direnişi altıncı yılında öğretmeye devam ediyor.
Yaratıcı yöntemlere, araç zenginliğine ihtiyaç var
Bilinir ki günün acil ihtiyaçları için de devrimsel dönüşümler için de örgütlü toplum büyük önem taşıyor. Bunun için azami program ufkuyla biçimlenmiş parti veya örgütler yetmez. Halkın bizzat katılımına imkân tanıyan yerel insiyatifler, Sovyet tarzı örgütlülükler vb. gerekiyor.
Lenin, ihtiyacı “hem parti hem Sovyet” olarak tanımlamış ve bunu “Yalnızca öncüyle zafer olmaz”, “Devrim kitlelerin eseri olacaktır” biçiminde formüle etmişti.
Bugüne dek yaşanan deneyimler gösteriyor ki kavga edenler kavgasını, itiraz edenler itirazını, geleceği kuranlar da düşünü bu tür araçlarla yürüttü. Her dönem, halkın bizzat katılımına imkan tanıyan araçlara ihtiyaç duyuldu.
Eğer devrim halkla beraber yapılacaksa, halkın katılımı olmadan gerçekleşmeyecekse, bugünden halkın doğrudan rol alıp sözünü söyleyeceği araçlara ihtiyaç vardır. İhtiyaca bağlı olarak biçimlenip işlev yüklenen bu araçlar çok çeşitlidir.
İnsanların beklemeye tahammülü yok, acil ve yakıcı problemleri var. Bu da güncel sorunlara çözüm üretmenin ve örgütlenmede yerelliğin önemini artırıyor. Elbette güncel olan köklü çözüm için yetmez; ama güncel olanla köklü olanı birbiriyle ilişkilendirmek devrimcilerin işidir.
Bu da yaratıcı yöntemler, uygun araçlar gerektirir. Bu konudaki, Gezi'yle de büyütülüp güncellenen deneyim mirası, sanıldığından büyük ve zengindir. Önemli olan bu mirası tüketen konumda mı yoksa geliştirip büyüten konumda mı olunacağıdır.
Tam da bu bağlamda Lenin, İki Taktik kitabına önsözde, “Devrim olayları bize bugüne kadar çok şey öğretti. Ama şimdi sorun devrimin özneleri olarak bizim ona bir şey katıp katamayacağımızdır” der.
Bu amaçla, halk forumlarında tartışmak, yerelde doğrudan katılımla oluşan meclislerde karar almak, ihtiyaca göre oluşturulan atölyelerde üretip kooperatiflerde paylaşmak, çare arayışını kolektifleştirecek ve alternatifi soyut olmaktan çıkarıp somutlanmasını sağlayacaktır.
Aydınlık, iyimserlik ve kolektif bir zemin için
20. Yüzyılın en büyük buhranının yaşandığı 1929'da da ekonomik, siyasal ve sosyal kriz karşısında umutsuzluğa düşen kitleler gerici ideolojilere yönelmiş, faşizmin yaygınlaştığı bir süreç yaşanmıştı.
O gün olduğu gibi bugün de mevcudun fotoğrafını çekmek, gidişatın ne kadar kötü ve karanlık olduğunu anlatmak yetmez; insanlara karanlığın yüzüne tutmak için aydınlık, karamsarlıkla başedebilmek için iyimserlik, düşlerini gerçekleştirmek için kendilerini ifade edebileceği örgütlü kolektif bir zemin gerekiyor.
Mevcut gidişattan rahatsız olan toplumsal kesimlerin en geniş zemindeki arayışı kolektifleştirilebildiğinde ve halkın kendi öz gücüne güvenerek süreçte yer alması sağlanabildiğinde görülecektir ki katılıma imkan tanımayan burjuva siyaset tarzına, bu çerçevede dayatılan yönetme-yönetilme ilişkisine hiç kimse mahkum ve mecbur değildir.
Farklı noktalardan hareket edilmesi, sorunların farklı olması veya farklı sorular sormak, yanıtları beraber aramanın önünde bir engel değil. Çünkü sorulan sorulara sebep olan “kötülüğün kaynağı” aynı.
Yeter ki burjuva siyasal zeminde olduğu gibi siyasetin bir avuç elitin/uzmanın işi olduğu dayatması reddedilsin ve halkın öz gücüne güvenle hareket edilsin; bugün siyaset dışı tutulan ve dört beş yılda bir gösterilen sandığa oy vermek dışında başka bir işlev atfedilmeyen halk kesimlerinin elinden çok şey geldiği, bu alanda yapacak çok şeyin olduğu görülecektir.
Bu başarılabildiğinde yetenekler, imkanlar ve üretim alanlarının çeşitliliği, karşı karşıya değil yan yana gelecek ve zenginleştirici/çoğaltıcı bir toplam oluşturacaktır.
Uzmanları öne çıkaran, diğerlerini ise seyirci konumunda gören burjuva siyaset tarzının antitezi olan böyle bir zeminde yetenekler, birbiri ile yarışmak için değil bir toplam oluşturmak için bir araya gelecek ve bu, üretkenliği de başarıyı da artıracaktır.
“Arayışın kolektif sonuçları, bilinçlenmenin kolektif bilgisini besler.” (Bloch)
İnsanlar ne denli bilinçli, deneyimli, uzman vb. olsa da her şeyi bilemeyeceği gibi her şeyi de yapamaz. Arayışın olduğu gibi bilinçlenmenin de kolektif boyutu olmalıdır.
Gerçekte parti ve cephe, parti ve Sovyet bütünlüğünde olduğu gibi söz konusu olan, Leninist örgütlenmenin gereğidir. Ancak bu alanda varlık gösterip kafa yoran kesimlerin, bunun dışında daha köklü bir sorunu var.
Hangi örgütlenme biçimi, hangi araç olursa olsun katılımı, kolektifleşmeyi yeterince sağlayamayan yöntemler bugün yaygınlık kazanmış durumda.
Halbuki İmkanlar, emekler ve değer yaratma potansiyelleri yan yana getirilip, birbirini kesecek veya ihtiyaç olmaktan çıkaracak şekilde değil, birbirini çoğaltacak şekilde değerlendirilebilirse, bütün bir halkın ve katılımcıların lehine üretkenlik de işlevsellik de artacaktır.
Bir süredir insanlar çeşitli noktalarda kendiliğinden ve parçalı da olsa alternatif arayışlarına, dayanışma çabalarına yönelmiş durumda. Önemli olan bu arayışları kolektifleştirmek, daha üretken, somut ve etkili bir niteliğe kavuşturmaktır.
Bir ev kadınının evde, çalışan bir kadının veya erkeğin işte, bir öğrencinin okulda, bir işsizin yaşamın her kesitinde, bir Kürdün veya Alevinin asimilasyon ortamlarında karşılaştığı sorunlar; yani kültürel olan da ekonomik, siyasal, sosyal her sorun da çare arayıcılarının kolektif zemininde yer bulabilmelidir. Özetle bir Ordulunun fındık, bir Rizelinin çay, bir Cerattepelinin doğa sorunu gibi bir Cizrelinin yaşam sorunu da kolektif arayışın bir parçası haline getirilebilmelidir.
Bu çabada, benzer olanların birbirini yadsıması değil zenginleştirerek çoğaltması sağlanmalı, farkların ise asimile edilerek yok edilmesi değil bütünsellik içinde var olması amaçlanmalıdır.
“Halka inilmez, çıkılır.”
Victor Jara, “Halka inilmez, çıkılır” der. Tam da bu bağlamda, alternatif olarak geliştirilebilecek inisiyatif/hareket, halka yukarıdan bakmanın, siyaseti uzmanların veya bir avuç elitin yapabileceği kanaatinin yani burjuva siyaset tarzını çeşitli zeminlerde yeniden üretmenin reddi olabilmelidir.
Bilinir ki alternatifin oluşturulamadığı her durumda, yaşamın her kesitinde, var olana yani sistemin araç ve yöntemlerine öykünme olasılığı artar. Bu bağlamda atılacak adımlar, aynı zamanda farklı bir siyaset tarzını geliştirmeyi, bugüne kadar eksik bırakılanın tamamlanmasını ve yanlış yapılanın düzeltilmesini amaçlamalıdır.
Unutmamak gerekir ki umudun soyut bir düşsel tasarım olmaktan çıkarılıp gerçekleşebilir maddi/somut bir olguya dönüşmesi, sahip olunan felsefenin ve izlenecek yöntemin kapsayıcılığıyla doğrudan ilintilidir.
Sınıflar mücadelesinin deyim yerindeyse kalınlığını inceltmek ve yaratıcı etkinliğe imkan tanıyan bir güncelleme için umuda, düşsel olana, gelecek tasavvuruna ihtiyaç vardır. Bu, aynı zamanda itirazla alternatifin, yıkmakla kurmanın ilişkisidir. Marks'ın 11. Tez'ini derinleştirdiğini ileri süren Ernst Bloch da kitle örgütlenmesinin ve eyleminin analizine yönelir. Ve Umut İlkesi'ni “gündüz düşleri” kavramına dayandırır. Ona göre gece rüyası bilinçaltına aitti, gündüz düşleri ise bilinçli arzunun bir aracıydı.
Gezi'ye içerilmiş haldeki çözüm
Ernst Bloch, açlığın öfkesi yetmez umudun itkisi de gerekiyor der. İnsanın enerjisini ateşleyip harekete geçirmek için ihtiyaç duyulan motivasyonu artıracak olguların başında ise umut edilenin gerçekleşmesi gelir. O halde umudun itkisi de yetmez umudu politikleştirip gerçekleştirmek; yapılabileceğini/kazanılabileceğini göstermek, başarıyı somutlamak gerekiyor.
İnsanın en dar bireysel sınırlarına kadar geriletilip zorunluluklardan hatta yer yer çaresizliklerden örülü bir kısır döngüye mahkûm edildiği bu koşullarda, her insanda var olan değer yaratma potansiyelini açığa çıkarmak ve geleceğe açılan bir kapı, soluk almaya imkân veren bir pencere oluşturmak büyük önem taşıyor. Düş kurmak, umut etmek ve harekete geçmek, kendi potansiyelini benzerleriyle kolektifleştirmek, söz konusu kısır döngüyü bütünüyle aşma şansı verecektir.
Barikatla komünü aynı kavganın tamamlayıcı bileşenleri olarak yan yana getiren Gezi direnişi, “Neyi/nasıl yapmalı?” sorusuna yanıt olacak türden şifreler taşımaktadır. Söz konusu şifreler çözülüp bugüne taşınabildiğinde hiç de çözümsüz/çaresiz olunmadığı görülecektir.
Bu, aynı zamanda tam da Hasan Hüseyin'in şiir için, “matarasında suyu, torbasında ekmeği, kemerinde kurşunu kalmamışları ayakta tutabilir” demesi gibi bugün halkın ekmeğini, suyunu ve geleceğini çalanlara karşı kenetlenerek kendi şiirini veya o şiire denk toplumsal bir aracı oluşturmaktır. (MY/APA)