Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesini engellemek için başlayan “işgal” eylemi polis şiddetinin ardından; ülkeyi saran hükümet karşıtı bir 'hareket’e dönüşmüştü. “Olay” katılımcıların sayısı, coğrafi yaygınlığı, süresi, kullanılan yöntemlerin radikalliği ve yarattığı hegemonya açısından Cumhuriyet tarihinin en büyük toplumsal hareketine haline geldi.
Parkta bir karnaval havası eserken caddelerde şiddetli çatışmalar yaşandı. Sadece İstanbul’da değil ülkenin dört bir yanında manzara aynıydı. Dünyanın farklı ülkelerinde de destek eylemleri düzenlendi.
Altı ayın ardından hareket devam ediyor; doğrudan demokrasinin şekillendirdiği mahalle forumları ve hükümeti protesto yürüyüşleri düzenleniyor. Türkiye’de artık her şey, hem katılanlar ve hem de karşı çıkanlar için, Gezi’den Önce ve Gezi’den Sonra diye ikiye ayrılıyor.
“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”
Kentsel mirasın ve kamusal mekânların piyasaya devredilmesine karşı düzenlenen eylemlerde daha önce de atılan bu slogan hareketin ufkunu gösteren bir parola oldu. Parkın polis tarafından boşaltıldığı akşam eylemlerin sonu değil yeni bir evresinin başlangıcıydı.
Polis parka saldırdığında, DİSK’in 15-16 Haziran 1970 Genel Grevi’nin yıldönümü nedeniyle bir etkinlik de sürüyordu. Herkes “Bitti mi?” diye düşünürken! #Duranadam meydanda sessizce durmaya başladı. #Duraninsanlar şehrin farklı yerlerine ve diğer şehirlere yayıldı. Duran insan eylemleri harekete düşünmek için zamanı kazandırdı.
Ardından eylemciler sıklıkla kullandıkları “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” sloganından ilham alarak mahallelerindeki parkları işgal ettiler. Çadırlar kuruldu, forumlar, konserler, kütüphaneler, eğitimler, ücretsiz yemek dağıtımı, takas pazarları… Eylemciler, iktidarı karşılarına almanın verdiği özgüvenle, Gezi ruhunu ve ahlakını yaygınlaştırmak için forumlara yöneldiler. Forumlar hareketin daha olgun bir aşamasıydı.
Daha önce yan yana göremeyeceğiniz insanlar forumlara katılıp, ardı ardına duyamayacağınız fikirleri tartıştılar. Farklı politik yapılar birbirini tanıdı ve etkilendi. Bütün forumların sosyal medya hesapları, bazılarının internet, radyo ve tv yayınları vardı. Etkinliklerde, Kürt sorununa ilişkin önyargılar sarsılmaya başladı. Farklı mezhepler karşılıklı olarak birbirlerinin ibadetlerini ziyaret ettiler.
Havaların soğumasıyla forumlar kapalı mekânlar buldular ya da sendikaların ve derneklerin bürolarını kullandılar. İşgal evleri kuruldu. Her yaştan eylemci bilgisayar ve cep telefonları sayesinde birbiriyle iletişim halindeyken hükümet sürekli yeni eylem gerekçeleri yarattı.
Ankara’da ODTÜ’de otoyol inşaatı nedeniyle ağaçların kesilmesi, bunu durdurmak için kamp kuran öğrencilere yönelik polis şiddeti... Hükümet sözcülerinin Alevilere ve kadınlara yönelik ayrımcı ve aşağılayıcı söylemleri… Gezi tutuklularının cezaevi koşulları… Gözaltında işkence… Eylemlerde öldürülenlerle ilgili davalardaki hukuksuzluklar… Eylemlere katıldığı için işten atılanlar, disiplin cezası alan öğrenciler… Yaralılara yardım eden doktorlara açılan soruşturmalar… Hükümetin Suriye politikası… Mahalle forumlarını sürekli sokağa döktü, dökmeye devam ediyor.
Kim bu çapulcular?
Eylemler sürerken en çok tartışılan konulardan biri eylemcilerin kimliğiydi. Devasa barikatları kim kurmuştu? Edebiyatçıları kıskandıran sloganları kim bulmuştu? Polis karşısında korkusuzca dikilen, biber gazına, basınçlı suya karşı dağılmayan kimdi?
Türkiye’nin büyük araştırma şirketlerinden birinin Gezi Park’ında yaptığı araştırmaya göre hareketin yaş ortalaması 28, yüzde 56’sı üniversite mezunu, yüzde 37’si öğrenci ve yüzde 52’si çalışıyor. Polisin gözaltında yaptığı anketin sonuçlarına göre şüphelilerin yüzde 55'i 1000 TL'nin, yüzde 85'i 2000 TL'nin altında gelire sahip.
Eylemlere yaşı, mezhebi, etnik kökeni ve gelir seviyesi birbirinden farklı insanlar katılıyor. Hareketin net bir kimliği olduğunu söylemek zor. Ancak kitlenin önemli bir bölümü, yaşamak için işgücünü satan kentli işçilerden oluşuyor. İşçi sınıfının işsiz kesimleri ve onlara katılmak için eğitim alan öğrenciler de orada.
Eylemlerde hayatını kaybedenlerin çoğunun işçi olması, eylemcilerin yarıdan fazlasının kadın olması, futbol taraftar gruplarının yoğun katılımı ve bilinen işçi sınıfı mahallerindeki şiddetli çatışmalar; işçilerin ve yoksulların hareketteki yerini gösteren diğer işaretler.
Ana akım medya göstericilerin iyi eğitim almış, genç ve beyaz yakalı orta sınıflar olduğu fikrini ortaya attı. Bu fikir terimlerin suiistimal edilmesi aracılığıyla savunuldu. Sınıfı belirleyen şey, kişinin tüketim alışkanlıkları, gelir seviyesi veya eğitimi değil ekonomi içinde üretim süreçlerindeki yeridir.
Küresel ölçekte işçi sınıfı kapitalizm tarihindeki en kalabalık nüfus oranına ulaştı. İşçiler arasındaki memnuniyetsizlik de dikkat çekici seviyededir. Sosyal devletin kazanımlarının budanması, yükselen işsizlik, işçiler arasındaki güvencesizleşme, baskı ve gözetleme politikaları işçiler arasında kitlesel tepkilere neden oluyor.
İşçi sınıfının yeni nesilleri benzerleriyle hızlı iletişim kurabiliyor. Sendikaların resmi yazışmaları yerine hızla yazılmış bir e-mail ve yorumsuz paylaşılan fotoğraf uluslararası kampanyanın başlangıcı olabiliyor.
Gezi Hareketi sırasında işçi sınıfının bu kesimleri yıllık izinlerini deniz kıyısında geçirmek yerine eylemlerde sabahladılar. Okul günlerinden beri onlara dayatılan rekabetin yerine dayanışmayı, ayın elemanı yerine anonim kahramanlığı tercih ettiler. Mühendisinden müşteri temsilcisine, kaynakçısından öğretmenine mesleği sorulduğunda işçiyim demeyen beyaz veya mavi yakalı işçiler birlikte yemek hazırladılar veya barikat kurdular.
Ne değişti?
Herkes “Başbakan gidecek mi?”, “Seçimlerde ne olacak?” gibi sorular soruyor. Bunları cevaplamak yeni bir toplumsal hareketi eski siyasete tercüme etmek anlamına gelir. Bu sonuçları zamanla göreceğiz. Ama toplumun hali hazırda değişmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Eylemcilerin davranışları ve tercihleri değişti. Artık onlarla baş etmek kolay olmayacak. Mesela bir kadın toplu taşıma aracında tacize uğradığında dişini sıkmayacak. Tacizciye bağıracak ve okkalı bir tokat atacak!
İlk günlerde cinsiyetçi bir dil kullanan hareket, feministlerin müdahalesiyle değişti. Eylemler ve forumlar LGBTİ’lerin rahat hareket edebildiği zeminler haline geldi. Türkiye’de kadın hareketinin en eski sloganlarından biri “Geceleri de sokakları da terk etmiyoruz” şeklindedir. Kadınlar, hapsedildikleri evlerden çıktılar ve “erkeklere ait” bütün alanlara girdiler, üstelik geceler boyunca ve sokaklarda.
Eylemlere katılan işçiler sendikalara üye olmak ve sendikalarda sorumluluk almak istiyorlar. Sendika eylemlerinde 70’li ve 90’lı yıllardaki yükseliş dönemlerinden kalma sloganların yanı sıra Gezi Parkı sloganları atılıyor. Gezi sloganlarının grevlere özel yorumları türetildi.
Mahalle forumları bölgelerindeki grevleri ziyaret ediyor. Mesela, İstanbul’da tazminatlarını alamayan işçiler tarafından işgal edilen bir fabrika üretime devam ediyor ve forumlarda kazak satıyor.
Yer yer hareketin sözcülüğünü de üstlenen sendikalar, bugüne kadar temsil etmedikleri ve üye kaydetmedikleri işçi kesimleriyle tanıştılar. Hızlı işleyen katılımcı demokrasi biçimleri gördüler.
Ücretli çalışanların çoğunlukta olduğu “bunalmış” kitleler; hükümetin hukuk tanımayan, yaşam tarzlarına müdahale eden ve eşitsiz kalkınmaya dayalı politikalarına karşı bir tepki geliştirdiler. Bu tepki bize sınıf mücadelesinin sadece işyerinde değil kentsel alanda ve günlük yaşamda da yaşandığını gösterdi.
Hükümeti destekleyen bir dini cemaatin AKP ile arasının bozulmasının ardından bir dizi rüşvet ve yolsuzluk skandalı açığa çıktı. Bu durum bakan istifalarını, çok sayıda polisin görevden alınmasını ve yolsuzluk karşıtı eylemleri tetikledi. Hareketin 3. aşamasının başladığını söyleyebiliriz.
Hükümet, olaylar başlamadan bir ay önce 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanmasına izin vermemiş ve kenti biber gazına boğmuştu. 1 Mayıs için Gezi Parkı’nın mayasıdır, diyebiliriz. Gezi Parkı ise her gün her yerde 1 Mayıs kutlamaktır!
“Yoldaşlar! Gaz maskenizi hazırlayın, telefonlarınızı şarj edin. 1 Mayıs devam ediyor!” (KE/AS)