Ayşe Çavdar'ın Express'teki (Aralık 2010) Müslüman Getto'da Çakma Modernite başlıklı yazısını okuduğum sıralar, içinde bulunduğum ortamın farklı görünmeye başladığı bir döneme denk gelmişti.
Gecekondulardan ve "fazla kalabalıklaşan" şehir içlerinden, şehrin dışında kaçılan huzurlu sitelere dönmek için ardına kadar doldurulmuş halk otobüsleri ve etrafından geçmek zorunda oldukları duvarları başka coğrafyalardaki duvarlara benzetmek..
Hayatları bu site duvarları içinde akan kadınların market servis arabalarının saatlerini ezberlemesi, marketten alışveriş yapamamayacak durumda olanın evden marketin eski poşetinden birini doldurup arabaya öyle bindiklerini gittikçe fark etmek..
Balkondan görünen blokların arasındaki binanın bir ufo-türbeye benzeyişine gülmek.
Dışardan bakmak içeriye. Aynı yerden bakıldığında eskiden görünen, gündelik yaşam ve olağan olan dışında birşey ifade etmiyordu, bir toplumsal var olma halinin içinde konumlanmışken bunların fark edilmesi zordu.
İçeriyi sorgulamak, değeri artacak aidatlı daire sahipleri olmanın ferahlığını yaşayan ailelere "bizi bu dağ başına niye getirdiniz" diye sitem eden çocukları duyup onlara hak vermek, "emeklilere falan uygun bir yer ama gençler için çok şehir dışı kalıyor" diye düşünmek, saatler süren ulaşım çilesine lanet etmekten ibaretti.
İlk taşındığımızda arasında kaybolduğum, birbirinden farkı olmayan blokların arasında bir onlar kadar benzer düşüncelerin olmasından, bu mekansal homojenitenin içerde de bir zihinsel homojenliği sağladığını ve koruduğunu söylemek artık kolaylaştı. Bireysel tecrübeler ve izlenimler üzerinden bunları çıkartmak mümkün olabiliyor.
Önceden beri sahip olunan düşünce kalıplarının, televizyon haberlerinin ve birkaç köşe yazarının sözüne güvenmemeyi denemek, öncekiler ile bir fikir ayrılığı yaşamak için bir nedenin olmadığı, oluşmayacağı bir yapıyı temsil ediyor burası. Bir devamlılık içinde süregelen düşüncelerin barınabildiği bir mekan. Bu devamlılık içinden çıkan tabloya göre önyargılar önyargı değil, gerçektir. Her karşılaşılan olay onları daha gerçek yapar.
Örneğin güvenli bir yaşam önemlidir. "İstikrarlı" bir hayat. Bunun bu kadar benimsenmesinin neden bir bakıma geçmişte kamusal alanda yer almaya çalışan dindarlara karşı çıkarılan engellemelerin boyutu. Bunun içeriye karşı güvenilir ve samimi, dışarıya karşı kapalı ve şüpheci, devamlı potansiyel bir tehlike bekleyen, 'içeriyi' kollamak zorunda hisseden toplulukları yaratması.
Dolayısıyla "gelecekte ne olacağı belli değil" sırf ekonomik anlamlar barındıran bir cümle olmaktan çıkıyor. Ama dairelerin fiyatları biraz da bu yüzden önemli. Farklı olandan uzak durmak da. Çocukları buna benzer 'uslu' davranışlara doğru yönlendirmek de... 'Güvenli gelecekleri' için.
Yanlış anlaşılmasın, bu bahsettiğim dindarlığa özgü bir şey değil. Bu muhafazakâr olmanın, devletine güvenmeyi, "büyük lafı" dinlemeyi görev bilmenin bir parçası. O lafın ne olduğunu, ne barındırdığını fazla kurcalamadan.
Çünkü Ses Çıkarmak Tehlikedir. Farklı Olan Tehlikedir. Etrafına kurulduğunu fark etmediğin duvarı sarıp sarmalayıp yaşamaktan daha güvenilir, daha tercih edilebilir ne olabilir ki?
Şimdiye kadar katılmadan dinlemeyi tercih ettiğim konular üzerindeki konuşmalar da bunları yansıtır nitelikte, eskisinden tek farkı gittikçe kulağa batmaları...
Örneğin "Kürtler işte..." diye başlayıp biten daha "masumane" cümlelere karışmazdım. Çünkü büyük oranda içinde bilinçli bir kötülük barındırmayan, "Lazlar asabidir" gibi öğrenilmiş ve yerleşmiş önyargıların yansıması oluyorlardı. Ama buna karşı çıkmayı denemek, televizyon haberlerine verilen anlık tepkiler ötesine geçmeyenleri ortaya seren birşeymiş.
Kürtlerin suça "yatkınlığı" ve şiddete karşı olan "meyillieri" gibi. Ve bunun ırkçılık olduğu hatırlatıldığında bunun "yetiştirme şekillerinden" de kaynaklanan "kültürel" zaafları olduğu gibi "açıklamaları" ardında getiren.. Eylemin Mısırda olanına destek verilen, dibimizde olanına katılmaktan imtina edilen durumlar. Muhafazakarlık ile din arasında bir ayrım olduğunu ve olması gerektiğinin altını çizen konuşmalar...
Gettolarımızdan çıkmadan, buradan da kaçarak uzaklaşmadan da bunların farkına varmak mümkün olur mu acaba? Ya da yakında bütün şehrin gettolaşacağının bilgisi karşısında bunların farkına varmak ne işe yarar? Mekansal olandan bir çıkış olmasa da, kafamızın içindeki gettolardan çıkmak için bir kapı aralığı görünür mü? Bu soruların aklını kurcaladğı biri olarak umut ile sinizim arasında bir alanda gidip gelmekteyim.
_________________________________
Hilal Ünal, Boğaziçi Universitesi lisans öğrencisi
* Müslüman Getto'da Çakma Modernite , Ayşe Çavdar, Express, Aralık 2010.