“anılarımız, içgüdülerimiz
ve büyük çıplaklığımız alkolden
alkolse biraz olsun alkolden yaratıldığımız
tanrımız bilincimiz tanrımız
çağımıza girerdik.”
Tragedyalar IV, Edip Cansever
Alkol kullanmanın, yaşam biçimlerinin bu kadar tartışıldığı bu dönemde bir dipnot olarak bu dizeye ihtiyacımız vardı. Bu şiiri bugün bir daha okumaya ve düşünmeye ihtiyacımız var. Kavramların altüst olduğu, "mahalle baskısı"nın dillere pelesenk olduğu, "o mu, bu mu demoksrasi"si oyuncağının genç sivillerin ellerinde yoğrulduğu bu günlerde üçüncü cephe için ironik, bir o kadar da anlamlı mizahi duruşumuzu da anlatmak gerekiyor.
"Ne şeriat ne darbe, kafası güzel Türkiye!"
2003-2004 yıllarında fanzin olarak yola çıkan Alkolik Tavır, arkadaş sohbetlerinde gündemi alkolle yoğurarak ele alan bir bakış açısı olarak dolaştı ve 2007 Barışarock’ında bir afiş olarak dile geldi; "Ne şeriat ne darbe, kafası güzel Türkiye".
O günlerde yaşanan kutuplaşmalarda kendini ifade edecek mecra bulamayan, dili tutulmuş gençler için bir ifade biçimi oldu bu slogan ve internetin de yardımı ile anonimleşerek sahiplenir oldu.
Alkolik Tavır bir fanzin, yani fotokopi yolu ile çoğalan ve elden ele dolaşan bir mecmua. Sanal bir hareket, aynı zamanda da gerçek. Aynı şeyleri düşünen ve gündemi bu bakış açısıyla değerlendirenlerin yalnız olmadığını hissettiren bir fırlamalık.
Bu ülkede özellikle de 12 Eylül’den sonra zararlı üç şeyi sayalım 1-Siyaset 2-Mizah 3-Alkol. Hep ebeveynler bu üçünden uzak durmasını tembihledi çocuklarına. Siyaseti ekmeğini eline alınca yapması, mizah dergileri yerine sınav hazırlık kitapları okuması, alkolden ise ömür boyu uzak durması istenmedi mi? İşte bu üçünü bir araya getirecek bir hınzırlık yapılamaz mıydı? Denedik. Bence de oldu.
Doğu Perinçek ile polemik yaptık ilk sayımızda, Bağımsız Alkolik Cephe Manifestosunu yazdık ve çizdik, "Türk Solu" diye o günlerde yayınlanmaya başlayan neo-faşist dergi ile dalgamızı geçtik görsellerimizde, Tayyip’in kurmaca bir biyografisini yazdık, Zekeriya Beyazşarap diye bir sanal karakterimiz Güzin Abla gibi soru yanıtladı sayfalarımızda.
Bu bozma ve yeniden kurma karakterlere Yavuz Donatmasayı gibi isimlerle devam ettik, üçüncü sayımızda ise Yeşilay kurumunun tarihçesi ve saçmalığını anlattık, sosyalist enternasyonal logosundan "gül" figürünü atıp şarap şişesi koyarak "Alkolik Enternasyonal"i yarattık, CHP’yi de AKP’yi de aynı oranda yerdik.
"Güzel Marmara Üniversitesi" kayıt masası ile kariyer hedefi olmayanları üniversitemize çağırıp "sınavsız, parasız, rektörsüz" üniversitenin mümkün olduğunu haykırdık. Kısacası dünyaya bakış açımızı mizahi ve "alkolik" perspektiften ele aldık. Gençlerin dilini kullanıp zihinlerinde bir kıvılcım çakacak "imge"ler yoğurduk.
"Velev ki alkol siyasi bir imge!"
Bu sanal kutuplaşmalar geldi bugünlerde "alkol"e kadar dayandı. Bir baktık ki Kemalist çevre ve bir kısım ulusalcı Moda İskelesi’nde içki satışı yasağını protesto ediyor. Olay neresinden bakarsan "alkolikler"le alakası olamayacak bir şekilde dile getirildi. Yani "halk plaja indi, vatandaş rahatsız" başlığı gibi bir durum. Çünkü yıllardır ‘alkol’ kötü idi. Hatta "tüm kötülüklerin anası" olarak betimlendi. Kötülük yine dişil olarak kavramlaşmış dikkat ederseniz. Ama bir de "erkek adam içer" eril olumluluğu göz ardı etmemeliyiz.
Sınıfsal olarak işçiler içtiğinde "lümpen proleter"ler dendi, burjuvalar içtiğinde "kültür" oldu. Bu algının kırılması gerekir. Sadece ülkemizde değil bütün dünyada bu algı var. Biraz araştırınca o harika Sovyet propaganda sanatının, anti-alkolik çalışmalarına da ulaştık. Alkoliklik bir yaşam biçimi olarak değil, de hep tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak dillendirildi. Yuvaları yıkan koskoca kapitalizm illeti dururken günah keçisi "alkol" oldu.
"Asıl olan mahalle baskısı değil iktisadi baskı"
“Mahalle baskısı deniliyor ya asıl mahalle baskısı bu ülkede, ‘ben içmiyorum kardeşim, sen buyur iç’, bu anlayışı sürdürenlerde, bunlara yapılıyor bu mahalle baskısı, sıkıntı burada” demiş Başbakan Erdoğan. Olayı başka bir perspektifle ele alalım;
Nielsen’in yaptığı yeni bir araştırma ile Türkiye’de alkol satan yerlerdeki azalmaya işaret edildi. Buna göre 2005- 2008 yılları arasında alkollü içecek satan nokta sayısındaki azalma yaklaşık yüzde 12,6.
Sizce bu düşüşü salt "mahalle baskısı" ile açıklamak ne kadar gerçekçidir. Bu Aydın Doğan-Tayyip Erdoğan kapışmasında bu gibi gündemi saptıran haberlerde oltaya takılabilirsiniz dikkat edin. Asıl alkol tüketimini düşüren "iktisadi baskı". Alkol fiyatları arttıkça tüketim düşer, hizmet sunanların kar marjı düştüğünde başka sektörlere yönlenirler. Alkolde vergi ne oranda artıyorsa bir anlamda içkili müesseselerde kar marjları da o oranda düşmüştür. Yani rakamları doğru analiz etmekte fayda var. Ucuz şarap yani "köpek öldüren" kavramı tarihe karıştı farkında değil misiniz.
Nedeni de şarap şişelerinin ağzına bandrol uygulanmasıdır. Küçük üreticiler piyasadan silindi. Alım gücü ne oranda düşerse alkol fiyatları ve vergi oranı o noktada yükseldi. Kısacası lüks tüketim ürünü olarak yaftalanan alkollü içkilerdeki vergi oranı içindeki alkol oranını geçti. Şimdi tekrar düşünmekte fayda var, bu yaşam biçimine en fazla zarar veren "iktisadi baskı"mı, yoksa "mahalle baskısı" mı?
"Modayı boşver, Deniz Fenerlerine ne oldu?"
Moda İskelesi’nde içki servisinin kaldırılmasını protesto edenler "Beyaz Türkler"i tariflemiyor mu? Yani "ucu bana dokunduğunda karşı çıkarım kardeşim" mantığı. Deniz fenerlerinde ve kıyılarında içki içenlerin sayısındaki azalmayı araştırmadığımızda, ne kadar "Moda iskelesi restuarant"ı kurtarılsa da "alkolik"lerin derdine çare olmayacaktır.
Eğer yaşam biçimi ve alkolikler için mücadele verilecekse "Alkolden vergi kalksın" talebi ile mücadele verilmelidir. Çünkü ekonomik çatlağın yükü hep alkoliklerin şişesinden kapanmaya çalışılmaktadır.(ŞT/EÜ)