Raziye Kubat’ın “Gece uçuşuna” giriş yapıyorsunuz. İmgelerin dört bir yanınızı sarması ve birçok çeşitlilikteki sesin iç içe geçmesiyle birlikte son derecede kişisel bir yolculuk başlıyor. İlk başta sessiz bir şekilde sizi karşılayan Hayvanlar. Kimisi asil bir bekleyiş içinde, kimisi aniden objektife yakalanıp dona kalmış ya da eşlik ettiğiniz bir yolda hareket halinde.
Bazıları mıknatıs gibi sizi çağırıyor, bazıları da baştan mesafeli duruyor. Hayvanların kendileri “yaklaş”, “uzaklaş” der gibi, sizi ileri geri hareket ettiriyor. Yakından baktığınızda, o canlının mahrem alanına dahil oluyorsunuz. Tüyleri, derisi, bakışları, habitatı… detayla işlenmiş o ayrıntıları inceledikçe maddeselliğin çeşitli katmanlarının keşfine çıkıyorsunuz.
Birkaç adım uzaklaştığınız zaman, oldukça farklı bir manzara mevcut. Mikrodan makroya geçişin etkisiyle karşınızdaki varlığın spiritüel boyutuna bir pencere açılıyor. Zihninizin perde arkasında blinçli olmayan bir düzlemde, hayvanın ruhuna dair bir algılayış beliriyor.
Öznenin dönüştüğü bir diğer alan ise videolar. Hayvanların can bulduğu resimlerden sonra, resimlerin can bulduğu videoları seyretmek, tüm deneyime ayrı bir boyut kazandırıyor. Sanatçının dönüştürdüğü materyaller, duygular, kavramlar, sabit fikirler ve imgeler… her biri iç dünyanızda bir değişim tohumu ekme potansiyeline sahip.
Zıtlıkları bir araya getirerek dönüşüme yol açan tutum, gravürlerde yeniden karşımıza çıkıyor. Başlangıçta ahşap gibi ham, işlenmemiş bir malzeme. Sonuç ise, bir önceki resimlerin negatiflerini andıran, ustalıkla işlenmiş ruhsal fotoğraflar. Dilimizde bir hakaret yerine dahi geçen “hayvan” teriminin içi boşalıyor, tüm canlılara verilen isimler teker teker anlamlarını yitiriyor.
Farklı türdeki hayvanların birbirlerini tamamlayan mesajları, sessiz bir baş kaldırış edasıyla kendimizi sorgulamaya itiyor. Aralarından Maymun, bize: “İnsanın atası değiliz” derken, zamanında Goril Koko’nun iklim “zirvemize” gönderdiği mesajı destekliyor.
Kubat, tutarlı bir biçimde sözü ve sahneyi hayvanlara bırakma tavrını serginin büyük bir kısmında koruyor. Gece uçuşu serisini üretirken, kendi benliğine dair olanı bir kenara bırakıp olabildiğince sadık bir tasvir oluşturmaya özenmiş. Yüceltme girişiminde bulunmadan, zihni bulanıklaştırmadan ve herhangi bir iddiada bulunmadan; tüm doğallıyla asil ve estetik temsiller yaratmış.
On beş kişinin seçtiği hayvanlardan ve onlar için yazdıkları metinlerden yola çıkan Arzuhaller serisinde ise farklı bir yaklaşım var. Sanatçının yorumunu daha çok hissettiğimiz bu eserlerde, insanın hayvanla olan ilişkisine tanık oluyoruz. Bir hayvanın içimizde uyandırabileceği özlem, özdeşim, ilham gibi farklı süreçlerin yansımalarını görüyoruz.
Kum Oyunu
Carl Jung’a göre, insanın kendi içindeki hayvanla barışık olması, hem etrafındaki insanlarla olan iletişimini güçlendirir, hem de bireyleşme sürecinin önemli bir koşuludur. Bu nedenle bizim içsel hayvanımızla ve içgüdülerimizle olan ilişkimizi anlamaya çalışmamız oldukça faydalıdır.
Kum oyunu terapisi ekolünden Martin Kalff, bu konuyla ilgili olarak bilinçdışımızın spontan bir şekilde getirdiği hayvan imgelerini incelememizi önerir. Bu imgeler rüyalarımızda ya da meditasyon yaptığımız sırada ortaya çıkabilir. Bazen hiç beklemediğimiz bir hayvan kendini gösterebilir, ama yeterince açık ve önyargısız olabilirsek, kişiliğimize dair değerli bilgiler taşıdığını fark ederiz. Bu tür bir imgeyi ele alırken dikkat etmemiz gereken bazı noktalar vardır: Karşımıza çıkan hayvan ne durumda? Sağlıklı görünüyor mu yoksa aç ve susuz mu kalmış? Güçlü mü, yoksa yaralanmış mı? Uysal mı, agresif mi? Yaşam alanında rahat edebiliyor mu yoksa hareketleri kısıtlanıyor mu?
Aynı şekilde haberlerde ya da sokaklarda karşımıza çıkan hayvanların durumları, toplum olarak bizim hakkımızda çok şey söylüyor. Hayvanların temel ihtiyaçlarının karşılandığı bir dünya, kendi içgüdüsel tarafımızla olan bağlantımızın güçlendiği bir dünya olacaktır.
Yönümüzü bulabilmek için zaman zaman yoldan sapmak gerekir. Gece uçuşu bu konuda bize içten ve samimi bir örnek sunuyor. Bilinçdışımızın kuytu köşelerinde kaybolduğumuz evrelerden sonra, asıl ait olduğumuz yeri bulmak her zaman mümkündür. Derinlerden bir ses: “Kon artık buradasın, buralısın” diyerek karşılar bizi…
Kubat kendi içsel yolculuğunu şeffaflıkla göz önüne sererek, hayvanlarla olan mesafemizi aşmamız ve doğamıza ait saklı kalmış parçalarımızla tekrardan tanışmamız için alan açıyor. Toplumsal - ya da bireysel - bilincin evrimleşmesi için sadece hayvanların bize ihtiyaç duymadığını, bizim de onlara ihtiyaç duyduğumuzu hatırlatıyor.
Yolumuzu tekrardan bulmamız ümidiyle.
(NA/EMK)