Devam etmekte olan Gazze Savaşı ile ilgilenen herkesin dikkatle okuması ve yaygınlaştırması gereken, gerçekten önemli bir belgeye işaret etmek için yazıyorum.
Özellikle, Güney Afrika'nın 29 Aralık 2023'te Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) yaptığı, İsrail'i Gazze'deki Filistinlilere soykırım yapmakla suçlayan 84 sayfalık "başvuru"dan bahsediyorum. Rapor, İsrail'in 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan savaş sürecinde yaptığı eylemlerin "Gazze Şeridi'ndeki Filistin ulusal, ırksal ve etnik grubunun önemli bir kısmının yok edilmesini amaçladığını" iddia ediyor.(1) Bu suçlama, İsrail'in taraf olduğu Cenevre Sözleşmesi'ndeki soykırım tanımına açıkça uymaktadır.
Başvuru, İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği eylemleri detaylı bir şekilde açıklıyor. Kapsamlı, iyi yazılmış, argümanları sağlam ve bütünlüklü bir şekilde belgelenmiş olarak. Üç ana bileşeni içeriyor:
İlk olarak, IDF'nin (İsrail Savunma Kuvvetleri) 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Filistinlilere uyguladığı dehşeti ayrıntılı olarak anlatıyor ve onları neden daha fazla ölüm ve yıkımın beklediğini açıklıyor.
İkincisi, başvuru İsrailli liderlerin Filistinlilere karşı soykırım niyetinde olduklarını gösteren önemli miktarda kanıt sunuyor. (59-69) Aslında İsrailli liderlerin -hepsi titizlikle belgelenen- yorumları, şok edici. "En yüksek sorumluluk sahibi pozisyonlardaki" İsraillilerin, Filistinlilerle ilişkiler hakkında neler söylediğini okumak insana Nazilerin Yahudilerle ilişkilerden nasıl bahsettiğini hatırlatıyor. (59) Belgeözünde, eylemlerinin liderlerinin niyet beyanlarıyla birleştirildiğinde İsrail politikasının, "Gazze'deki Filistinlileri fiziksel olarak yok etmek için planladığını" açıkça ortaya koyduğunu ileri sürüyor. (39)
Üçüncüsü, belge Gazze savaşını daha geniş bir tarihsel bağlama oturtmak için oldukça yol alıyor ve İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere uzun yıllardır kafesteki hayvanlar gibi davrandığını açıkça ortaya koyuyor. İsrail'in Filistinlilere yönelik zalimane muamelesini detaylandıran çok sayıda BM raporundan alıntılar yapıyor. Kısacası başvuru, İsraillilerin 7 Ekim'den bu yana Gazze'de yaptıklarının, 7 Ekim'den önce yaptıklarının daha aşırı bir versiyonu olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Güney Afrika belgesinde açıklanan gerçeklerin çoğunun daha önce medyada yer aldığına şüphe yok. Ancak başvuruyu bu kadar önemli kılan nokta, tüm bu gerçekleri tek bir yerde bir araya getirmesi ve İsrail soykırımını kapsayıcı ve kapsamlı bir şekilde destekleyen bir tanımı sunmasıdır. Başka bir deyişle, ayrıntıları göz ardı etmeden büyük resmi ortaya koymasıdır.
İsrail hükümeti, beklendiği üzere suçlamaları "hiçbir gerçek ve hukuki temeli olmayan" bir "kan iftirası*" olarak nitelendirdi. Ayrıca İsrail, “Güney Afrika'nın, İsrail devletinin yıkılmasını isteyen bir terör grubuyla işbirliği yaptığını” iddia ediyor. Ancak belge dikkatli okunursa bu iddiaların hiçbir dayanağının olmadığı açıkça görülüyor. Aslında yargılama başladığında İsrail'in kendisini nasıl rasyonel-hukuki bir zeminde savunabileceğini görmek zor. Sonuçta, apaçık gerçeklere itiraz etmek kolay değildir.
Güney Afrika suçlamalarına ilişkin birkaç ek gözlemde bulunmama izin verin.
İlk olarak belge, "bu tür eylemler arasında genellikle yakın bir bağlantı bulunsa" bile soykırımın diğer savaş suçlarından ve insanlığa karşı işlenen suçlardan farklı olduğunu vurguluyor. (1) Örneğin, bir savaşın kazanılmasına yardımcı olmak için sivil nüfusu hedef almak - Britanya ve ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'nda Alman ve Japon şehirlerini bombalamasında olduğu gibi - bir savaş suçudur, ancak soykırım değildir. Britanya ve ABD, hedef alınan bu ülkelerde, insanların “önemli bir kısmını” veya tamamını yok etmeye çalışmıyordu. Seçici şiddet ile desteklenen etnik temizlik aynı zamanda bir savaş suçudur, ancak soykırım değildir; İsrail doğumlu Holokost uzmanı Ömer Bartov'un "tüm suçların suçu" olarak adlandırdığı bir eylemdir.
Bu arada belirtmeliyim ki, Bartov'un "soykırım niyeti" olarak adlandırdığı şeye dair kanıtların giderek artmasına rağmen, savaşın ilk iki ayında İsrail'in ciddi savaş suçlarından (soykırım değil) suçlu olduğuna inanıyordum. Ancak 24-30 Kasım 2023'teki ateşkesin sona ermesi ve İsrail’in saldırılarına geri dönmesiyle birlikte, İsrailli liderlerin aslında Gazze'deki Filistin nüfusunun önemli bir bölümünü fiziksel olarak yok etmeye çalıştıklarını açıkça anladım.
İkincisi, Güney Afrika başvurusu İsrail'e odaklansa da ABD, özellikle de Başkan Biden ve ona bağlı üst düzey komutanlar açısından çok büyük sonuçlar doğuruyor. Neden mi? Çünkü Biden yönetiminin, Cenevre Sözleşmesi'ne göre cezalandırılması gereken İsrail soykırımına suç ortağı olduğuna dair çok az şüphe var. Başkan Biden, İsrail'in "ayrım gözetmeksizin bombaladığını" kabul etmesine rağmen, "İsrail'i korumak dışında hiçbir şey yapmayacağız. Tek bir şey bile." dedi. Ve İsrail'e hızla ek silah sağlamak için Kongre'yi iki kez bypass edecek kadar ileri giderek bu sözündedurdu. Davranışının hukuki sonuçlarını bir kenara bırakırsak, Biden'ın - ve Amerika'nın- adı ders kitaplarında yer alması muhtemel bu soykırım girişimi ilesonsuza dek ilişkilendirilecek.
Üçüncüsü, Holokost'tan sağ kurtulanlar ve onların soyundan gelenlerle dolu bir ülke olan İsrail'in ciddi bir soykırım suçlamasıyla karşı karşıya kalacağı günü göreceğimi hiç düşünmemiştim. Bu dava UAD’de nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın - burada Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail'in adil bir yargıdan kaçınmak için kullanacakları manevraların tamamen farkında olduğumu belirtmeliyim - gelecekte İsrail’in önde gelen soykırımın örneklerinden biri için ciddi şekilde sorumlu tutulacağını gösteriyor.
Dördüncüsü, Güney Afrika belgesi, UAD'nin başarılı bir şekilde müdahale etmediği sürece bu soykırımın yakın bir gelecekte sona ermeyeceğini vurguluyor. Belge, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun 25 Aralık 2023'te bu noktayı netleştirmek için söylediği şu sözlere iki kez atıfta bulunuyor: "Durmuyoruz, savaşmaya devam ediyoruz ve önümüzdeki günlerde çatışmayı daha da derinleştireceğiz ve bu uzun bir süreç olacak, savaş bitmeye yakın değil.” (8, 82) Güney Afrika ve UAD'ninçatışmalara bir son vermesini umalım, ancak son tahlilde uluslararası mahkemelerin İsrail ve ABD gibi ülkeleri zorlama gücünün son derece sınırlı olduğunu da unutmayalım.
Son olarak, Amerika Birleşik Devletleri, insan haklarını dünya çapında koruma konusundaki derin bağlılıklarını rutin olarak ilan eden entelektüeller, gazete editörleri, politikacılar, uzmanlar ve akademisyenlerle dolu bir liberal demokrasidir. Ülkeler savaş suçu işlediklerinde, özellikle de işin içinde Amerika Birleşik Devletleri veya müttefiklerinden herhangi biri varsa, yüksek sesle konuşma eğilimindedirler. Ancak İsrail'in soykırımı konusunda liberal ana akımdaki insan hakları uzmanlarının çoğu, İsrail'in Gazze'deki vahşi eylemleri veya liderlerinin soykırıma yönelik söylemleri hakkında çok az şey söyledi. Umarım bir noktada rahatsız edici sessizliklerinin nedenini açıklarlar. Ne olursa olsun, tarih onlara kibar davranmayacak, çünkü ülkeleri, herkesin gözü önünde açıkça işlenen korkunç bir suçun ortağıyken neredeyse tek kelime etmediler.
____________________________________
* Kan iftirası, Ortaçağ’daki Yahudi ritüel cinayet suçlamalarının (Hıristiyanların Yahudiler tarafından dini törenlerin veya özellikle Yahudi uygulamalarının ilerletilmesi amacıyla öldürüldüğü iddiası) özel bir varyantıdır. Kısaca, bir Hristiyanın-tercihen küçük bir erkek çocuğun- öldürülmesi ve elde edilen kanın, Pesah’tatüketilen mayasız ekmeğin (matza) hazırlanmasında hayati bir malzeme olarak kullanılması ritüelidir (ç.n.).
John's Substack'ın izniyle yeniden basılmıştır.
John Mersheimer'ın 8 Ocak 2024'te antiwar.com'da "Genocide in Gaza" başlığıyla İngilizce yayımlanan makalesini Acıbadem Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Yeşim Yasin bianet için çevirdi.