Gelen haber iki kelimeden ibaretti “Deniz gitti”.
Edibe’nin 24 Eylül 2013 sabahı gönderdiği iki kelimeyi anlamış olmanın sarsıntısıyla yine de tuhaf bir soru sordum. “Nereye” dedim? Edibe yanıtladı “güzel yere” dedi.
Yazarlara “muharrir” denildiği ve henüz köşe yazarlığının bu kadar çoğalmadığı yıllarda efsanevi Türk Haberler Ajansı’nda gazeteciliğe başlamış olan “muhabir” gitmişti.
Türkiye’nin 12 Eylül faşizminin ve sıkıyönetim yargılamalarının gazetecisi ve tanığı olan gazeteci, yazamadığı “12 Eylül döneminin” davalar tarihini sırtına yüklemişti zaten. Geriye gülümsemesini, bakışlarını, hayata dair insan sevgisini, kızgınlıklarını, geçmişte yaşamışlığını bıraktı ve gitti. Geriye haberleri, faşizme tanıklıkları kaldı. Sonra bu yükün ağırlığı mıdır, “yazamadığı” geçmiş sıkıyönetim davalarını yazacak gazete mi kalmadı, yoksa artık sanki 12 Eylül’ü çoktan unutmuş ve olağanüstü dönemlerle hesaplaşmaktan vazgeçmiş basında yer mi kalmadı bilinmez ama gazeteci gitti işte.
En çok sıkıyönetim davalarını yazdı. Sıkıyönetim muhabiriydi. Alfabenin (A) harfinden (Z) harfine kadar ne kadar “örgüt” davası görülmüşse, en çok bu davaların sanıkları tanırdı gazeteci çilli kızıl saçlı kızı. Sıkıyönetim savcıları, askeri yargıçlar bu gazeteciyi çok sevdiler ve hatta en kötüleri bile. Sonra en çok onlar aradı sordu ve cezaevlerinden mektuplar, kibritten gemiler, el oyası işlemeli yazmalar, fotoğraflar ve sevgi dolu şiirler gönderdiler.
Yıllar önce “ölüm cezası”na karşı çıktılar. Muhabirler Deniz Teztel, Ayşe Yıldırım ve Emine Algan üçü birlikte “İdam Dosyası”nı yayına hazırladılar. Çünkü o tarihlerde Seyfettin Uzundiz’in idam cezasını TBMM Adalet Komisyonu 17 Kasım 1994 tarihinde onaylayınca gazeteciler akıllarını ve kollarını sıvamış yazı dizisi hazırlamışlardı. Dokuz gün sürdü ve kimler kimler yoktu ki bu yazı dizisinde, öyküsü, dosyası, davası anlatılanlar… Dizinin giriş yazısında “…Türkiye’de idam cezası, özellikle olağanüstü yönetim dönemlerinde sıkça tartışıldı. Sıkıyönetim dönemlerinde daha çok siyasi suçlulara yönelen idam cezaları, sıkıyönetim kalktıktan sonra 'haksız uygulamalar' olarak nitelendirildi. 12 Mart döneminde Meclis’te idam cezasına 'evet' diyenler 20 yıl sonra 'Şimdiki dönem olsaydı evet demezdik' açıklamaları yaptılar. Uzundiz’le birlikte yeniden gündeme gelen idam cezası, Cumhuriyetin ilanından bu güne kadar geçen 70 yıl içinde 423 kez uygulandı. Bu kişilerden 132’sinin suçu 'siyasi'ydi. Eğer TBMM Genel Kurulu’nda idama 'evet' denirse, Uzundiz, boynuna ip geçirilen 424. kişi olacak…” (Cumhuriyet 26 Kasım 1993) diye yazmışlardı. Uzundiz’in boynuna ip geçirilmedi ve bu yazı dizisi idam cezasının kaldırılmasına ne kadar katkısı oldu bilinmez ama çok önemli bir sorunu kamuoyuna taşıyan “gazetecilik” işiydi, idam cezasına karşı olmak sorumluluğunu taşıyan gazetecilerin duyarlılığıydı.
Gazeteci Deniz Teztel en çok geçmiş tarihimizle yüzleşmemiz için sürekli olağanüstü yargılamaları haber yaptı, sonra adaletin “geçiş döneminde” bile “davalar”, “adalet” ve “hukuk” üzerine yazdı. Sürekli 12 Eylül’ü anımsattı. Sıkıyönetimden sonra gazeteciliğe devam etti. Sonra, sonrası yok işte!
Yazıldığı tarihte 14 yıl öncesi 12 Eylül anımsatılıyordu. 11 Eylül 1994 tarihli Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasından anons şöyleydi: “Demokrasi diye gelen dikta / 12 Eylül Dosyası/ 12 Eylül Gölgesinde 14 yıl”
Cumhuriyet gazetesinin 11 Eylül Pazar günü 4. sayfasındaki “Sunuş” şöyle başlıyordu: “Yarın 12 Eylül… Bundan 14 yıl önce 1980 yılında Org. Kenan Evren ve 4 kuvvet komutanı Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak, kollamak ve ‘demokrasi’ adına ülke yönetimine bütünüyle el koydular. O günden sonra Türkiye’de olağanüstü bir dönem başladı. Hala ‘demokrasi’ kurulmaya çalışılıyor. Evren ve arkadaşları eğitim sisteminden adalet sistemine, Sendikalar Yasası’ndan Dernekler Yasası’na kadar her konuya ‘emir ve komuta zinciri’ altında el attılar. Demokrasi, insan hakları ve tüm özgürlüklerle beraber 1961 Anayasası rafa kaldırıldı. Kendi isterikleri anayasayı, ‘onlar’ yaptı. Türkiye’de bu olağanüstü dönemde öğrencisi, işçisi, bilim adamı, yazarı, gazetecisi kısacası herkes birçok zorluk yaşadı. Aradan 14 yıl geçmesine karşın Türkiye’de 12 Eylül’ün izleri silinmedi. Olağanüstü dönem, ‘olağan’ hale getirildi. YÖK Kurumu işlevini sürdürüyor… Memurların yasal sendika hakları yok… İnsanlar düşüncelerini söyledikleri, yazdıkları için cezaevlerine konuyor… Dileğimiz 12 Eylül’ün tüm kurum, kuruluş ve ‘hukuku’ ile ortadan kalkmasıdır.”
Deniz Teztel ve Hülya Topçu tarafından hazırlanan 12 Eylül Dosyası yazı dizisinin ilk gününde verilen “Darbe döneminin bilançosu” günümüzde bile artık “klasik” olmuştur ve herkes bu bilançoyu kullanır. Bu bilanço, basit gözükmesine karşılık fevkalade gazeteciliktir.
Şöyle bitiyordu ilk gün yazısı: “Evet, 14 yıl önce bu günkü düzeni hedefleyen 12 Eylül tüm yasalarıyla, kurumlarıyla sürüyor. 12 Eylül tüm yasalarıyla, kurumlarıyla sürüyor. 12 Eylül Anayasası’nın geçerli olduğu Türkiye’de hala ‘bir gün tam demokrasiye geçileceği' söyleniyor…” Gazete yazı dizisinin süreceğini de belirtmeliydi. Nasıl bir rastlantıdır ki bu cümlenin altına çekilen kalın çizgiden sonra büyük harflerle şu kelime vardı: SÜRECEK
Haberleri, 12 Eylül dosyaları, tanıklıkları, sıkıyönetim davaları, tarihi ve yazıları bitti, yeniden yazamayacak artık. Ama sürecek… Artık eskilere atıflar yapılacak. Henüz onunla vedalaşmaya hazır değilim. Bildiğim birkaç dostu adına yazıyorum, evet “Deniz gitti” ama daha henüz vedalaşmadık.
Çünkü biz gazeteci Deniz Teztel’i çok sevdik.