"Sürgün, bir insan ile doğup büyüdüğü yer arasında, benlik ile benliğin gerçek yuvası arasında zorla açılmış olan onulmaz bir gediktir." Edward Said
Kimselere söylenmemesi istenen hikâyeler vardır; bir kapı aralığında fısıltıyla anlatılan, içinde hep çile ve katlanmak olan, tereddütsüz inanıp sakladığımız. Bu, onlardan biri değil!
Türlü kılıflar biçilse, bağıra çağıra dile gelse de, kuşkuyla dinlediğimiz bir hikâye bu; barınma ve kent hakkımızın hiçe sayılışının, kentsel dönüşümümüzün hikâyesi.
Yıllar önce başlamıştı aslında. Seksenlerin ortasında bir gün mahallenin delikanlılarından biri askerden dönüp Ayvansaray'da otobüsten indiğinde, yıllarca mahallelinin ekmek kapısı olan Haliç kıyısındaki fabrika ve dokuma atölyelerinin yerini almış düzlüklere gözlerine inanamadan bakmıştı.
1984'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Bedrettin Dalan'ın en hırslı projesiydi Haliç. Gözleri gibi mavi yapacaktı onu: ''Haliç bir proje değil, meydan harbiydi. 622 fabrikayı yıkmak, altı bin evi oradan kaldırmak büyük cesaret olayıydı. Haliç'te ekmek yiyen 400 bin işçi başka yere götürüldü. 1987 yılında Haliç'in yüzde 90'ını temizledim ve Güney Haliç Projesi'ni bitirdim."
O altı bin evin sahipleri şimdi nerede bilinmez ama o gün bugündür devam etti bu meydan harbi. İktidarlar değişse de Haliç ve çevresiyle ilgili projelerin sonu gelmedi.
Rehabilitasyon oldu adı, çevre düzenleme, yenileme... Haliç dönüşüyor, bölge sakinleri içinse sonuç değişmiyordu: Yıkım, yoksullaşma, sürgün.
İstanbul surlarının Haliç'le buluştuğu noktada 81 hanelik Toklu Dede (Türk) Mahallesi, çoğu iki katlı ahşap evleriyle geleneksel dokusunu bugüne dek koruyan, İstanbul'un tarihi mahallelerinden. Civardaki ibadet ve ziyaret yerleriyle de turistlerin uğrak noktalarından.
Bu özelliklerinden ötürü Fatih Belediyesi, "Ayvansaray (Türk) Mahallesi Yenileme Projesi" ile bölgeyi Sultanahmet turizm aksına alternatif bölge haline getirmek üzere 2005'te kolları sıvamış. Mahalle sakinleri içinse bunun anlamı açık: "Siz gidin, turistler gelecek!"
Yıllar yılı sürgünün gölgesinde yaşamaya alışan mahalleli, yine de her dışarıdan gelene aynı şeyi soruyor: "Yıkım ne zaman?" Ya burada doğup büyümüş ya mahalleye gelin gelmiş, temizlikten artırdığı parayla evini satın almış, ömrü şu sokakta geçmiş... Yine de buraların kendilerine kalmayacağına inanmış; sorgulamaya bile fırsat kalmadan türlü yollarla evinden olmuş.
Kime sorsam "otuz, kırk yıldır yıkılacak" denildiğini söylüyor. Ancak asıl işaret birkaç yıl önce geliyor; projeden kimsenin haberi yokken proje ortağı firmalar birer ikişer toplamaya başlıyor evleri. Kiracı olanlara "kira ödemeyin, çıkın diyene kadar oturabilirsiniz," deniliyor. Gidecek yeri olanlar taşınıyor; evini satmak istemeyenler ve taşınacak gücü olmayanlar ise kalıyor.
2011 Mart'ında, mahalleye ilk gittiğim gün tanıştığım Yaylacı Ataş, "Birlik olmadık, birlik olsak böyle olmazdı" diyor durup durup. Kış ortasında mahalleye taşınan komşusunun bacasının tütmediğini görünce bir çuval odunla kapısını çalan; sofrası her gelene açık, mahallenin Yayla teyzesi. Dirençli, evinden çıkmamaya kararlı, neşeli. Evin hissedarı diğer kardeşlerin kendi hisselerini gizlice sattıklarını öğrenince sönüyor neşesi, bir daha da kimseyle konuşmak istemiyor konuyu.
Proje sahipleri için rakamsal bir mesele bu: 30 milyon TL bütçe, 69 parsel, 149 hissedar. Ve hissedarı arttıkça bir evin, işleri kolaylaşıyor.
Arada ufak tefek "arıza"lar çıkmıyor değil. Kiracılar birlik olup Fatih Belediyesi'ne dilekçe vermeye gidiyor örneğin; evini satması yolundaki baskılara dayanamayan İsmet Hezer intihara teşebbüs ediyor ve evinin karşısında, şimdi üzerinde şantiye kurulmuş parkta komşularınca bulunup son dakikada hastaneye yetiştiriliyor.
Fener-Balat-Ayvansaray Derneği öncülüğünde basın açıklamaları yapılıyor. Sur dibinde inşaat yapma, şantiye kurma yasağına dayanarak şantiyeye dava açılıyor. Ama gecikmeli de olsa, ilerliyor proje. Evini satmaya direnen ailelere rağmen yıkım aralık ayında başlatılıyor.
Oysa belediye başkan danışmanı Mustafa Çiftçi, 21 Temmuz'daki kiracılar toplantısında "Ramazanda evinizi bulun, bayrama kadar da burayı boşaltın, ekimde proje başlar" dediğinde çoğu inanmamıştı. "Bu kışı da geçiririz", "Nereye gideriz bu kadar zamanda?" diyorlardı. Ama o tarihten sonra hızla dönüştü mahalle.
"Ödemeyin" denilen kiralar kapılarına noter tasdikli icralar olarak geldiğinde yıldı çoğu. Boşalan evlerin kapıları metal levhalarla alelacele kapatıldı; camlar kırıldı, evini terk etmeyenlerin suları kesildi, hırsızlıklar, geceleri sokaktaki karanlık yüzler arttı.
Daha birkaç ay önce gece yarılarına dek süren kapı önü sohbetlerinin yerini, harap görünümlü, ıssız, ürkütücü sokaklar* aldı. (FK/IC)
*Galeri için burayı tıklayın.