Foto İstanbul 2016 etkinlikleri sırasında maruz kaldığımız sansür nedeniyle ilgili çevrelerde tartışmalar başladı, çeşitli mecralarda protestolar ve uyarılar yapıldı.
Ben de konunun birinci dereceden özneleri olan sanat yönetmeni ve organizasyon sorumlusu arkadaşlarımın da aralarında olduğu, uzunca süredir çeşitli çalışmalarda birlikte işlediğimiz, fikirlerini alma ihtiyacı duyduğum fotoğraf insanlarıyla yazıştım. Düşüncelerimi ilettim ve acil ihtiyaçlar üstünden önerilerimi yaptım. Gerekli adap, uygun bir üslup ve usul çerçevesinde fikirlerimizi paylaştık.
Aşağıdaki sayfalarda benim 4-10 Ekim tarihleri arasında yazdığım ve içeriği itibariyle “fikir özgürlüğü, sansür ve bizim tavrımız” konularında görüşlerimi içeren üç mektup bulacaksınız. Bu mektuplar tartışmanın gidişatına göre meylederken esasa dair yaklaşımımı da yansıtmaktadır kanısındayım.
Günümüzde fikir, sanat, edebiyat alanındaki baskıların arttığını görerek, fotoğraf etkinliklerinde çoğalan sansür hadiselerini bilerek, temel haklarımızı korumak ve savunmak için gerekli şevk ve kararlılığımızın hızla azaldığını düşünerek bu mektupları paylaşmayı gerekli gördüm. Tartışmanın tüm metinlerini yayınlama yetkim olmadığı için sadece kendi mektuplarımı paylaşıyorum.
Aynı gerekliliği hisseden arkadaşlarımın da fikirlerini daha geniş fotoğraf çevrelerine duyurduklarını/duyuracaklarını düşünüyorum.
4 Ekim 2016
Sevgili arkadaşlarım,
Yoğun bir etkinlik trafiği içinde olduğunuzu ve gerek fiziksel, gerekse ruhsal yorgunluk yaşadığınızı biliyorum. Buna rağmen birkaç dakikanızı ayırarak bu mektubumu okumanızı rica ediyorum.
Düzenlediğiniz Foto İstanbul’un Türkiye’deki fotoğraf etkinlikleri arasında özel bir yere sahip olduğunu biliyorum. Bu nedenle Foto İstanbul bünyesinde yer alan her etkinlik kadar, mutfakta olan biten her şey de özel bir önem taşıyor. Fotoğraf entelijansiyasını, fotoğraf meraklılarını ve fotoğraf izleyicilerini önemli oranda ilgilendiriyor ve etkiliyor. Malum fotoğraf icat edileli beri hiç bir şey üstü örtülü kalmıyor. Tıpkı organizasyonu gerçekleştiren sizin aldığınız her kararın, attığınız her adımın aldığınız ya da almadığınız her tavrın, yaptığınız her açıklama ve yorumun önemli olması gibi. Eğer Türkiye’nin en kapsamlı fotoğraf etkinliğini yapıyorsanız aynı zamanda hayli ağır bir toplumsal sorumluluğu da üstlenmişsiniz demektir. Tıpkı sergilerdeki fotoğraflar gibi herkesin yorum, görüş ve önerilerine açmışsınız demektir. İsteseniz de istemeseniz de. Farkında olsanız da olmasanız da, bilerek seçmiş ya da arkadan itilmiş olsanız bile durum ayniyle vaki.
Nasıl bir dönemde yaşadığımız malum. İfade özgürlüğünün iyice daraldığı, sanatta sansürün ve yasakların giderek hayatımızın olağan parçaları haline geldiği zamanlardayız. Fotoğraflar ve fotoğrafçılar da bu süreçten nasibini alıyor İşin kötüsü alışıyoruz bu duruma. Daha doğrusu korkarım ben giderek yetinir olmaya başlıyorum eldeki avuçtakiyle.
Öte yandan şunu da hatırlıyorum: 1980 öncesi kolluk marifetiyle toplanan fotoğraf yayınlarını Umut Poster hadisesiyle ve fotoğrafçılarının onurlu duruşuyla hatırlıyoruz. Bunun tam tersine 80 döneminde darbecilere onay veren mahiyette destek isteyen fotoğraf kurumu yöneticilerini hala hatırladığımız gibi. Biz içinde yaşarken fark etmesek ya da zaman içinde unutsak bile toplumsal bellek bizim gibi hafızasız olduğu söylenen toplumlarda bile gerektiği zaman gerekeni hatırlayıp ortaya koyuveriyor.
Son yıllarda fotoğraf sergilerine müdahale edilerek eserler üstünde sansür uygulayan birçok olayı hep birlikte yaşadık ve hemen hepsine birlikte tepki gösterdik. Ancak sizin de bildiğiniz gibi gösterdiğimiz tepkiyle kaldık ve bir sonraki etkinlikte yine benzer bir müdahaleyle ifade özgürlüğümüz engellenmeye eserlerimiz sansür edilmeye çalışıldı. Yani fotoğrafa sansür konjonktürel olmaktan çıkıp yapısallaştı, kimi zaman sponsorun, kimi zaman organizasyon teknik sorumlusunun, kimi zaman mülk sahibi ya da galerinin doğal hakkı haline gelmeye başladı.
Bu zincirin son halkası Foto İstanbul 2016’nın Yetimhane sergilerinden eser çıkarılarak yapılan müdahaleydi. Bu müdahalenin sizin üstünüzde olumsuz ve derin etki bıraktığını yakından bilenlerden biriyim. Belki de bu nedenle Türkiye’nin en kapsamlı fotoğraf etkinliğinin içerik ve sergileme sorumluluğunu üstlenmiş arkadaşlarımın tam bu aşamada derin bir nefes alarak iki çift söz söyleme noktasında olduğunu düşünüyorum. Belki de tarihsel bir tavır alışla edilmiş sözler, şöyle ki:
- Fotoğraf çevrelerine ve basın aracılığıyla kamuoyuna sergilenen eserlerin kaldırılmasıyla sonuçlanan müdahalenin nasıl ve ne şekilde yapıldığını açıklamak gerektiğini düşünüyorum.
- Bu müdahalenin açıkça bir sansür olduğunu belirtmek bizim entelektüel dürüstlüğümüze güvenerek davetimize uyan ve eserlerini sergilenmek üzere bize teslim eden yurt içinden ve yurt dışından fotoğrafçılara karşı sorumluluğumuzdur aynı zamanda. Bu ifade gelecek yılki faaliyetimizin güvenilirliğini ve saygınlığını daha da artıracaktır. Hepimiz batıda ve doğuda sanata sansür mahiyetindeki müdahalelerin ne türden tepkilerle karşılaştığını hem biliyoruz hem de örtülü kalmayıp geniş bir gündem oluşturduğunun farkındayız. Mesela son aylarda Bangladeş’te Dhaka’da açılan fotoğraf sergisine yapılan müdahalenin organizasyon tarafından nasıl bir dik duruşla karşılandığını ve bu duruşun ülke sanatçıları, yazarlar, düşünürlerle birlikte dünyadan da önemli destek gördüğünü hatırlayacaksınız ya da az bir gayretle verilerine ulaşacaksınız.
- Sergi alanımızdan kaldırmak zorunda kaldığımız Şahin Kaygun sergisinin yeniden açılmış olması kuşkusuz pes etmediğimizin, eserleri izleyicilerle buluşturma kararlılığımızın ve Sevgili Şahin’e duyduğumuz saygının göstergesidir. Aynı kararlılığı ve saygıyı eserleri kaldırılan ve halen sergilenmemiş olan yerli ve yabancı diğer sanatçı arkadaşlarımız için de göstereceğimizden kuşkum yok. İçinde olduğunuz yoğun tempo bende olduğu gibi sizi de bir öncelik sıralaması yapmaya ittiğini düşünebiliriz, yoksa kaldırılan her eserin, sanatçısının kimliğinden bağımsız olarak aynı değer ve önemde olduğunu hepimiz biliyoruz.
- Sizinle paylaşmak istediğim bu öneriler, bir süredir kafamda çekip çevirmekle birlikte bir türlü açığa çıkamayan düşüncelerimin ürünüydü. Paylaşır mısınız, katılır mısınız, hayata geçirir misiniz bilmiyorum ama sizinle bu konuları paylaşmak istedim. Aynı zamanda içinde bulunduğunuz yoğunluk bu tarihsel dönemeçte birkaç gündür yaşadıklarımızın önemini ve Türkiye’nin en kapsamlı fotoğraf etkinliğini düzenleyen sizlere yüklediği sorumluluğu yeterince fark etmenizi geciktirebilir diye düşündüğüm için arkadaşlarıma hassasiyetle bir işmar edeyim dedim.
- Yine bu nedenle, yukarıda ifade etmeye çalıştığım eğri doğru düşüncelerimle kendi adıma çelişkiye düşmemek için yapacağınız açıklama ve alacağınız önlemlerin benim için çok önemli olduğunu söylemek istiyorum. Bu vesileyle etkinlik programı içinde bana verdiğiniz görevi de yerine getiremeyerek iade etmek gibi bir durumla karşı karşıya kalmaktan endişe ettiğimi bilmenizi rica ediyorum.
Bilhassa Arkadaşınız
6 Ekim 2016
Herkese selamlar,
Attila'nın mailini okudum. Üstünde düşünmemiz, konuşmamız gereken bir meselenin içindeyiz. Bu meselede zaman, olayın önemini azaltır biçimde aleyhimize işlediğinden ötürü yanlış kanaatlarımı arkadaşlarımın düzelteceğine güvenerek şimdi hızlıca yazıyorum:
Olan biten her şeyi sebepleri ve sonuçları itibariyle kişiselleştirmeden tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Bu tartışmanın iki hedefi ve de iki sonucu olmamalı bence. Birincisi "suçluyu" bulup her şeyi onun/onların üstüne yıkmak olmamalı. Ortada bir ayıp ya da sorumluluk varsa yıllardır bu işlerin içindeki birisi olarak benim de payım olduğunu düşünüyorum. İkincisi ise ırkçı-ayrımcı -şiddetçi… içerikleri bulunmayan etkinlikleri (özellikle günümüzde) ortadan kaldırmak gibi bir sonuç doğmamalı. Bu etkinliklerin mutfaktaki takımın karar ve iradesi dışındaki bir etkenle kapanması dışında devamlılıklarını önemli buluyorum.
Gerekli görürseniz söyleyeceklerimi saklı tutarak şimdi ve kısaca demek isterim ki:
Hep söyleriz ya "ne yaptığımız kadar nasıl yaptığımız da önemli".
Bu nedenle düzenlediğimiz etkinliklerde temel ilke şeffaflık olmalı. Yukarıda Attila'nın bize yaptığı açıklama içeriğinin kamuoyuna yapılarak bu meselenin "sansür ve bizim tavrımız" konusunda bir tartışma zemini yaratması ve bunun üstünden reflekslerimizin, ilkelerimizin, tutumumuzun konuşulması, mümkünse netleştirilmesi pekala mümkün ve doğru olur kanısındayım. Bunu yaparken hedefin kişiselleştirilmesi gerekmez. Zaten sergiyi sansür eden kişi kendi adına ve kendini bağlar bir tavır içinde değil, egemen bir zihniyeti arkasına alarak ve politik bir tavrın sonucunda bu sansürü yapmakta.
Özgürlüklerin giderek kısıtlandığı günümüzde şahsi ya da kurumsal müdahalelerin hepimizi giderek daha fazla köşeye sıkıştırdığını vurgulamak ve müdahaleyi "mekan problemine" bağlamamak önemli diye düşünüyorum. Böyle olunca problemin diğer tarafındakilere haksızlık oluyor valla.
Dedim ve sustum.
Sevgiler,
10 Ekim 2016
Sevgili arkadaşlar,
Altı adet bold paragrafı bu yazıyı sonunda kadar okumayacaklar için yazıyorum:
Fikri alana, kültür sanat eserlerine ve özgür ifadeye karşı girişilen her müdahaleye karşı tavır almak her birimizin kişisel ve entelektüel sorumluluğudur malum.
Ancak bir başka durum daha var:
Kişisel karşı duruş beklentisinin kişisel kahramanlık beklentileriyle bir alakası yok. Ben kimseden böyle bir şey beklemediğim gibi yarın öbür gün benden de kişisel kahramanlık beklemenin beyhude olduğunu şimdiden belirtiyorum. Kendi adıma, ortalıkta dolaştığım için, irili ufaklı bir takım fotografik faaliyetlerin öznesi olduğum için, yazıp çizdiğim, konuştuğum ve bunlardan vazgeçmek istemediğim için ben korkuyorum.
Bu korkuyu aşmanın tek bir yolu var ki o da birlikte durabilmek. Tek başımızayken karşı çıkamayacağımız bir saldırıya karşı topyekûn bir refleks geliştirebilmek, bunun mekanizmalarını, içtihatlarını ve örneklerini yaratmak...
Yok bunu becermezsek, kısa bir süre sonra tekrar karşılaşacağımız ama şimdiden hangimizin yaşayacağını bilemediğimiz bir sansür, baskı gerçekleştiğinde nasıl olsa tekrar konuşuruz bu meseleleri. O kadar da fikri takibimiz var yani.
Foto İstanbul 2016’ya karşı yapılan müdahaleden sonra yazışmaya başladığımız 4 Ekim tarihinden bu yana bir dizi söz döküldü ortaya ve tavır alışlar oldu.
Bunları eksik de olsa özetleyerek ve boşlukları dolduracağınıza güvenerek ardından bir muradımı paylaşmak istiyorum.
Foto İstanbul 2016 programının içeriğine müdahale edilmesiyle birlikte etkinliklerin içinde ya da dışında olduğumuz, mutfakta ya da seyrinde durduğumuz fark etmeksizin her birimizi ilgilendiren bir durum çıktı ortaya.
Ben, kendi adıma bu müdahale karşısında üç adım atılmasını önermiştim.
- Fotoğrafların toplanmasıyla sonuçlanan olayın nasıl yaşandığını kamuyla paylaşmak,
- Bu müdahaleyi açıkça adlandırmak ve bir sansür olduğunu belirtmek,
- Kaldırılan eserlerin izleyiciyle buluşmasını sağlamak.
Bunları yapabilmemiz halinde organizasyonun program içinde bana verdiği görevi yerine getirebileceğimi aksi takdirde çalışmadan çekilmek zorunda kalacağımı belirtmiştim. Nitekim 7 Ekim’de bir sonraki gün yapılacak portfolyo okumasına katılmayacağımı belirterek faaliyetten çekildim.
Laleper Aytek, konunun doğrudan bilgisine sahip olmak ve birlikte tavır alma olanaklarını değerlendirmek üzere bir hafta içinde bir toplantı yapılmasını önermişti.
Murat Germen sansürün yapısallaştığını ve örgütlenmenin zorunluluğunu belirterek Laleper’in toplantı önerisini desteklemiş, “birbirimizi anlamaya gayret ederek tartışalım ve çözmeye çalışalım” demiş, ortak savunma mekanizması ve tavır geliştirmek gerektiğini söylemişti.
Ergün Turan da toplantı çağrısı yapılmasına katıldığını yazmıştı.
Tahir Ün yaşananların kamuoyunun dikkatine sunulması gerektiğini belirtmiş, dayanışmanın öneminden söz etmiş ve organizasyona bir soru yönelterek mekan kullanımıyla ilgili olarak taraflar arasında resmi bir sözleşmenin bulunup bulunmadığını sormuştu.
Yücel Tunca son yıllarda hemen her kapsamlı fotoğraf etkinliğinin bir şekilde sansürle karşılaştığını belirtip yavaş, isteksiz ve geçiştirmeye yatkın tutumlardan vazgeçilmesi gerektiğini hatırlatmış, konuyu hafife almadan bir an önce tepki göstermenin öneminden söz etmişti.
Altan Bal organizasyona bir soru yönelterek etkinlik küratörlerinin sansür karşısındaki ne düşündüklerini öğrenmek istediğini belirtmişti.
Bu yazışmalar sürerken Atilla Durak bir açıklama yaparak grubu bilgilendirmişti. Bu bilgilendirmede Fototİstanbul’un kapsam ve boyutlarının büyüklüğünden söz ederek son anda karşılaşılan fotoğraf kaldırma talebine karşı etkinlik bütününü koruyabilmek amacıyla açık tavır geliştirmediğini, Şahin Kaygun sergisinin bir başka mekanda açıldığını ve sorumluluğu tümüyle üstlendiğini yazmıştı.
Son olarak 9 Ekim 2016’da Aykan Özener ve Yusuf Aslan, etkinlikten çekilme kararını bildiren bir metin yollamış aynı metni sosyal medyada da paylaşmışlardı.
Kararlarında Fotoİstanbul’daki sergisi sansüre uğrayan Sinan Tuncay’ın basına yaptığı açıklamadan söz ederek organizasyonun yaptığı açıklamalarla arasındaki tutarsızlıklara işaret etmiş, etkinlik resmi metinlerindeki vurgulara gönderme yapmış, son ana kadar organizasyondan bir açıklama beklediklerini belirtmişlerdi. Metinlerinde ayrıca, fotoğrafçılar olarak bir araya gelip hızla ortak tepki gösterebilme becerisini ortaya koyamadığımızı ifade etmişlerdi.
Kısaca üstünden geçtiğim ve de eksikleriyle hatırlatmaya çalıştığım bu süreçte ortaya koyulmuş soruları, yorumları ve önerileri olan bizlerin fikri takip hakkımızı önemseyerek sorularımıza cevap aramak ve de kısa bir süre sonra tekrar karşılaşacağımız bir başka sansür olayında nasıl bir refleks geliştireceğimizi konuşmak, nasıl bir birliktelik içinde olabileceğimizi tartışmak... ve hiç bir şey yaşanmamış gibi yapmadan geleceğe bakmak için nasıl etsek acaba? (ÖY/HK)
Yücel Tunca'nın Türkiye Fotoğrafçılığının Sansür Tarihi yazıları