Dalgın yürürken “Gooolll” sesleriyle durdum. Onlarca insan kursilere oturmuş, dev ekranda maç izliyor. Kimin maçı vardı bugün, durup bakıyorum. Fenerbahçe, Mersin İdman Yurdu ile oynuyor ve ikinci yarıya golle başlamış. Fenerbahçeli olduğumu ve ne zamandır televizyonda olsun maç izlemediğimi hatırlıyorum. Eve gitmek için erken, buranın çayı güzeldir ve hazır takım 2-0 öndeyken oturup 40 dakika maç izleyebilirim. Boş bir kursi bulup maç izleyenlerin arasına katılıyorum.
Kıyamet kopsa mekânını terk etmeyen bir müdavimi var Yüksek Kahve’nin. Maçları burada izlerler, randevu yerleri burasıdır, soluklanıp çay içmek isterlerse buraya gelirler. Diyarbakır’ın nabzı biraz burada atar. Daha çok erkeklerin devam ettiği Yüksek Kahve’de en çok siyaset konuşulur elbette, ama güncel olaylar da özgün biçimde yorumlanır. Gündüzleri yaş ortalaması yüksektir mekân ahalisinin, akşamları daha çok gençler vardır. Şimdi de öyle. Futbolcular yanlış pas verince dillerinden dökülen sunturlu küfürleri duymazdan geliyorum.
“Tezzzeee simmmiittt.“ Tam kulağımın dibinde bağırıyor çocuk. Simit satmıyor da çığlık atıyor sanki. “Gol” bağrışından sonra ikinci kez irkiliyorum.
Nusaybin’de açlık grevi
Maça konsantre olmak, önemli pozisyonlarda diğer izleyiciler gibi heyecan duymak istiyorum. Ama pek mümkün olmuyor. Ekranın yan tarafında Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) binası var. Bu saatte sakin görünüyor ve sadece girişteki ışıkları yanıyor. Nusaybin’den sonra Yüksekova’nın bazı mahallelerinde de sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve daha ilk gün, iki genç vurularak öldürüldü. Sokağa çıkma yasakları, hendekler, çatışmalar, vurulan siviller… Dört Mardin milletvekili sokağa çıkma yasaklarını protesto etmek için Nusaybin’de açlık grevinde. Öyle görünüyor ki, milletvekillerinin açlık grevinde olması sorunu çözmeye yetmeyecek. Peki, bundan sonraki hamlesi ne olacak Kürt siyasetçilerin?
Fenerbahçe bir gol daha atıyor. Gol sesleri yükseliyor Yüksek Kahve’de. Ancak coşkunun zayıf olduğu aşikâr, birkaç kişi hariç, kimse havaya zıplamıyor. Diyarbakır’da taraftarın çoğu Galatasaraylı, biliniyor; Fenerbahçeli olarak azınlıktayız. Azınlık olunca coşkunun limiti de düşüyor anlaşılan. Gençlerin aklı Nusaybin’de, Yüksekova’da belki ve bu nedenle aşırı sevinç göstermek ayıp bir şey gibi algılanıyor olabilir.
Bu arada, izleyiciler golün kritiğini yapamadan, Bağlar tarafından art arda iki patlama sesi geliyor. Bir iki kişi ayağa kalkıyor, olaya vakıf olmak için. Geriye kalanlar hiçbir şey olmamış gibi çay içip maç seyretmeye devam ediyor.
Birkaç çocuk maçı ayakta izliyordu. Onlar Bağlar’a doğru hamle ediyor, ancak garson önlerini kesiyor, “Ula oğlum sakin olun, maç izleyin” diyerek. Ne oldu sahiden? Yola molotof mu atıldı, polis gaz bombası mı attı? Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinden beri merkez Bağlar ilçesinin bazı mahallelerinde her akşam bir eylem düzenleniyor. Polisin eylemlere gazlı müdahalesi, Bağlar’ın bütün mahallelerini esir alıyor.
60 yaşlarında bir adam önümden geçerek köşede bir yere oturuyor. Garson, “Aha” diyor bağırarak, “Mıheme abe de gelmiş. PKK’nin ilk kadrolarından Mıheme abeye alkış…” Kendisi alkışlıyor, diğerleriyle birlikte, Mıheme Abe’ye bakıyoruz. Anlaşılan o ki, Mıheme Abe duruma alışık, garsonun tezahüratını gülümseyerek karşılıyor.
Fenerbahçe filelerinde golü gördüğünde, ben üçüncü çayımı yeni bitirmiştim ve garson yeni çay servisi yapıyordu. İçmesem olur mu acaba? Acıktığımı hissediyorum çünkü ve çay, aç midemi fena yakmaya başladı. Simitçilerden sonra sıcak çörekçi de geldi. Çay ve çörek iyi gider, ama böyle sıkış sıkış otururken pek keyifli olmaz sanki.
Nedense Nusaybin’de açlık grevinde olan Mardin milletvekili Mithat Sancar geliyor aklıma. Bir aralar bütün televizyon kanallarının ekrana çıkarmak için yarıştığı akademisyen, 1 Kasım’dan bu yana milletvekili ve Meclis’te yemin ettiğinin ertesi gününden beri Nusaybin’de açlık grevinde. 1 Kasım’dan önce düşüncelerine değer verilen akademisyen vekilin bu eylemi gazete ve televizyonların ilgisini çekmiyor. Paris katliamı ve Mali’de ki otel baskını daha çok revaçta. Canlı yayınlar, telefon bağlantıları, stüdyo konukları. Müthiş bir gazetecilik yapılıyor.
Nusaybin, kimi bültenlerde tek satırla geçiştiriliyor. Türkiye medyasının hipermetrop hastalığından muzdarip olduğu gerçeği yeni değil elbette. İnsan yine de umut ediyor, 1990’lı yıllardan bu yana medya biraz vicdan edinmiş olabilir, diye.
Maç 3-1 Fenerbahçe’nin üstünlüğü ile bitiyor. Garson, “Sadece çay parası verin,” diye bağırıyor, “Televizyon izlemek bedava.” İroni yapıyormuş, yan tarafta çay içmeden maç izleyenlereymiş bu taş. Maç bitti, insanlar neden dağılmıyor, diye düşünüyorum. Bu sorunun cevabını da sesini herkese duyurmaya çalıştığı için bağırarak konuşan garsondan alıyorum: “Barcelona-Real Madrid maçı da bedava.” Bilmeyenler için yazayım, Diyarbakırlılar üç takım tutuyor: Amedspor, Galatasaray ve Barcelona. Birkaç kişi hariç, Yüksek Kahve ahalisi bu derbi maçı bekliyor.
Simsiyah bir acı
İçtiğim çayların parasını ödeyip DTK’nin önünden geçerek Koşuyolu Parkı’na doğru yürüyorum. Kongre binası sessiz, ama Nusaybin’de çatışmaların devam ettiğini sosyal medyadan biliyorum. Az önceki patlama seslerinin geldiği yer yolumun üstünde. Oradan geçeceğim. Güzergâhı kullanan insanlar olduğuna göre çatışma yoktur, en azından bitmiştir, diye düşünüyorum.
Yüksek Kahve’de belli belirsiz biber gazı kokusu almıştım. Maç izleyenler ve garson bu kokuyu umursamaz görününce yanıldığımı sanmıştım. Parka yaklaştıkça koku yoğunlaşıyor, gözlerim yanıyor. Bu biber gazını neden bu kadar fütursuz kullanıyorlar diye düşünüyorum, burnumu ve gözlerimi kâğıt mendille silerken. Herkesi mi zehirlemeye çalışıyorlar, yoksa bu silahın devlete maliyeti sıfır gibi az bir şey midir?
İçtiğim çaylar aç midemi yakıyor. Bu saatte ne yenir? Ev yemekleri yapan Pera kapalıdır. Lahmacun ve her köşe başındaki ciğercilerden başka bir şey bulmak mümkün değil. Evdeyse sadece makarna vardır. Rakı da yok. Markete uğrayıp hem yiyecek bir şeyler hem de bu sıradan günün sıkıntısını dağıtmak için rakı almalı.
Sonra birden, Nusaybin düşüyor aklıma. İnsanlar evlerinde hapis. Su, elektrik, internet yok. Biten yiyeceği takviye etmek için markete, mahalle bakkalına gitme lüksleri yok. Dışarı çıkan vuruluyor. Dışarı çıkamayan, annesini hastaneye götüremeyen adamlar intihar ediyor Nusaybin’de.
Sahi, Nusaybin ne yana düşüyor? O kadar açık ki, Nusaybin Türkiye’nin, Kürdistan’ın, Fransa’nın, Mali’nin ilçesi değil. Hatta uzayda hiçbir yer kaplamıyor ve bu nedenle hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Komşuları da yok ki bir el atsın, bir tas su versin…
Fenerbahçe, açlık, rakı, geceye dağılmış biber gazı dağılıyor, unutuluyor birden. Merdivene yığılmış hamile bir kadının ölü bedeni ve onun hiçbirimizin elini değil, merdiven korkuluğunu tutan eli, simsiyah bir acı gibi beliriyor. (VE/EKN)