Fatuma ile tanışmamız da ayrılışımız da kötü haberlerle oldu.
Yaklaşık iki buçuk sene önce bir arkadaşı, Göçmen Kadınlarla Dayanışma Grubu'nun Aksaray’daki Türkçe kursu aracılığıyla bize ulaştığında Fatuma’nın kayıp olduğunu söylemişti. Onu bulmak için gösterdiğimiz çaba faydasızdı. Soyadını bile tam olarak bilmediğimiz bir kadın kayıptı ve çaresizdik. Nereye gideceğimizi, nasıl bulacağımızı bilmiyorduk. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Fatuma arkadaşına telefon etti, kendisini gelip Edirnekapı’dan almasını istedi.
Buluştuğumuzda ne onu kaçıranların ismini ne de adresini biliyordu ama bulunmalarını ve cezalandırılmalarını istiyordu. Tam da Fatih Polis karakolunun karşısında uzanan sokaktan kaçırılmıştı. Yanında duran bir arabadan inen üç erkek sokakta yürüyen Fatuma’yı zorla arabaya bindirmiş ve İstanbul’un uzak semtlerinden birine götürmüştü. Onlar suç mahallini hazırlarken -birisi müziğin sesini sonuna kadar açarken, diğerleri banyoda ve mutfaktayken- Fatuma bir boşluktan yararlanıp kaçmayı başarmıştı. Apartmandan can havliyle çıkmış, kilometrelerce koşmuş, daha sonra anayolda bir belediye otobüsüne rastlamış ve Edirnekapı’ya kadar gelebilmişti. Bulunduğu semti dahi bilmiyordu. “İçinde Gazi var” diyordu. Sonradan Sultangazi olduğunu tahmin ettik.
Bu kişilerin Aksaray’a gelmesi ve Fatuma’yı kaçırması tesadüf değildi. Orada göçmen kadınların yaşadığını, çalıştığını ve hatta karşılaştıkları şiddete karşı şikayet edemeyeceklerini de biliyorlardı. Oysa Fatuma onların bulunmasını ve cezalarını çekmelerini istiyordu ancak "kağıtsız" olduğu için, yani vizesi ve ikamet izni olmadığı için karakola gidemiyordu. Türkiye’de "kağıtsız" olarak kalan göçmen kadınlar (ve erkekler), başlarına ne gelirse gelsin sınırdışı edilme korkusuyla polise başvurmak istemiyorlar.
Aslında Fatuma’nın hikayesi, sığınma başvurusunda bulunan ama dosyası kapandığı için sonunda kağıtsız hale gelerek daha da savunmasızlaşan binlerce göçmen kadının hikayesi.
Her hafta imzaya gidemediği için sığınma başvurusu kapatıldı
Türkiye’de halen değişmekte olan sığınma rejimine göre, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) kayıt ile başlayan uluslararası koruma (sığınma) süreci sığınmacıların Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından uydu şehirlere yerleştirilmesini ve bu şehirlerde yaşayarak düzenli aralıklarla imza vermelerini gerektiriyor.
Fatuma’nın hikayesi de böyle başlamıştı. Türkiye’ye sığınan 43 yaşındaki bu kadın, BMMYK’ya kaydolmuş ve ondan Karaman gibi küçük bir uydu kentte yaşaması istenmişti. Ancak Afrikalı siyah bir kadın olarak, hiçbir destek olmaksızın Karaman’da tek başına yaşama imkanı olmadığı için İstanbul’a gelmişti.
Bir süre imza için gitmeye çalışsa da her hafta saatlerce otobüs yolculuğu ile Karaman’a gidip imza atmak hem zaman hem de maddi açıdan onu zorluyordu. İmza yükümlülüğünü yerine getiremediği için de bir süre sonra sığınma başvurusu kapatılmıştı. Özetle, Fatuma Türkiye’ye sığınmıştı ama ondan istenilenleri yerine getiremediği için artık sığınmacı kabul edilmiyordu. “Koruma kimlik kartı” olmadığı için ne sağlık sigortasından ne de herhangi bir sosyal destekten yararlanabiliyor, temel haklara dahi erişimi olmayan ve her an sınırdışı edilebilir bir “kaçak” (kağıtsız) konumuna düşüyordu.
Para kazanıp Uganda’daki ailesine yolluyordu
Fatuma İstanbul’a geldiğinde önce atölyelerde iş bularak çalışmaya başladı ama güvencesiz koşullarda çalıştığı ve hiçbir koruma mekanizmasından yararlanamadığı için işverenler de onu sömürmeye başladı. Parasını alamıyordu, sıklıkla cinsel tacize uğruyordu...
İstanbul gibi büyük bir şehirde bile göçmenlerin çalışabileceği alanlar sınırlıydı ve sömürüye açıktı. Çoğu göçmen kadın toplumsal cinsiyete göre ayrılmış eviçi işlerde çalışarak, tekstil atölyelerinde “ortacılık” yaparak ya da fuhuş yaparak hayatta kalıyor.
Geçim derdi ve Uganda’daki ailesine para gönderme baskısı, zamanla Fatuma’yı barlarda ve gece kulüplerinde konsomasyon yapmaya yönlendirdi. Çoğu göçmen kadın gibi o da eline geçen parayı Uganda’daki ailesine ve iki çocuğunun bakımı için gönderiyordu. Geri dönmek onun için son seçenekti.
Kağıtsız olduğu için tacizi şikayet edemedi
Tüm dertlerinin üstüne bir de sokak ortasında yaşadığı erkek şiddeti ve taciz Fatuma’yı isyan ettirmişti. Kendisini kaçıranların cezalandırılması için bizden destek istemişti. Biz de sınırdışı tehlikesi nedeniyle bir sivil toplum örgütüyle (STÖ) iletişime geçmeye karar verdik ve ona destek olacak gönüllü bir avukat bulduk. Ancak polis, dernek üzerinden yapılan şikayeti kabul etmedi ve bireysel olarak ifade vermesini istedi.
Herhangi bir yasal dayanağı ve belgesi olmadan Türkiye’de kalan Fatuma ise sınırdışı edilme korkusuyla karakola gitmek istemiyordu. Bu durumda kendisine sığınanları korumakla yükümlü olan BMMYK’ya başvurmaya karar verdik.
Dosyası kapanmış da olsa Fatuma bir sığınmacıydı, ülkesine dönemiyordu ve BMMYK onu korumakla yükümlüydü. Birlikte BMMYK Türkiye ofisi uygulama ortağı olan STÖ’lerden birinin Elmadağ’daki ofisine gittik ve Fatuma özel bir görüşme ile başına gelenleri oradaki yöneticiye anlattı.
BM’ye başvurdu, iki yıl yanıt gelmedi
Onun için başından geçenleri anlatmanın güç olduğunu biliyordum çünkü kimseye detaylarını anlatmak istememişti. Mağrur bir kadındı. Görüşmenin sonunda orada çalışanlar etkilenmiş görünüyorlardı ve dosyasının durumunu öğrenmekle başlayarak, gerekeni yapacaklarını söylediler. Özellikle kadına yönelik şiddet gibi toplumsal cinsiyete hassas durumlarda başvuru mekanizmalarını daha hızlı işleteceklerini düşündük çünkü kurumun bu konuda yayımladığı bir rehber dahi vardı.
Nihayet olumlu bir adım olarak BMMYK’nın da aracılığıyla şikayet süreci işletebilecekti. Ancak bu ziyaretimizden sonra günler, haftalar geçti. Arada Fatuma ile haberleştiğimizde bir gelişme olup olmadığını soruyordum, “Kimse aramadı” diyordu. Bu olayın üstünden iki yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala bir bilgisi yoktu. Son olarak bana söylediği, artık bir şey beklemediğiydi.
Sonuç olarak, Fatuma’nın uğradığı erkek şiddetini şikayet dahi edemedik ve çaresizliği kabullendik.
“Eğer bize yardım etmeyecekse BMMYK ne iş yapıyor?”
Fatuma da çoğu sığınmacı gibi artık bıkmış ve boşvermişti. Onun gibi birkaç kadının benzer hikayelerinden yola çıkarak, geçtiğimiz yaz sığınmacı ve göçmen kadınların karşılaştıkları toplumsal cinsiyete özgü risklerle ilgili bir araştırmaya başladık. Araştırmamız için görüştüğümüz kadınlar genelde “Eğer bize yardım etmeyecekse BMMYK ne iş yapıyor” diye soruyorlardı.
Hemen hepsi de aynı sebeplerle, yani uydu kentlerde yaşam imkanları olmadığı ve hiçbir destekten yararlanamadıkları için korumadan yararlanamıyordu. Bir otobüs bileti verilen kadınlar adını bile duymadıkları şehirlere gönderiliyor ve sonunda İstanbul’a gitmeyi tercih ediyorlardı. Üstüne üstlük yolda ve bu uydu kentlerde pek çok cinsel tacizle karşılaşıyorlardı. Görüştüğümüz kadınların çoğunun sığınma başvuruları düşmüş, hiçbir korumadan yararlanamamışlardı. Hatta yaz aylarında bu araştırma kapsamında Fatuma ile görüşmek istedik ama konuşmak istemedi. Muhtemelen karşılaştığı şiddeti ve ayrımcılığı konuşmak artık ona acı anılarını ve çaresizliğini hatırlatıyordu.
Ücretsiz sağlık hizmetine ulaşamadı, hastalığı ilerledi
Daha sonra farklı zamanlarda Fatuma ile Aksaray’da karşılaştık. Onu her karşılaşmamızda, öğle saatlerinde bile içkili görebiliyordum. Belli ki yaşadığı stresten uzaklaşmak ve burada yaşadığı acılara karşı hislerini biraz köreltmek için sürekli içiyordu. Sağlığı hızla kötüye gitmeye başlamıştı ama arkadaşlarına hiçbir şey söylememişti.
Üç hafta önce beni aradığında doktora gitmek istediğini söyledi. Kağıtsız duruma düştüğü için devlet hastanelerinden ücretsiz yararlanamıyordu. Bulabildiğimiz özel bir kliniğe gitti ama artık doktorun da yapabilecekleri sınırlıydı. Hastalığı epey ilerlemişti. Belki de o yüzden çaresiz pek çok kağıtsız göçmen gibi evde saklanarak ve dua ederek iyileşmeyi bekledi. Ücretsiz sağlık hizmetlerine erişemeyen pek çok kağıtsız göçmen ve sığınmacı için basit hastalıklar bile tedavi edilemeyince tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor.
Neden ölmek üzere olan bir kadına tıbbi destek sağlanmadı?
Fatuma 25 Eylül Pazartesi akşamı saat 9’da beni aradı, “Çok hastayım, Uganda’ya gitmek istiyorum” dedi. Öleceğini haber veriyor gibiydi. Biraz umutsuz da olsam yine Elmadağ’daki BMMYK Türkiye ofisinin uygulama ortağı olan STÖ’nün ofisine gitmesini, orada yardım edebileceklerini söyledim. En azından Fatuma’nın gönüllü olarak dönmek istediğinde yardımcı olacaklarını, gözaltı riski yaşamadan ülkesine dönmesini sağlayacaklarını düşündüm.
Nitekim 26 Eylül sabahı arkadaşının yardımıyla ofise gittiğinde, daha önce hikayesini anlattığı aynı kişi Fatuma’ya sığınma dosyasının kapatılması gerektiğini söylemiş ve bunun için dosyasının bulunduğu Karaman’a başvurması gerektiğini söyleyip eline bir telefon numarası tutuşturmuştu.
Söz konusu tavsiyeyi herhangi bir göçmen kadına yapsaydı, hiçbir itirazım olamazdı. Ancak bu tavsiye, yürüyemeyecek kadar hasta olan, ülkesinde ölmek isteyen ve çok zor durumdaki bir göçmen kadına yapıldığında itirazım var.
Fatuma’nın dosyasında durumun hassas olduğu oldukça açıkken, neden ölmek üzere olan bir kadına tıbbi destek sağlanmadı? Bu durumdaki bir kadını baştan savmak yerine neden işlemleri vekaleten yürütülmedi?
Aslında soru, göçmenleri korumakla yükümlü olan bu kurumların neden Fatuma’yı korumaya değer bulmadığı, neden işlerini alelade bir memuriyet olarak algıladıkları ile yakından ilişkili. BMMYK ve onun için çalışan STÖ’ler, özellikle “hassas durumda” olarak tanımladıkları vakalara öncelik verdiklerini söylerken aslında mevcut durum hiç de öyle olmadığını gösteriyor.
Havaalanına giderken hayatını kaybetti
Fatuma’nın yanındaki arkadaşı çaresizce bana durumu anlattığında onlara verilen telefon numarasını arayarak başka STÖ’lere ulaştım ve dosyasını İstanbul’dan da kapatabileceğini öğrendim. Bunu Elmadağ’daki STÖ yöneticisine söylediğimde tekrar Fatuma’yı çağırarak dosyasını kapatması için dilekçe yazımında yardım edebileceklerini söyledi. Ertesi gün tekrar arkadaşlarının yardımıyla aynı yere giden Fatuma daha sonra arkadaşının kollarında taşımasıyla Kumkapı Yabancılar Şube’ye çıkıp dosyasını kapattı ve nihayet çıkış kağıdını aldı.
Ancak 28 Eylül’de havaalanına giderken yolda hayatını kaybetti, çok istediği halde ailesini son defa göremeden hayata gözlerini yumdu.
Jesca, Violet, Amina, Fatuma…
Camdan atılarak öldürülen Jesca Nankabirwa gibi, tecavüz edilerek öldürülen Violet Nantaba gibi, AIDS olduğu için bebeği ile gözaltında tutulan Amina Tou Cady gibi göçmen kadınlar ancak öldüğünde haberlere çıkıyor, ancak o zaman yaşamlarından haberdar oluyoruz.
Fatuma’nın ölümü, temel insan haklarına bile erişimi olmayan ve insani yaşam koşullarından uzak, sınırdışı edilme korkusuyla her şeye razı gelen göçmen kadınların hikayesinin özetidir.
Fatuma’nın ölümü, bir yanda kadına karşı her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı uluslararası sözleşmeleri kabul eden ve son olarak İstanbul Sözleşmesi ile 2011’de toplumsal cinsiyete dayalı şiddete uğrayan kadınlara sığınma hakkı vereceğini taahhüt eden Türkiye’nin sığınma rejiminin, diğer yanda toplumsal cinsiyete hassas bir sığınma kabul rehberi uygulamakla yükümlü olan BMMYK’nın sığınmacıları koruyamadığının kanıtıdır.
Umarım Fatuma’nın hikayesi göçmen kadınların yaşadıkları savunmasızlığın bir nebze görünür olmasına ve çözümüne katkıda bulunur. (EC/ÇT)