Avrupa’da aşırı sağın sesinin gür çıkmaya başlaması ve günden güne yükselen yabancı düşmanlığı, zihinlere “Faşizm geri mi geliyor?” sorusunu düşürürken fırtınanın büyüğü Donald Trump’ın 2016’da başkan seçildiği dönemde ABD’de kopmuştu. 2020’de seçilemeyen Trump, 2024 için çalışmalara başladığında dünya çapında bir tedirginlik baş gösterdi. Bunun en önemli nedeni Trump’ın hem tarihsel faşizmi andıran söylemlerle kampanya hazırlıklarına girişmesi hem de popülizmini güncellemesiydi.
Tarihçi Federico Finchelstein, Trump’ın ilk döneminden ve 2024 kampanyasından hareketle tarihsel faşizm ve popülizm ile günümüzdeki durum arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları incelediği Faşizme Heves Etmek’te, demokrasinin tehdit altında olduğunu anlatırken yakın geçmişin otokratlarıyla günümüzdekileri karşılaştırıyor.
Faşist özentileri
Tarih tekerrürden ibaret değil. Böyle bir tekrar olsaydı tarih ve tarihyazımı imkânı ortadan kalkardı. Fakat geçmişteki olaylar, kişiler ve eylemler arasında benzerlikler bulunabiliyor. Popülizm bu manada âdeta patlamaya hazır bir volkan gibi; için için kaynıyor. Bugün Avrupa’da, Latin Amerika’da (özellikle Arjantin’de) ve ABD’de faşizme çalan popülizm yanardağı lav püskürtüyor. Patlamanın eşiğinde. Pek çok araştırmacı gibi Finchelstein da bu gerçeğin farkında ve hâliyle geçmiş ile bugün karşılaştırması yaparak meseleyi anlaşılır kılmak isterken şöyle diyor: “Küresel popülizm faşizme evriliyor ve bu eğilim, demokrasinin geleceği için büyük bir tehdit oluşturuyor.”
“Faşizmin uzun gölgesi”nin dünyanın üzerine düştüğünü söyleyen Finchelstein, “faşist özentisi” siyasetçilerin neden olduğu tehlikeyi hatırlatıyor. Kendi tutkuları, iradesi ve planları doğrultusunda hareket eden ile bu yolda tereddüte düşenler arasındaki ayrımı Mussolini’nin 1924’teki sözleriyle anımsatan yazar, “iktidar yolunda tökezlemeyen” ve “faşizmi arzulasa da ikileme kapılan” faşistlerden bahsediyor. Bu bağlamda 2021’deki tereddütleri nedeniyle Trump’ın (ve Bolsonaro, Bukele, Modi, Orbán gibi “mini-Trumpların” da) faşist özentisi kategorisinde yer alması gerektiğini söylüyor: “Faşist özentiler aynı yollardan geçiyor ve faşist siyaseti bir meslek olarak benimsiyor. Bu kişilerin uyguladığı şiddeti, yabancı düşmanlığını, söylediği yalanları ve diktatörce davranışlarını tanımlarken faşist sözcüğünü kullanmaktan çekinmemeliyiz. Trump, Bolsonaro, Modi ve Orbán gibi liderler günümüzün aşırı sağ popülizmini faşist köklerine geri götürüyor. Tarzları ve davranışları faşist yönetimin temel özelliklerini yansıtıyor: Şiddetin yüceltilmesi ve siyasetinin militarizasyonu; ırkçılık, ayrımcılık ve Nazi propaganda şefi Joseph Goebbels’in öncüsü olduğu propaganda teknikleri.”
Finchelstein, yoğunlaştığı günümüz popülizminin çekirdeğinde tarihsel faşizmin izlerine rastlıyor: Siyasi şiddet, propaganda ve dezenformasyon, yabancı düşmanlığı ve diktatörlük. Bunlara bilim karşıtlığını, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma girişimlerini ve hakikati eğip bükmeyi de ekleyebiliriz.
Demokrasiye tutunan bir parazit misali hayat bulup yol alan popülizm ile faşizm arasındaki temel farkın gözden uzak tutulmaması gerektiğini belirtiyor Finchelstein: “Popülizm demokrasinin bozulmasına yol açarken faşizm onu yok eder.” “Aşırı sağın karşı devrimci yapılanması” faşizm ile “demokrasinin otoriter bir biçim alması” diye tanımlanan pragmatizm olan popülizm arasındaki geçişleri unutmamak gerektiğini, geçmişteki ve güncel örnekler üzerinden anlatırken sözü Trump’ın özentiliğine getiriyor: “Trump, faşizm ve popülizmi beklenmedik şekillerde yeniden birleştiren ve faşist ‘özentisi’ olarak tanımlanabilecek yeni bir küresel otoriter lider türünü temsil ediyor. Bu yeni tür popülist siyasetçi genellikle yasalara uygun olarak seçilmiş bir liderdir ve faşizmden uzak duran eski popülistlerin aksine totaliter yalanlara, ırkçılığa ve demokrasiyi içeriden yok etmeye yönelik yasadışı yollara başvurur. Faşist özentisi, faşizmi arzulayan bir popülist diye tanımlanabilir. Ancak bu özentilik henüz emekleme aşamasındadır; tam anlamıyla faşizm değildir çünkü henüz diktatörlüğe dönüşmemiştir ve şiddet tekelini sınırsız biçimde kullanmak için teröre başvurmamıştır.”
1945 sonrasında Arjantin’de Juan Perón’la başlayan faşist özentilik ya da faşizme çalan popülizm örnekleri Trump’ın selefi olarak nitelenebilir: Brezilya’da Getúlio Vargas, Venezuela’da Rómulo Betancourt ve Bolivya’da Víctor Paz Estenssoro; demokrasiyi kendine göre düzenleyerek kurumların meydana getirdiği denge ve denetim mekanizmasına saldırıyor, dini kullanarak iktidarını pekiştiriyor, toplumsal ve siyasal kutuplaşmayla yerini sağlamlaştırıyor. İktidara gelmelerini ve koltuklarını korumalarını sağlayan seçimle demokrasiyi eşleştiriyor. Başka bir deyişle görünürde ya da kâğıt üzerinde bir demokrasi var fakat uygulamada durum farklı.
Trump ise 2020 seçim sonuçlarını tartışmaya açıp sonra kabullenerek popülizmde bir kırılma yarattı Finchelstein’a göre; faşizme çalan popülizmin yeni bir kolu ortaya çıktı: Trumpizm ya da Trumpçılık.
Mağdurlar ve kurtarıcılar
Trump ve muadillerinin benzersizliğini ve eylemlerini çözümlemek yerine, onların neden ve nasıl faşist davranışlar sergilediğini, neden ve nasıl faşist özentisine dönüştüğünü anlatan Finchelstein, ilk olarak siyasetin şiddetle şekillendirilişini, yalanların hakikati bastırmasını ve düşmanlaştırma politikalarına hayat verilişini hatırlatıyor. Öfkeli kalabalıkları ve takipçileri mağduriyet söylemiyle diri tutma girişimlerinin, kendisini demokratik seçenek biçiminde göstermenin Trump gibi faşist özentilerinin önemli özelliklerinden olduğunu ekliyor. Kutuplaştırma ve itaat istenci, faşizme çalan popülizmin temelinde bulunduğunu ancak savaşın ve şiddetin paranteze alındığını da anımsatıyor.
Şiddetin ideolojik olarak yüceltilmesi dışında, faşist özentisi liderlerin başvurduğu ve kullanmayı sevdiği bir diğer şey yansıtmalarla, tekrarlarla, yalanlarla, tehlike ve savaş korkutmasıyla, medyanın ve kitlenin manipülasyonuyla biçimlendirilen propaganda. Finchelstein’a göre Trump ve benzeri popülistler, “yalanlarının gerçeğe hizmet ettiğine inanıyor” ve takipçilerini de buna inandırıyor. Yazarın yalan ve manipülasyon bağlamında bir notu var: “Trump, Bolsonaro ve diğer faşist özentisi liderler, yıkıcı politikalarının yol açtığı acılar için suçu başkalarına atarken Goebbels’in yaptığını tekrarlıyordu ve tıpkı onun gibi söylediği yalanlara inanıyordu. Bu yalanların sonuçları tarihe geçmiştir ve tümü felakete yol açmıştır. (...) Trump, Bolsonaro, Orbán, Milei ve diğerleri özgür basını kendi politikalarının önemli bir düşmanı diye görmekle beraber, onu aynı zamanda bir manipülasyon aracı olarak da değerlendirdi. Bağımsız medyanın ‘iki tarafın da görüşlerine yer verme’ çabası tehlikeli yalanların yayılmasına zemin hazırlayabilir. Faşist diktatörler, özgür medyanın rolünün demokrasi karşıtı propagandalarıyla çeliştiğinin uzun zamandır farkındadır, tarih bunu bize söyler. Ancak kendi lehlerine kullanabilecekleri bir fırsat yakaladıkları anda özgür medyayı kullanmaktan kesinlikle geri durmazlar.”
Yalan ve manipülasyonla bir lider kültü yaratmaya girişen, bu yolda dinî referanslar kullanan faşist özentisi figürler, Finchelstein’ın ifadesiyle takipçilerinin inancına talip oluyor ve onların kurtarıcısı rolüne bürünüyor.
Demokrasi içinde gelişen demokrasi karşıtlığı
Düşünmeden eyleme geçme, faşizmde nefretle ve bertaraf etme arzusuyla yarattığı düşmana yaptığı muamelenin ilk ve önemli hamleydi. Başka bir deyişle “Biz” ve “Onlar” ayrımından sonra gelen edimdi. Finchelstein, bu ayrımın faşist özentisi liderler tarafından da tercih edildiğini belirtiyor. Bunun önemli bir nedeni var: “Popülistler, sürekli mağdur rolü oynamak için düşmana ihtiyaç duyar. Bu düşmanlar, faşizmdeki gibi hem içeride hem de dışarıda olabilir.
Gerçeklere alerjisi olan popülistlerin, faşistlerin ve faşist özentilerin düşmanlaştırdığı kesimlerin başında özgür basın ve tarihçiler geliyor Finchelstein’a göre. Trump ve benzeri faşist özentileri, bir mit meydana getirip hikâye yazar ve uydurma bir geçmiş yaratırken basın ve tarihçiler, onların yoluna kolayca taş koyabilir. Kısacası bu iki kesim, faşist özentileri “mağdur” edebilir veya “mağduriyetlerini” artırabilir.
Finchelstein, faşist özentilerin ve popülistlerin, tarihsel faşizmle bağlantısını anlatmaya uğraşırken Trump örneğine takılıp kalmamak gerektiğini fakat Trumpçılığın bir bütünün önemli bir parçası olduğunu hatırlatıyor: “Trumpçılık, esasen demokrasinin içinde gelişen küresel bir demokrasi karşıtı saldırının parçasıdır. Bu durum Trumpçılığı küresel otokratik hareketlerin yeni eğilimleriyle bağlantılı hâle getirir. Demokrasiyi içeriden hedef alan bu otokratik yıkım, faşizm ve benzeri geçmiş ideolojilerin izlerini taşır. Trump’ın popülizmi bu uzun tarihsel sürecin en güncel aşamasını temsil eder.”
Faşizme Heves Etmek’te faşizm ve popülizm tarihine geri dönerek günümüzdeki örnekleri, onlar içinde de özellikle Trumpçılığı anlatan Finchelstein; faşist özentilerin söylem ve eylemlerini sertleştirdiğini, Trump’ın ve benzerlerinin bunu küresel ölçekte normalleştirme tehlikesine dikkat çekiyor. Trump’ın yeni dönemindeki icraatları ve dünyanın dört bir yanındaki gelişmeler, bu tehlikenin arttığını gösteriyor. (AB/TY)
Faşizme Heves Etmek, Federico Finchelstein, Çeviren: Zeynep Şarlak, İletişim Yayınları, 254 s.