'Biri Bizi Gözetliyor' adlı program hakkında bir açık oturum eksikti. O da yapıldı ve izleyen Türkler için, Türk aile yapısı ve daha birçok şey için neyin doğru olup olmadığını görme ve tartışma şansına sahip oldu! Bu yazıda aslında program hakkında daha söylenecek, anlatılacak ne kaldı diye düşünüyor insan. Özellikle, böyle bir program 'Türk aile yapısını da zedeliyorsa' zaten söylenecek pek de bir şey olmamalı. Kaldırılsın yayından, olsun bitsin! Hatta, futbol milli maçımızı bir kenara itmemize de neden oluyorsa bu programda başlı başına bir tehlike var demektir. Sahip olduğumuz tüm değerlere saldırdığı açıkça görünmektedir! Açıkçası, konu üzerinde yapılan toplantıları, konuşmaları izlemek ve dinlemek de artık son derece komik geliyor. Ne de olsa ülkenin en önemli meselesi ya!
Yine de önemli bir noktanın yattığını düşünmemek elde değil. Popüler kültür açısından ele alındığında programın işlenebilecek birçok öğesinin olduğu ve bunların bugünkü ülkenin içinde bulunduklarıyla nasıl da paralellik gösterdiği dikkati çekmektedir. 31 Mart 2001 gecesi yer alan 'Biri Bizi Gözetliyor' programında evde yaşayan gençlerden (bu gençlere kimilerince "Özal'ın Gençleri" denmesi de oldukça yerinde) Melih'in babası 'bu program bize güzellikler sunuyor' diyor. Bu sözün ve aynı zamanda programın kendisinin akla getirdiği bir kitap var. Nurdan Gürbilek'in 'Vitrinde Yaşamak' adlı kitabı akla geliyor. Her şeyin seyirlik hale geldiği, her yaşam alanının sanki bir akvaryuma dönüşmesi gerçeğini bu program ile bir kere daha pekiştirmiş oluyoruz. Gözlerimizin önünde sınırsız sayıda yer alan tüketim mallarını, yaşam biçimlerini ve yaşam alanlarını görüyoruz. Peki, elimizi uzattığımızda uzanıp ta alabileceğimiz, dokunabileceğimiz cinsten şeyler mi bunlar? Yanıtı, 'hayır!'. Sadece seyirlikler. İzlenmek, bakılmak için varlar. İzlendikleri, seyredildikleri anda sizi onların yaşam alanında, yaşama biçiminde olduğunuzu hissettirmekten öteye geçmeyen yanılsamalar. Yani arzu edilen hayatın kendisi programın süresi kadar geçerli bir anlamda. Yaklaşık 45 dakika vitrinde yaşıyorsunuz, en önemlisi bunu gerçekte de yaşadığınızı düşünerek yapıyorsunuz. Belki de, 'gençlerin Özal'ın çocukları' olmasının ötesinde yaşananları (her şeye ulaşılabilir, alınabilir yanılsamasını sağlamak) Özalsı yanılsamalar olarak adlandırmak da mümkün olabilecektir.
31 Mart 2001'de yayınlanan programda yine dikkati çeken bir başka şey ve yer alan gençlerden birinin babası tarafından yapılan yorumdu. Oldukça ilginçti. Baba, programın gençler arasındaki 'dayanışmayı!' nasıl da güzel sergilediğini belirtmekteydi.
Burada akla gelen önemli bir nokta var. Hafta içinde tüm yaşamsal faailyetlerini sürdüren, tüm zorluklara rağmen ekmeklerini kazanan! Bu gençler hafta sonu geldiğinde birbirlerini 'öğütmek' zorunda bırakılmıyorlar mı? Denebilir ki bu da oyunun kuralı. Her hafta içlerinden birinin bu dayanışmaya 'evet kardeşim buraya kadar, bu hafta da içimizden birinin işine son veriyorum' demsi pek de yabancısı olmadığımız bir sistemi, dönemi sergilemiyor mu? Şöyle bir düşünelim; program kendi başına günümüz vitrinde yaşamını sergiliyorsa, her hafta birinin oyun dışında bırakılması da o derecede her ay, her hafta işten çıkartılan birçok insanı akla getirmiyor mu? Bu noktada bir gerçeği kaçırmamak gerekiyor. Bunu oyunda sözüm ola mutlulukla karşılayabiliyorlar.
Gerçek hayatta vitrinde yaşamak, işten çıkartılmak 'gerçek' bir acıyı beslemekte. İnsanların yaşamla olan tüm tatlarını yok eden, ortadan kaldıran bir gerçek. Gizli tehlike ise, programın tüm bu vitrinde yaşamaları ve 'oyundan ayrılışları' oyunun içinde tat alınması gereken gerçekler ve tat alınacak noktaları olarak vermesi. Hatta, oyundan 'başarıyla atılmış' olanlar bile zafer elde etmiş komutan edasında sergilenmekte, ödüllendirilmekte.
Programın söylemi gerçek hayatın söylemini bir anlamda zorlamaya çalışmakta, değiştirmektedir. Acı, mutluluğa eşit anlama gelmekte; onun yerini almaktadır. Sanal, ilüzyon veya kurmaca diyebileceğimiz yaklaşımlar ise gerçeğin yerini almaktadır. Gerçekte yaşamak vitrinde yaşamak anlamına gelmektedir.
Programla özdeşleşen izleyici bir süre için de olsa gerçekten koptuğunu (özellikle gençler) düşünebilmekte ama acısını aspirin ile tedavi etmiş olmaktadır. Mühim olan programa tebessüm etmenin yanında sergilediklerine karşı yabancılaşarak vitrin ile gerçek arasındaki farkı göz önünde tutmaktır. Özellikle gerçek, gençlerin hayatın 'işte böyle kolay'; öyle ki, her istendiğinde cep telefonuyla tuşa bas konuştaki gibi kolay olmadığını görmelerinde yatıyor. Unutmamak gerekiyor, sonunda faturaları birileri ödemek zorunda kalıyor.