28 Ekim öğlen saatlerinden itibaren gözümüz, kulağımız bu sefer de Ermenek’te. Ancak tek bir yayından, tek bir programdan ya da yetkiliden adamakıllı, kapsamlı bir bilgi almak mümkün değil. Su bastı ama kaynağını bilemiyoruz. 50 metre yükseklik 10 ton su deniyor ama basın bir türlü madenin planına ulaşamıyor, dolayısıyla işçilerin kurtulma ihtimali var mı bilemiyoruz. Su boşaltılmaya çalışıyor ama seviye de yükselmeye devam ediyor. Buradan da nereden geldiğini bilmediğimiz suyun gelişinin sonlanmadığını anlıyoruz. Sonuç olarak umudumuz tükeniyor, içimiz parçalanıyor ama Ermenek’te yaşananlar bir türlü tam olarak anlaşılamıyor. Bu anlayamamışlığı çözmek adına iki gündür çeşitli programları, tartışmaları izliyor; bulduğum kaynakları okuyorum. Bu yazı da tüm bu kaynaklardan edindiğim bilgilerin bir derlemesi olarak hazırlandı.
Madencilerin yaşadığı mücadeleyi tam olarak anlamak için öncelikle “rödovans” ve “dayıbaşı” kavramlarını öğrenmemiz gerekiyor. Mayıs ayına geri dönersek, Soma ile birlikte hayatımıza rödovans diye bir sistem, dayıbaşı diye bir kavram girdi. Rödovans sistemini Avukat Selçuk Kozağaçlı’nın Soma’da çekilmiş bir kaydı ile ilk kez tam olarak anladım. Yeraltı kaynakları anayasaya göre devletin malı, fakat devlet işçi ile sendika ile uğraşma zahmetinden kurtulmak için bu madenleri özel sektöre “alım garantisi” ile kiralıyor. Alım garantisi burada kritik çünkü bu alımın bir sınırı yok, dolayısıyla ne kadar kömür çıkarırsanız o kadar büyük bir kârdasınız. Bu noktada ise “dayıbaşı” denilen, kendi işçi ekibini toplayan kişiler devreye giriyor. Bu kişilere “taşeron” demek mümkün değil, zira bu tip bir yasal zemin, şirketleşme söz konusu değil. Dayıbaşı olanlara ekiplerin çıkardığı kömüre oranla yani ekibinin performansına göre pay veriliyor. Dolayısıyla işçiler ne kadar çok çalışırsa dayıbaşının kazancı o kadar artıyor. Madeni işleten patronlar devletten alacakları parayı arttırmak için, dayıbaşılar ise patrondan kendilerine verilen payı arttırmak için daha çok, daha da çok çalıştırıyor maden işçilerini. Günün sonunda sınırsız alım ile ile işlerliği korunan rödovans sistemi maden işçisine arz – talep dengesi ile çalışan serbest piyasadan daha insafsız koşullar sunuyor.
Soma ile birlikte madencilerin sorunu görece daha görünür oldu, daha çok tartışıldı. Soma’nın ardından madencilerin çalışma koşullarını düzenlemeye yönelik bir de torba yasa geçirildi. Yasaya göre madencilerin 7.5 saat olan çalışma süresi 6 saate indirildi ve maaşlarda iyileştirme yapılması karara bağlandı. Doğrusunu söylemek gerekirse, ilk bakışta olumlu da bir gelişme idi bu. Ancak Ermenek ile birlikte anlaşıldı ki, işverenler artan maliyetleri düşürmek için maden işçilerinin öğle yemeklerini ve servislerini kesiyor yeni kanun sonrasında. Hatta bazı önlemler daha yasa yürürlüğe girmeden alınıyor işveren tarafından. İşçilerin kıdem tazminatlarının yeni maaşları üzerinden hesaplanmasını önlemek amacıyla yasanın çıkacağı gün işyeri kapanmış gösteriliyor ve hakları eski maaşlar üzerinden işçiye iade ediliyor.[1] Çünkü en basit deyimiyle kanun “yapamazsın” demiyor işverene.
Bu torba yasanın da çıkmış olmasından da güç alarak şu anda hükümetin genel tavrı Ermenek’teki cinayetin tüm sorumluluğunu işverenin üzerine yıkma yönünde gibi gözüküyor.[2]
Burada işverenin sorumluluğunu gözardı etmek mümkün değil, ancak ana amacı para kazanmak olan bir kişi veya kuruma yasal zorunluluk, caydırıcı ceza koymadan maliyeti arttıracak çeşitli önlemler almasını beklemek de gerçekçi değil. İdeal bir dünyada yaşayıp, insan hayatının herkes için her şeyden önce gelmesini hepimiz isterdik, ama ideal bir dünyada yaşıyor olsak biz evlerimizde sıcak koltuklardayken Ermenek’teki 18 maden işçisinin aileleri sokakta, kendileri yerin metrelerce altında olmazdı. İdeal bir dünyada yaşamadığımız gerçeğini sanırım en çok siyasilerin bilmesi gerekir. Bilmeliler ki, yasa yapım süreçlerini bu bilgi üzerine kurgulamalılar çünkü yasa üretim süreçleri devlet işçinin haklarını arttırdığında işverenin hangi yeni kaçış yollarını bulacağını işverenden önce düşünüp önlem almayı gerektirir. Dolayısıyla burada “gözünü para hırsı bürümüş işveren”, “vicdansızlar” gibi kanun koyucuların tüm sorumluluğunu göz ardı eden, rödovans sisteminin bu açgözlülüğü beslediğini görmezden gelen, yasa üretim süreçlerindeki eksiklikleri bir kenara bırakan tavrın kabul edilemez olduğu açıktır.
Kanun koyucular kendi eksikliklerinin yanında bir de bağımsız kuruluşların denetleme hakkını elinden almış, madenin güvenliğini maaşını işverenden alan bir iş güvenliği uzmanına bırakmıştır. Devletin fantezi dünyasında iş güvenliği uzmanı bir işyerini denetleyecek ve maaşını aldığı işveren eğer işçinin can ve mal güvenliğini olumsuz etkileyecek bir uygulama yapıyorsa bunu bizzat kendisi devlete şikayet edecektir. (Bu ideal bir dünyada bile mümkün olmaz!) Kendi kendimize sormamız gereken soru: Bir iş güvenliği uzmanının işyerini devlete şikayet edip, maaşını aldığı işyerinin devlet tarafından kapatılması (dolayısıyla işsiz kalması) riskini göze alması için ne büyüklükte bir tehlike ile karşı karşıya olması gerekir?
Fantezi dünyasından geri döndüğümüzde madenlerde denetim, kontrol gibi mekanizmaların göstermelik olduğunu anlamak için uzman olmaya gerek yok sanırım. Denetim olmasa da yüzümüzü sivil toplum kuruluşlarına döndüğümüzde araştırma ve gözlemin bu felaketin geleceğini bir yıl öncesinden ortaya koyduğunu görüyoruz. TEMA’nın Kasım 2013’te yayımladığı “Termik Santral Etkileri Uzman Raporu: Konya – Karapınar Kapalı Havzası” raporunda Ermenek havzasında madenciliğin riskleri detaylı olarak incelenmiş ve bu rapor bakanlığa ve ilgili yöneticilere sunulmuş. Bu raporda kapalı havzada yapılacak olan madenciliğin risklerini ele alan bölümde yeraltı suları hakkında aşağıdaki ifadelere yer veriliyor:
“Yeraltı su düzeyleri ve toprak yapısı göz önüne alındığında, işletmenin her yerinde 20 m’yi biraz aşan derinliklerden başlayarak yeraltı suyu mevcut olduğu ve açılacak kazı çukuruna farklı tabakalardan yeraltı suyu gireceği görülmektedir. (sf.47)......Şevlerin duyarlılığını güvence altına alabilmek için çok önceden, en az bir ya da iki yıl önceden yüzlerce derin yeraltı suyu kuyusu açılıp sürekli, kesintisiz su çekilmesinden başka etkili bir yol görülmemektedir. (sf.48) ....Yeraltı suyu konusunda bütün bu önlemler ve bedeller göze alınsa bile; yaşanacak su baskını, çökmeler, heyelanlar gibi kazalarda muhtemel can kayıplarının telafisi olmayacaktır. (sf.49)”
Rödovans sistemini kuran, kurgulayan ve besleyen; her sektördeki işçileri sendikasızlaştırmayı kendine görev edinen, bağımsız kuruluşların denetleme hakkını elinden alan, sunulan raporlara gözünü kapayıp, kulağını tıkayan iktidar felaket anında kurtarıcı rolünü üstlenemez. Kaldı ki kalplerimiz aksini istese de ortada bir kurtarma operasyonu olduğunu da söylemek güç. Bu yazıyı yazdığım saatlerde (29.10.2014/23.56) hala su boşaltılmaya çalışıyordu. 36 saattir 18 madenciye ulaşmak konusunda katedilen yol suyun artış hızından birazcık daha hızlı olarak suyu boşaltmak. Tüm bu gerçekler gözler önündeyken, Erdoğan işvereni suçladı Burhan Kuzu da attığı tweet’te durumu “sel felaketi” olarak nitelendirerek suçu doğa anaya attı. Bu yazı ise küçük bir azınlık da olsak son 10 yılda katlanan işçi ölümlerinin failinin çok meşhur olduğunu bildiğimizin kayda geçmesi için yazıldı. (ES/HK)
[1] CHP milletvekili Özgür Özel katıldığı Tarafsız Bölge programında bu noktalara muhalefetin dikkat çekmeye çalıştığını ancak iktidarın yasal müeyyide koymakta direndiğini iddia etti.
* Fotoğraf: Murat Kula - Ermenek/AA
Elvan Salman Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler mezunu bir iletişimci. Dijital İletişim alanında çalışıyor, iletişim ve siyaset bilimi penceresinden sosyo-politik konularda yazıyor. |