O günden bu yana aramızdaki sıcaklık artarak sürüyor. O benim çok değer verdiğim, hayatı boyunca izleme sorumluluğunu üstlendiğim bir varlık, en yakın dostlarımdan birinin biricik kızı. Ve bu da onun hikayesi...
Dostum beş yıldır evliydi. Çocuk sahibi olmaya ilişkin tüm çabaları sonuçsuz kalmıştı. Düş kırıklığı içerisindeydi. Bir garip hüzün yaşıyordu. Çocuklarının olmayacağını kabullenmek, eşi içinde kendisi içinde zordu. Yaşamda kocaman bir boşluk, geleceğe ilişkin hedefsizlik, umutsuzluk anlamına geldiğinden.
Bir teklif
Kabul sürecini yaşamalarını, sakinleşmelerini ve toparlanmalarını bekledim.
Ve bir teklifi götürdüm onlara. Evlat Edinmek!!!
Önceleri bu fikir onlara ürkütücü geldi. Uzun süre birlikte tartıştık bu konuyu. Önce dostum, sonra eşi bu fikri kabullendi. Ardından da ailelerini ikna ettiler ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne başvurularını yaptılar.
Heyecan ve kaygı ile dolu geçen birkaç aydan sonra bir gün beklenen telefon geldi. Yuvaya giderken her ikisinin de ayakları titriyordu. Yuvada yaşamlarını tamamen değiştirecek bir kız bebek onları bekliyordu.
Dört günlük Ekim
İlk anda ona içleri kaynadı ve tüm benlikleri ile benimsediler. Ekim adını verecekleri bebek daha dört günlüktü.
Minik Ekim'in eve gelişi ile birlikte tüm dünyaları değişti. Sevinçleri, üzüntüleri, keyifleri, programları, kısaca her şey Ekim'e odaklandı.
Ekim, yalnızca dostum ve eşine anne babalığı tattırmadı, ailelerinin de çok sevgili torunu, yeğeni, kuzeni oldu. Tüm ailenin göz bebeği olarak büyüdü ve iki yakın akrabanın daha evlat edinmesi için teşvik kaynağı oldu.
Kaçınılmaz soru
Ve dört yaşında kaçınılmaz soru geliverdi... "Anne, beni sen doğurdun değil mi?"
Yanıt çok zor da olsa dürüsttü. "Hayır, seni hastaneden aldık".
Bu yanıtın verdiği tatmin kısa sürdü ve yeni sorular geldi. "Neden hastaneden aldın?" "Beni oraya kim bıraktı?" "Neden sen beni doğurmadın?" Yanıtlar her zaman yalın ve dürüst oldu.
"Beni annem doğurmamış"
Minicik kafası karmakarışık oldu Ekim'in ve bir süre önüne gelene "Seni kim doğurdu?" diye sordu. Arkasından "Biliyor musun?, beni annem doğurmamış, hastaneden almış." dedi. Herkes kendine göre, bunun kötü bir şey olmadığını açıklar şekilde yanıtladı onu.
O yaz onları ziyarete gittiğim bir hafta sonu baş başa kaldığımız bir sırada bana "Neşe, seni annen mi doğurdu?" diye sordu.
Bu sorunun bana da sorulacağını biliyordum ama nasıl yanıt vermem gerektiğine bir türlü karar verememiştim.
Sadece "Evet" dedim. Bir süre sessiz kaldıktan sonra "Biliyor musun beni annem doğurmamış, hastaneden almış" dedi.
Soruları durduran "ayıp"
Saçlarını okşayarak başımı "evet" der gibi salladım. "Sence anne doğuran mıdır? Sevgi verip büyüten midir?" diye sorduğumda uzun bir süre dalgın bir şekilde düşündü ve sonunda "Sevgi verip büyütendir" manasında bir şeyler söyledi.
Orada öylece, sessizce oturduk. Bir karmaşayı anlamaya çabalayan dört buçuk yaşında minik bir çocuk ve kendini onun yerine koyarak duygularını anlamaya çalışan yetişkin bir kadın...
Bir süre soruları, açıklamaları kesildi Ekim'in. Sonra bir gün dolmuşta yanındaki yaşlı adama açıklamada bulunma ihtiyacı hissetti..."Amca, biliyor musun beni annem doğurmamış, hastaneden almış!" Yaşlı adam ters ters bakıp yakınlarından duymadığı bir şekilde yanıtladı onu "sus kızım! Böyle şeyler söylenmez, ayıptır!"
Her şey yolunda aslında!
O günden sonra uzunca bir süre bu konuyu kimseyle konuşmadı Ekim. Ama televizyondaki evlatlık filmlerini de kaçırmaz oldu. Bu filmleri seyrederken sessiz sessiz ağlıyordu. Evcilik oyunlarında da hep bu konu işleniyordu.
Ve dostum bir sabah uyandığında onu baş ucunda kendisini üzüntü ile seyrederken buldu. "Anne, sizin de paranız biterse beni terk etmeyeceksiniz değil mi?" diye sorunca bir terapiste danışmanın uygun olacağına karar verdiler.
Onlara önerdiğim çocuk terapisti önce Ekim, sonra aile ile görüştü ve her şeyin yolunda olduğunu, Ekim'in ayakları yere basan mutlu bir çocuk olduğunu, kısa zamanda bu durumu kabulleneceğini, bu güne kadar çocuğa gösterdikleri tutumun çok doğru olduğunu, çocuğu kandırmak yerine sorduğunda gerçeği söylemelerinin, özellikle açıklamalarının bu yaşlarda olmasının çok isabetli olduğunu söyledi.
Sevildiğini bilmek
Ekim şimdi 15 yaşında. İhtiyaç duyduğunda hala aynı terapiste gidiyor. Evlat edinildiğini biliyor, ama onu çok seven bir anne ve babasının olduğunu da biliyor.
Belki bir gün biyolojik ailesini araştıracak, belki de bulacak. Ama dört buçuk yaşında söylediği gibi gerçek ailesinin " ona sevgi veren, onu büyütenler" olduğunu da bilecek...
Yazımı G. Dolan'ın minik bir hikayesi ile bitirmek istiyorum.
"Birinci sınıf öğrencileri bir aile hakkında tartışıyorlardı. Resimdeki küçük erkek çocuğun saç rengi ailenin diğer üyelerinin saç renginden farklıydı. Öğrencilerden biri o küçük erkek çocuğun evlat edinilmiş olduğunu ileri sürdü ve bunun üzerine bir kız öğrenci "Ben evlat edinilme konusunda her şeyi bilirim, çünkü ben evlatlığım" dedi.
Bir başka çocuk "Evlat edinilmek ne demektir?" diye sordu.Kız öğrenci şöyle yanıtladı onu "Annenin karnında değil, yüreğinde büyümüşsün demektir". (NH/BA)
* Neşe Hacısalihoğlu sosyal hizmet uzmanı