Eve iş verme, ev işçiliği dediğimiz bu tarz çalışma gittikçe yaygınlaşıyor ve buradan sermayenin kazandığı karlar katlanarak artıyor. Ancak son bir umut olarak bu işlere sarılan emekçilerin durumunda ise bir ekmeklik kazancın ötesine geçilemiyor.
Milyonlarca ev işçisi
Enformal çalışma tarzı olarak tanımlanan çoğunlukla kayıt dışı, sigortasız, sosyal güvencesiz, iş saatlerinin belirsiz olduğu çalışma alanına giren ev işçiliği - evde iş yapma faaliyeti bugün sayıları belli olmasa bile milyonlarla ifade edilecek bir çoğunluğun geçinme çabası haline geldi. Aynı büyüme dünya ülkelerinde de görülüyor.
Örneğin, "Resmi verilere göre 1996'da Filipinler'de enformal sektör işçilerinin yüzde 13.7'si ev işçisidir. Latin Amerika ülkelerinin giyim sektöründe de ev işçiliği çok yaygındır. 1992'de aktarıldığına göre Arjantin'in Buenos Aires kentinde imalat sektöründeki işçilerin yüzde 8'inin, Cordoba ve Rosario'da imalat sektöründeki işçilerin yüzde 10'u ev işçisi. 90'lı yıllarda Almanya, Hong Kong, İtalya, Japonya ve Meksika'da da enformal sektör içerisinde ev işçilerinin oranı ise yüzde 87 ile yüzde 93 arasında değişiyor.
AB'de 2 milyon
90'lı yılların ilk yarısında ev işçilerinin sayısı Avrupa Birliği'ne üye 15 ülkede toplam 2 milyon, Japonya'da ise 1 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Örneğin ev işçilerinin sayısı, Hindistan'da sadece bidi (bir tür yaprak sarması sigara) yapımında bile 2 milyon 250 bindir. Filipinler'de sadece giyim işinde 500 bin ev işçisi çalışıyor. Filipinler'in bütününde ise kendi hesabına çalışan ya da taşerona bağlı işçi konumunda çalışan toplam 5 ile 7 milyon ev işçisi olduğu tahmin ediliyor." (Ülkü Selçuk, Örgütsüzlerin Örgütlenmesi, Atölye Yay. 2002)
Yüzde 95'i kadın
Ülkemizde ise bu sayının ne kadar olduğu konusunda kesin veriler yok. Kapsamın saptanmasında önemli bir engel, evde iş yapan kadının kendisini işçi olarak görmemesi, yani sadece "ev hanımı" olarak tanımlaması. Kazak ören, penye temizleyen Gülsüm'ün "Kendini işçi olarak görüyor musun?" sorusuna verdiği yanıttaki gibi, "Hayır. Çünkü evdeyim, evde yapıyorum. Şimdi dışarıda yapsam işçi olurum" düşüncesi en baskın düşünce.
Yine 1999 DİE verilerine göre ev işçiliği yapanların yüzde 95'i kadın. Ev eksenli çalışmanın bir kadın işçi alanı olduğunu ve onun "açmazlarını" taşıdığını söylemek yanlış olmaz.
Zayıf, dağınık, örgütsüz
Çığ gibi büyüyen ev işçiliğinin bir diğer karakteristik özelliği onun enformal sektör işçiliğinde en zayıf, en savunmasız, en dağınık, en örgütsüz halka olması.
En zayıf, en savunmasız halka olmasının temel nedenlerinden biri, bu işi yapan kesimin çoğunlukla evine kapalı, dünyayı tanımayan ya da günlük yaşamını idame ettiremez hale gelen, sadece bir günlük ekmek parasını karşılayacak paraya bile razı hale gelen kadınlardan oluşması. Gerçekten de eve iş alan kadınlar bu işi çok düşük paralar karşılığında yapıyorlar.
Örneğimizdeki Gülsüm bir kazağı 2 günde örüyordu, karşılığında ise sadece 3 milyon alıyordu. Penye temizliğinde ise tanesi 25 bin liradan günde 100 penye temizleyebiliyordu: 2,5 milyon. 10 yıldır her tür ev içi işçiliği yapmış bir emekçi kadın bir günlüğüyle sadece ekmek parasını karşılayabiliyordu.
Oldukça yaygınlaşan, çok düşük maliyetli ev işçiliği, gittikçe kızışan rekabette, sunduğu avantajlı koşullarla sermayenin bir adım öne çıkmasını sağlıyor. Aynı şekilde gittikçe azalan kar marjları, kapitalizmin daha fazla enformal, kayıt dışı, şekilsiz istihdama kaydığını gösteriyor. Örneğin Latin Amerika ve Asya ülkelerinde enformal sektör, formal sektöre göre yüzde 60-70'leri bulan bir orana varmıştır. Enformal sektörün en karlı alanlarından olan ev işçiliği de sömürünün en alasını sunuyor sermayeye.
Böl ve yönet
İşyerlerinde yapılması gereken üretime ait bir bölüm, olduğu gibi dışarıya kaydırılarak, iş sürekliliği, garantisi, sigortası, belli bir ücret standardı olmadan evlere veriliyor. Üretim sürecinin parçalanarak dışarıya verilmesi, içeride istihdam edilmesi gereken işçi grubunu işinden ettiği gibi, onu dışarıda alan yoksul emekçiyi de parçalara bölüyor. Aynı işi yapan kadınlar, o işi veren aracıdan başka kimseyi tanımıyor, aynı işi yapan ikinci bir kadını dahi çoğu kez tanımıyor. Yaşadığı ortamda işi yapmaya devam eden işçi kadına sigorta, yemek, ücretin söz konusu edilmemesi de cabası.
İşyerindeki üretimin dışarıya kaydırılmasının, emekçi semtlere kaydırılmasının bir diğer nedeni hem kadın emeğinin ucuz emek niteliğinde oluşu hem de kadının hakkını aramada (özellikle ev işi yapan kadınların) daha zayıf olmasında yatıyor.
Sudan ucuz ev işçiliği
Gerçekten de eve iş alan kadınlara bakıldığında, pek çoğu yarı feodal-ataerkil kültür-gelenek cenderesini kıramamış, yaşından dolayı iş bulamayacak halde olan, kent yaşamına uyum sağlayamamış, vasıflı işgücü niteliği olmayan kadınlar olduğu görülüyor. Zaten dört duvar arasında yaşadığı için, dört duvarının arasına gelen iş, ücreti ne olursa olsun kendisine cazip geliyor. Tanımadığı, mücadele edemeyeceğini sandığı, varsa küçük çocuklarının bakımını yapabileceği bir işi ancak evinde yapabilir.
Ancak tam aynı nedenlerle yapılan şey "iş" ve "ücretli emek", yapan kişi-kadın da "işçi" statüsüne girmiyor. En başta kadınların kendisi tarafından böyle görülmüyor. Çünkü kendi evinde, süresini "kendi ayarlayabileceği" zamanlarda, alıp almamakta serbest olduğu bir işi yaptığını varsaydığı için, yaptığı iş bir fabrika işçisinden "farklıdır". Bu nedenle de kadınların hemen hepsi iş başına aldığı parayı yükseltmeyi, sağlık sorunlarının çözümünü aracıdan beklemeyi düşünmüyor. Zaten düşünmeye hali de yok. Çünkü bu yaptığı boğaz tokluğuna iş, işe göre ücret oranlamasıyla asgari ücret standardının çoğu kez yarısının bile altında olmasına karşın onun geçimi için.
Kadın evinde yiyecek ekmeği kalmadığında, küçük çocuğu varsa, eşi de izin vermiyorsa ilk olarak böyle bir çalışmaya razı olmak zorunda kalıyor ve sudan ucuz ev işçiliği başlıyor. Emek yoğun olarak günde 12-14 saate kadar, çoğunlukla çocuklarla birlikte yapılan iş, hem zorunluluklardan, hem mekanın fabrika değil de ev olmasından dolayı bir türlü hakların edinilebileceği, mücadele edilebilecek bir alan gibi görülmüyor. Bu nedenle de çok düşük ücretler evde çalışma sektöründe hiç yükselemiyor.
Yoksulluk kendini üretiyor
Gülsüm'e "Aldığın bu parayı ne yapıyorsun?" diye sorduğumuzda utanarak cevaplıyor: "Ne yapacağım, zaten aldığım ne ki, pazara gittim, bakkalın borcu vardı onu sildirdim."
Bundan daha fazlasını karşılamaya da yetmiyor zaten alınan ücretler. Kadınların ev işçiliğinde en fazla verdikleri refleks, utanma oluyor. Çünkü yapılan iş o kadar düşük bir ücret karşılığı yapılıyor ki, "Bunu yapan kadının gerçekten çok mağdur olmuş olması gerekiyor" diye düşündükleri için kadınlar, yaptıkları işi gizleme eğiliminde oluyorlar genellikle.
Ama kapanan çok sayıda işyeri göz önüne alındığında, yaşanan yoğun işsizlik ya da düşen ücretler, yaşamı, ama sadece günlük yaşamı kurtarmak için eve iş almayı zorunlu hale getiriyor. Ve hemen her emekçi ailesinin yaşamının bir döneminde mutlaka aldığı eve iş, daha da uzun süreli ve hatta kalıcı olarak yapılmaya devam ediliyor. Yani yoksulluk kendisini bir kere daha üretiyor. "Günde bir dolara yaşam"ın evdeki formülasyonu da bu oluyor.
Ismarlama çalışma
Eve iş almanın başka türleri de var. Ismarlama çalışma (dantel, nakış, işleme), birkaç kadının bir araya gelerek evin bir odasını atölyeye dönüştürdüğü ev çalışmaları sayılabilir. Ismarlama çalışma daha çok parça başı çalışma ücretini çok düşük bulan ya da taşrada oturan kadınlar tarafından uzun yıllardır yürütülüyor. Birkaç kadının ortaklaşa yaptığı iş ise daha çok büyük şehirlerin emekçi semtlerinde görülüyor. Günlük yemekler burada yeniliyor, çocuklar okuldan sonra bu atölyemsi yere geliyor, akşam 5'den sonra, akşam yemeğini hazırlayacak şekilde iş bırakılıyor, aracıyla seçilen bir kadın muhatap oluyor.
Dışa açılma değil, içe kapanma
Eve iş vermede kadının para kazandığı için güveninin arttığını, dış dünyaya açıldığını düşünenler var. Gülsüm de "İnsanın kendi kazandığı parasını harcaması başka oluyor" diyordu. Bu yanıyla azda olsa güvence sağladığı söylenebilir ancak dış dünyaya açılma gerekçesi doğru değil.
Dört duvar arasına getirilen iş, onun ev köleliğiyle birlikte yürüyor zaten. Ki yine ev çalışmasının tercih edilmesinin bir diğer nedeni de dış dünyadan korkma değil miydi? Gülsüm de kendisi gibi 2 aydır eve iş alan kadının da, 5 yıldır yapan kadının da ücrete itiraz etme, daha fazlasını isteme.. vb. konularında hiç farklı olmadığını, hatta daha kötü olduklarını ifade ediyordu. Yani bir yandan koca baskısıyla eve hapis olan çalışma, dört duvar arasında, kadının düşük eğitim düzeyiyle (yüzde 16 oranında okuma yazma bilmeyen kadın) pek bir değişimi ifade etmiyor.
"Tanımıyorum ki onları"
Kadın açısından bir çalışma-iş-işçilik kültürünü yaratmaya elvermeyen ev çalışması bu yönüyle çok büyük kazançlar da sağlıyor sermayeye. Çünkü iş sahipleri eve iş vermeyi mutlak artı değer sömürüsü kapasitesini alabildiğine genişletmek, üretimin talebe dönük yapısı içinde esneklik kazanmak yanında toplu mücadeleyi, sınıf dayanışmasını ve sendikalaşma çabalarını da engellemiş oluyor.
Fabrika ortamlarında işçilerin birbiriyle temasını engellemek için kırk takla atan, yemek saatlerini bile değiştiren patronlar için, işin en fazla üç kişiyle, o da sohbet ortamında parça başı yapılması yeğdir. Sendikalaşma, örgütlenme, temel hak ve kazanımların istenmesi, akla bile gelmiyor. Gülsüm'e soruyoruz, "Oraya gelen kadınlarla konuşup para miktarını artırma, sağlık problemleri olanlar için sigorta gibi şeyler aklınıza geliyor mu?" Cevabı; "Aklıma geliyor tabii ama yapmazlar" oluyor. "Neden, konuşmuyor musun?" deyince "Yok konuşmuyorum, tanımıyorum ki onları. Tanısan... Şimdi desen böyle böyle, olmuyor. Ev kadınları hiçbir şey istemiyor. Kimse bir şey demiyor. Para geliyor, harçlık oluyor diyor, başka bir şey demiyor" diye özetliyordu durumu.
Sınıf bilincinden uzak
Ev çalışması, ev kadınlığı denilen ücretsiz çalışmayla birlikte yürüdüğü için kadının gizli emeğinin ikinci kez sömürülmesi anlamını da taşıyor. Cinsiyetine bağlı olarak tıkıldığı ev cenderesinde dünya ile ilişkisini koparan, geleneksel değerlerde köktenci bir değişme yaratmayan bir süreç devam ettiği için de kadının bilinç durumunda pek bir gelişme sağlayan bir çalışma tarzı olmuyor.
Sürekliliği olmayan bir nitelik taşıması ise dar işçilik bilincini dahi baştan zaafa uğratan bir durum. Fabrika ortamında işçilerle birlikte sürekli bir üretim süreci içinde olmayan kadın, sınıf bilinci, işçi kültürü, işçilerin bir arada olup, birbirini geliştirdiği, patrona karşı ortak dayanışmayı yükselttikleri, ona karşı mücadele ettikleri süreçlerin dışında kalıyor. Ve işte bunlara bağlı olarak ev işçisi kadının bir işçi sınıfı bileşeni olarak örgütlenmesi oldukça uzun erimli bir çalışmayı gerektiriyor.
Yeni tip örgütlenme
Parça başı çalışma, esnek çalışma, evde çalışma, sözleşmeli-taşeron çalışma, part time çalışma... onlarca küçük parçaya bölünmüş bir üretim süreci ve işçi sınıfıyla karşı karşıyayız.
Evde çalışan kadın işçilerse işçi sınıfının enformal kesimdeki en dağınık, örgütsüz ve savunmasız ve sömürüye açık kesimlerini ifade ediyor. İşçiden bile sayılmayan bu kesimlerin sessizce ama çığ gibi büyüyen sayısı enformal sektöre ilişkin yeni tipte devrimci ve sendikal örgütlenmelerin aciliyetini ve odak noktalarını oluşturuyor.
Devrimci Proleterya dergisinin Şubat 2003 sayısından kısaltılarak yayınlanmıştır.