İktidarın ikilikler ve karşıtlıklar üretme ile gerilim üzerinden algı oluşturma tutumu yeni bir alana yönelmiş bulunuyor. Bu kez karşıtlıklar sahnesini, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının karşısına çıkarılan toplumsal cinsiyet adaleti kavramı oluşturuyor. Daha önce dolaşıma sokulan fıtrat kavramı, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı karşısında beklenen ağırlığı oluşturamayınca, içerik açısından olmasa da söz dizimi açısından muadil olmaya daha müsait görünen toplumsal cinsiyet adaleti kavramı gündeme geldi.
Kadınlara dair konularda, kadın hareketiyle/feministlerle karşıtlık/gerilim üzerinden ilişkilenme meselesi yeni değil. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, henüz başbakanlık koltuğundayken, KA.DER’in [Kadın Adayları Destekleme Derneği] kota taleplerine "Kusura bakmayın, mal mı ki bu, kota veriyorsun?" diye tepki göstermiş; ardından konuyu gündeme getirerek “Ruanda da bile kota var” diyen Hülya Gülbahar’a “Sen Ruanda mı olmak istiyorsun, buyur ol” yanıtını vermişti.
Belki de o zaman Hülya Gülbahar’ın ifade ettiği gibi bilgilenme eksikliği vardı ama kota talebinden, ticari mal kotası anlamı çıkarmanın gerisinde yaklaşım farkı da vardı. Nitekim ilerleyen yıllarda bu fark iyice su yüzüne çıktı ve 2015 itibariyle “Bu feminist falan var ya 'kadın Allah'ın emanetidir' deyince bize kızıyorlar'' aşamasına geldi. Muhtarlara yapılan konuşmada yer alan bu ifadede serzeniş ile öfkeyi bir arada okumak mümkün.
Kadınların da öfkelendiği zamanlar çok oldu. Mesela “Hanım kardeşlerim en az üç çocuk doğurun”, “her kürtaj bir Uludere’dir”, “kadın mıdır, kız mıdır”, “kadın ile erkek eşit değildir” dendiğinde ya da “Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu”, “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği” komisyonuna çevrildiğinde; “Kadın Bakanlığı” talep edilirken “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” kurulduğunda ya da “varsın onlar inadına mini etek dekolte desinler” cümlesi sarf edildiğinde ve daha pek çok zamanda…
Kadınların öfkesi anlaşılır nedenlerden. Bedenlerine, doğurganlıklarına, giyim kuşamlarına karışılmasın istiyorlar. Evde, işte, siyasette, sokakta, okuldaki eşitsizliklerin son bulmasını; bunun için hiç olmazsa iç hukukta bağlayıcı nitelik taşıyan CEDAW hükümlerine uygun bir söylemi ve pratiği talep ediyor; kadına yönelik şiddetin önlenmemesine, etkili bir şekilde soruşturulmamasına, cezalandırılmamasına isyan ediyorlar. Bu şiddeti doğuran ve besleyen toplumsal cinsiyet eşitsizliğine müsamaha gösterilmemesini bekliyorlar.
Öte yandan Cumhurbaşkanın, kadınların “emanet olarak korunma”ya karşı çıkmalarına öfkelenmesi de anlaşılmaz değil. Tabi kendi anlam evreni içinden bakınca. Öfkeleniyor çünkü onun ve uzun yıllar başbakanlığını yürüttüğü AKP iktidarının kadın politikalarına yol gösteren, kadınların yurttaşlığı, birey oluşları, eşitlik ve özgürlük talepleri ya da CEDAW hükümleri değil; esas olarak korumacı patriarka olmuştur. Bu nedenle kadınların korunacak emanetler olduğunu ifade ettiği için memnuniyet beklerken öfke ile karşılanmaktan yakınıyor.
Bu yaklaşım herhangi bir kişinin öznel görüşü olmayla sınırlı kalsaydı, kadın hareketini çok da ilgilendirmeyebilirdi ama ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından sergilendiğinde, herkesin hayatı üzerinde etkide bulunma potansiyeline kavuşuyor ve doğal olarak durum değişiyor.
Korumacı patriarka
AKP iktidarının kadınlara karşı korumacı patriarka tutumu içinde olması, kadınlar için bir şey yapılmadığı anlamına gelmiyor. Aksine AKP’nin seçmen kitlesinin önemli bir kısmının yoksul kadınlardan oluşmasına yol açan şeyler de yapıldı. Mesele şu ki, tüm bunlar, kadınları bağımsız bireyler olarak gören bir yerden değil, aileyi önceleyen ve kadını ancak aile içinde muhatap ve muteber gören bir bakışla yapıldı. Kadınlara, sadece aile bağlamında bir varoluşa ile kadın-erkek arasındaki hiyerarşik rol ve görev dağılımına itaat etme karşılığında, himaye vaat edildi. Bu beklenti ve vaat en etkili şekilde sosyal yardımlarda kendini hissettirdi. Mesela eşi vefat etmiş kadınlara maaş bağlanırken boşanmışlara bağlanmadı. (*)
Kadın hareketinin etkinliği
Öte yandan “bu feministler var ya…” yakınmasının gerisinde sadece gerilim yaratma ve ötekileştirme saiki değil, aynı zamanda feministlerin ve genel olarak kadın hareketinin gücü olsa gerek. Çünkü kadınlar her zaman gündem oluşturamasalar dahi oluşturulan gündemlere etkili bir şekilde müdahil olabiliyor, muhalefet edebiliyorlar. Yılmış ya da sinmiş değiller.
Bunun gerisinde, eksiklikleri, yetersizlikleri bir yana, 1980’li yıllardan bu yana varlığını etkili bir şekilde hissettirmeyi başarmış olmaları bulunuyor. Hatırı sayılır bir bilgi, birikim, mücadele deneyimi ve kurum yaratılmış durumda. Kürt kadınların sokakta ve siyasal alandaki etkinliği de, harekete ayrıca güç ve dinamizm kattı/katıyor. Kadınlar, aralarındaki farklara rağmen sonuç alıcı ortak çalışmalar yürüttüler. Küresel kadın hareketiyle bağlarını güçlendirdiler; BM gibi kurumlarda, hükümetten bağımsız örgütler olarak seslerini duyurmayı başardılar. Bu arada KA.DER’in kota talebi pariteye dönüştü ve şu an esprili bir kampanyayla sürüyor. (**)
Ad koyma meselesi
Sözün özü, iktidar, kadınları ikincil ve tabi kılmaya, sınırlandırmaya, denetlemeye yönelik her girişiminde kadın hareketinin muhalefeti ile karşılaşıyor. Onları kendi anlam evreni içine çekmede, bu evrenin kavramlarıyla mücadeleye zorlamada başarılı olabilmiş değil.
Kadınlar sadece sokaklarda değil akademide de, medyada da, hem entellektüel hem popüler düzlemde kendi sözlerini üretmeyi ve dolaşıma sokmayı başarabiliyorlar. Sorunlarının adını kendileri koyuyorlar. Cinayete cinayet, tecavüze tecavüz, kotaya kota, kadına kadın diyebiliyorlar.
Bu noktada iktidarın yapacağı şeylerden biri “mesele yokmuş” gibi davranma olabilirdi. Ancak ülkenin kadınlara dair yakıcı gündemi buna engel. Kadına yönelik şiddet katliam boyutuna ulaşmış bulunuyor. Dolayısıyla yokmuş gibi davranma olanağı yok, kadın hareketi ile karşılaşmalardan kaçınma olanağı da.
Hegemonya için yeni “kadın STK”lar, yeni kavramlar
İktidar, tam da bu aşamada, kadın hareketinin başka türlü kıramadığı gücünü kırma ve marjinalize edebilme amacıyla yeni bir strateji benimsemiş görünüyor
Bu yeni strateji ise kadın örgütlerinin ve feminist söylemin hegemonyasına karşı, benzer gündemlere sahip çıkan “sivil” kadın örgütlerinin kurulması ve akademik entelektüel alanda da kadın hareketinin kullandığı kavramların yerine ikame etmek üzere yeni kavramların türetilip tedavüle sokulması.
ASPB’nın ulusal ve uluslararası hemen hemen her etkinliğinde “kadın sivil toplum örgütü” sıfatıyla yer alan Kadın ve Demokrasi Derneği'ni (KADEM) ve “yeni kavramların üretilmesi”ne odaklanan akademik entelektüel faaliyetlerini bu bağlamda değerlendirmek mümkün.
KADEM’in Mart ayında düzenlediği “Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi” için duyurduğu akademik bildiri çağrısındaki ifadeler bu saptamayı doğrular nitelikte:
“…Ülkemizde kadının toplumsal, akademik, siyasal, ekonomik ve sosyal yaşamdaki yeri ve statüsü konusuna 'toplumsal cinsiyet adaleti' kavramı çerçevesinde farklı bakış açıları getirilmesi planlanmaktadır. Bu sebeple, kongrede sunulmaya değer bulunan bildirilerin; alışıla gelmiş söylemlerin ötesinde, mevcut akademik yazında ağırlıklı olarak yer alan toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının kadın haklarını koruma noktasında geldiği durumu ve toplumsal cinsiyet meselesine eşitlik merkezli bakan egemen söylemin ötesinde, eşitliği içkin adalet merkezli bir yaklaşımın sağladığı imkan ve kısıtları da tartışmaya açmaktadır.''
Kongrenin sonuç bildirisinde de yeni kavramlara yapılan vurgu vardı:
“Önergede sunulmaya değer bulunan bildiriler; egemen söylemlerin ötesinde, mevcut akademik yazında şimdiye kadar belirleyici olan cinsiyet eşitliğinin tarihsel ve kavramsal planda sorgulamış ve adalet merkezli bir yaklaşımın sağlayacağı imkan ve kısıtları da tartışmaya açmıştır.”
KADEM’in “İslam STK’ları Birliği” tarafından organize edilen II. Uluslararası Aile Konferansında düzenlediği, “Aile ve Kadın Erkek Arasında Adalet Çalıştayı”nın sonuç raporu ise bu yeni kavramın altının nasıl doldurulacağı açısından fikir vericiydi. Raporda yer alan maddelerin ilki şöyle:
“Klasik eşitlikçi feminist yaklaşımların yerine, İslam’ın kadın ve erkeğe insan cihetinden bakan, işlevsel bir yaklaşımla kadın ve erkeğe görev taksimi yaparak yapabilecekleri işler bakımından fark gözeten, kadın ve erkeği birbirini dengeleyen ve tamamlayan bir bütün olarak ele alan yaklaşımının öncelenmesi gerekmektedir. KADEM tarafından öne sürülen “cinsiyet adaleti” kavramı, içeriğini ilahi kelamın kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan ve dengeleyen iki parça olarak görmesinden almaktadır.”
Diğer maddeler özetle İslamın, kadınların lehine olacak şekilde yorumlanabileceği ve yorumlanması gerektiğini ifade ediyor. Aslında, İslamın kadınların lehine yorumlanması gereği çok önemli ve takdir edilmesi, desteklenmesi gereken bir şey.
Ancak bunların ifade edildiği organizasyonun sahibi herhangi bir dernek değil, ASPB’nın ulusal ve uluslararası düzlemlerde yakın mesaide olduğu-olacağı “kadın STK”sı KADEM. KADEM’in faaliyet alanı da raporlarda açıkça ifade edildiği gibi kadın hareketinin, feminist hareketin bugüne değin yarattığı birikimin içini boşaltmak, etkisizleştirmek, yeni ve korumacı partirarkayla uyumlu yeni bir hegamonik söylemi olanaklı kılmak.
Kadın hareketinin stratejisi?
Dolayısıyla gelinen bu yeni aşamada kadın hareketi bileşenleri açısından da kendi aralarında bir tartışma- değerlendirme sürecine ihtiyaç duyulduğundan söz etmek mümkün. Böyle bir tartışmanın kategorik bir “AKP-Erdoğan karşıtlığı” üzerinden yürütülmemesi gerekir fakat öte yandan da “herkesle birlikte yürünebilir” şeklindeki liberal yaklaşımın risklerine de dikkat etmekte fayda var.
Zira kategorik karşıtlıklar üzerinden söz üretmek, hayata kendi gündemiyle müdahale etmekten uzak, bağımlı-tepkisel bir yaklaşım olmanın ötesinde geçmiyor. Liberal yaklaşımın ise feminizme ve kadın hareketine karşı başlatılan yeni stratejik hamlesinde, iktidarın ve korumacı patriarkanın yedeğine düşme riski mevcut. İkincinin vebalinin ilkinden daha büyük olacağına kuşku yok.
Bu iki ucun ötesine geçen bir yaklaşım geliştirme sorumluluğu, ne sadece sokakların, ne sadece feminist entelektüellerin ve akademinin, ne de kadın hareketinin tek bir bileşeninin. Hepsinin, hepimizin. Hem de vakit geçirmeden. (HÇ/ÇT)
(*) Bizi bu örnekten haberdar ettikleri için Şemsa Özar ve Burcu Yakut Çınar’a teşekkürler.
(**) Kampanya afişi için bakınız.