Popstar deyince aklınıza muhtemelen Tarkan, ya da daha gençseniz belki Edis geliyor olmalı. Halbuki Erol Evgin çok büyük bir popstar. Tıpkı kendisi ile birlikte 1940’larda doğan ve artık aramızda olmayan Barış Manço, Cem Karaca ve hatta Kayahan gibi.
Yine aynı kuşaktan ve hayatta olan, onunla aynı dönemlerde şöhretin doruklarında ve gazino sahnelerinde gezinmiş Neco ve Selçuk Ural’ın aksine hala albüm yapıyor ve büyük konserler verebiliyor.
Bu anlamda Evgin’in tek dengi, yine hemen hemen aynı yaşlarda olduğu, benzer sürelerdir albüm yaptığı, gazino sahnelerinde beraber program da yapmışlıkları olan (bakınız: fotoğraf), yine kendi paralel evrenlerinde yıllarca tiyatro-müzikal-kabare yapmış, konserleri de hep ilgi gören “gururumuz” Ajda Pekkan.
Ajda Pekkan, Erol Evgin’in 50. Sanat yılını kutlamak için piyasaya çıkardığı Altın Düetler 2 isimli albümün onur konuğu. Beraber söyledikleri eser de, Çiğdem Talu-Melih Kibar müzikal ortaklığının en güçlü, en etkili şarkılarından biri olan ve çok güzel bir hikayesinin de olduğu İçimdeki Fırtına.
Evgin’in ilk düet albümü 2016’da çıktığında da gözler kulaklar hem Pekkan’ı hem de bu şarkıyı aramış, niye yoklar diye söylenip durmuştuk.
Bu ilk albüm de, daha önce Nilüfer’in yaptığı türde bir “best of-düetler” denemesiydi.
Yineleme pahasına: Erol Evgin çok büyük bir popstar. Ama bunun da ötesinde, hem müzisyenler-şarkıcılar hem de halk nezdinde çok saygın bir figür. 50 yıllık kariyerinin çok kısa bir dönemini paylaştığı Tunç-Kibar ile ürettiği şarkılar da her şarkıcının iştahını kabartan, söylemekten çok zevk alınan sözler ve melodiler. Dolayısıyla, bu ilk albüm için formüldeki her şey fazlasıyla mevcuttu.
Haliyle, gözler bu şartlarda en merak edilecek şey olan kadroya çevrilmişti: Evet Pekkan yoktu belki ama Erol Evgin’in aslında farklı mecralarda en uzun süreli partneri olmuş, yıllarca sahneyi paylaştığı Nükhet Duru; böyle karma albümlere en büyük sembolik ağırlığı sağlayan Sezen Aksu; proje albümlerinde pek sık rastlanmayan Emel Sayın vardı. Ayrıca Zuhal Olcay, Candan Erçetin, Göksel, Aşkın Nur Yengi, Hande Yener gibi tecrübeli ve kendi janrlarının en önde gelen isimleri de mevcuttu hem.
Ama, hepimizin iyi hatırladığı gibi asıl kıyamet, Sezen Aksu’nun Erol Evgin’e yıllar önce verdiği ve kaybolup gitmiş, kimsenin hatırlamadığı Ateşle Oynama adlı şarkıyı, Evgin ile beraber gerçekten de ateş gibi söyleyen Sıla’nın varlığıyla koptu. Hem Sıla’nın kendi kuşağının (en azından o senenin) en gözde ismi olması, hem bu şarkıya çok uygun düşen “light arabesk” ve baskın icrası, hem o sene ikisinin birden demeçleriyle siyasetçilerin hedef tahtasına konmaları sebebiyle insanların da bu iki ismi her zamankinden de fazla sahiplenmesiyle, klibi bile olmadan yüz milyonlarca kere izlenmiş, Evgin’e çok sayıda albüm sattırmıştı.
Kuvvetle muhtemeldir ki bu büyük başarı, Erol Evgin’i Altın Düetler 2 denemesi için teşvik etmiş olsun.
Evgin, evet büyük bir popstar ama kariyeri kimselere benzemiyor. 1969’da, ilk 45’liği, kendi yazdığı sözlerle aranjman şarkılar Sen/Eski Günler çıkıyor. 1975’te çıkan Gel De Yanma’ya kadar, her sene kendi halinde, pek ses getirmeyen 45’likler yayınlamaya devam ediyor.
Büyük patlama ise 1976’da gerçekleşiyor. Bir yüzünde İşte Öyle Bir Şey, öbür yüzünde Sevdan Olmasa olan 45’lik, Türkçe sözlü pop müzikte bir eşiğin aşılmasına, bir dönemin kapanmasına vesile oluyor adeta. Evgin-Talu-Kibar ekibi, ki kendilerinden hemen sonra oluşacak Nükhet Duru-Mehmet Teoman-Cenk Taşkan ekibi ile 70’lerin ikinci yarısını domine ederek, tam yol seyreden aranjman akımına sert bir çelme takıp, “buranın ezgilerine yazılmış sözler” ile de başarılı olunabileceğini kanıtlıyorlar. Hem ne başarı!
77’de bu şarkıların da içinde olduğu İşte Öyle Bir Şey isimli uzunçalar, 78’de İçimdeki Fırtına/Yine de Güzeldir Yaşamak 45’liği, hemen ardından Erol Evgin ’79 albümü ve içindeki klasikleşmiş Aldım Başımı Gidiyorum ve Bir de Bana Sor, 1980’de çıkan Erol Evgin ve Renkli Dünyası adlı yapım ve içindeki Rüya ile Bir Bakışın Yetti, aynı yıl çıkan Hisseli Harikalar Dünyası müzikalinin plağından Hep Böyle Kal ve Söyle Canım geliyor. İşte Erol Evgin’in popstarlığının renkli ve resimli bir özeti. Her biri başyapıt statüsündeki bu eşsiz şarkılar ve onlara yaklaşan diğerleri...
Çiğdem Talu, henüz Melih Kibar’sızken (ki Söz: Çiğdem Talu diye bir karma albüm de vardır, bu dönemde yazdığı şarkılardan oluşan) Nilüfer, Ajda Pekkan, Yeliz, Seyyal Taner ve Füsun Önal gibi günün en büyük isimlerine söz yazıyordu. Melih Kibar’la olan döneminde de başka şarkıcılara, örneğin Füsun Önal’a (Bunlar da Geçer), Rezzan Yücel’e (Bu Gece) ve Seyyal Taner’e (Gülme Komşuna) çok güzel şarkılar vermişlerdi. Erol Evgin ile çalışmayı bıraktıkları zaman aralığında da Zerrin Özer’e (Seni Seviyorum, Her Şey Seninle Güzel) katkıda bulunmuş ve Nükhet Duru’ya bütün bir plak yapmışlardı (içinde Oysa Șimdi, Kazandım ve Söyletme Beni’nin olduğu 1982 tarihli Aşıksam Ne Fark Eder). Zaten Çiğdem Talu’yu 1983 yılında kaybettik.
Erol Evgin 80-84 arası albüm yapmıyor, müzikallerde ve filmlerde oynuyordu. 84-90 döneminde de, yine ses getirmeyen, arada çoksesli alaturka müziğe göz kırpan, her şeyin ağırlaştığı ve darbe-sonrası TRT’sinin demode kanunlarının hayatlarımızı kararttığı o sevimsiz yıllarda “aman denetimden geçmezse mahvoluruz” korkusuyla hazırlanmış sıradan yapımlarda boy gösteriyordu. O zamanlardan belki Bir Sevgi İstiyorum, Bir İlkbahar Sabahı ve (kendi bestesi) Dilara gibi şarkılar, keskin hafızalarda hala yaşıyor. Çoğunluk içinse, bu boş bir sayfa.
Yıl 1991. Pop yeniden patlamış. Erol Evgin hem eski şarkılarını yeniden söyleme rüzgârını, hem TRT’nin çöken hegemonyasının doğurduğu imkânları hem de yakın dostu Sezen Aksu’nun kendisine verdiği ikisi çok sağlam toplam dört bestesini arkasına alıp yeni bir albüm yapıyor ancak yine olmuyor. Müzikal geçmişinde bundan sonra kendi bestelerinden ya da Sezen Aksu şarkılarından mürekkep bir kaç albüm daha geliyor ancak yine hiç biri etkili olmuyor.
Bu noktada, çok akıllıca bir şey yapıp, efsaneleşmiş, klasikleşmiş eserlerini orijinal halleriyle iki albüm halinde yayınlayarak hem her yeniden söylemede dejenere olan şarkıları asıl hallerine döndürüyor, hem de yerini, kim olduğunu hatırlatıyor, sağlamlaştırıyor, görece genç bir yasta ve kısa bir donemde başardıklarını bir kez daha belgeliyordu.
Hatta bu iki best of albüm yüzünden, Altın Düetler 1 çıktığında pek çok insan tepkili ve bıkkın yorumlar yapıyordu. Çünkü bu şarkıları zaten herkes biliyor ve (artık) zaten hatırlıyordu. Evgin’i bu kısırdöngüden uzaklaştıran, sıfır eser etkisiyle mucizevi Sıla düetiydi. Ateşle Oynama, Evgin’in kariyerini ne zamandır içinde donduğu buzdolabından çıkarmakla kalmıyor, kendisine adıyla sanıyla tam 36 sene sonra her yerde çalan, herkesin kendince mırıldandığı bir hit hediye ediyordu.
Erol Evgin’in popstarlığı biraz da bu yüzden eşsiz. Az sayıda dillere düşmüş şarkısı var ve bunların hepsini 40 yıl önce, bir kaç yıllık bir zamanda, bir kaç albümlük bir pencerede yapmış. Sonraki denemelerinde beklediğini hiç bulamamış. Ama hep göz önünde olmayı başarmış, işsiz kalmamış, hem müzikallerde hem farklı TV prodüksiyonlarında aranan bir isim olagelmiş bir figür.
Sırrı da belki kendini hiç bozmamasında. Sürekli çalışmasına ve göz önünde olmasına rağmen, bize ihanet ettiğini düşündürecek, kimliğini aşındıracak, itinayla taşıdığı olgun ve beyefendi, romantik ve tutkulu, espritüel ve kibar erkekliğini zedeleyecek, çizecek hiç bir hale girmemiş, bürünmemiş olmasında, ilerleyen yaşına rağmen fiziksel görünümünü ve hiç bir zaman çok kuvvetli olmamış sesini muhafaza edebilme kabiliyetinde.
“İmaj her şeydir” şiarını, postmodern kolajlar ve simülasyon çağından çok önce fark eden, kendini hep buna göre konumlandıran, acele etmeyen, telaş etmeyen, harekete geçmesi gereken ya da geri çekilmesi gereken zamanı bilen biri Evgin.
İstanbullu, Modalı, laik, çağdaş, modern. Temsil ve hitap ettiği değerler ve anlam dünyaları belli. (Hadi karşı demeyelim) öbür mahalleye yayın yapmak için, frekansıyla hiç oynamamış. Değişen şartlara, dönüşen Türkiye’ye ve diğer her şeye rağmen.
Her sene çok tutan bir albüm yapmak ya da yüzlerce hit şarkıya imza atmak da bir stratejidir, sürdürmesi çok zor da olsa, Türkiye’de de dünyada da muhtelif örnekleri var.
Ama otuz kusur yıl ortalığı yıkıp geçen bir eser çıkaramayan, dile düşmeyen, çok satmayan bir şarkıcının, çok kısıtlı ve kitlelere ulaşmayan yeni üretimle yıllarca ayakta kalabilmesi, en büyük konser alanlarını düzenli olarak doldurabilmesi, bunun yanında mesela 10 yıl aynı barda her hafta program yapabilmesi, gerçekten meşakkatli ve nadir rastlanan bir kendini ve ilgiyi-sevgiyi okuma ve yönetme becerisi demek.
Bütün bu “yapı” ışığında ve (dile kolay) 50. yıl albümü olarak karşımıza çıkan Altın Düetler 2 bize ne vaat ediyor peki?
En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, olmamış. Bu işlerle ilgili herkesten de benzer yorumlar duydum: İskender Paydaş’ın düzenlemeleri, zaten çoğu pek de güçlü olmayan bu şarkılara epeyce zarar vermiş. Alakasız sentetik ritimler ve amatör altyapılar, ne Evgin’in 50 yılına yakışmış ne de katılan solistlerin çoğunun performansına ya da kalitesine.
Keşke, örneğin Volga Tamöz’ün Nilüfer’in Yeniden Yeni Yine albümünde yaptığı gibi, canlı çalınmış sazlarla daha zengin, daha akustik hatta yer yer daha pop-caz bir hava yaratılsaymış. Bu haliyle, bir dönem herkesin “çok tutuyor” diye yaptırttığı ve bugün kimsenin duymak bile istemediği o meşum Garo Mafyan 90’lar rüzgârı gibi kalmış. İşin kötüsü, bu tutmaz da.
Evet doğru, herkes İçimdeki Fırtına’yı ve Ajda Pekkan’ı bekliyordu. Ama beklediğimiz bu muydu, beklentilerimiz ne kadar karşılandı ondan emin değilim. Kötü ritmi ve olmayan orkestrasyonu duymamayı başarsak bile, acaba bir tık daha serbest kalan, özgürce akan bir Pekkan bulmak istemez miydik? Sanki kendini durdurmuş ya da frenlenmiş gibi. Elbette müzik dünyasının bugününün ve bu albümün ortalamasının çok üzerinde bir şarkı olmuş. Ama bu düetin haberini aldığımızda tahayyül ettiğimiz versiyon bundan çok daha canlı ve tutkulu, çok daha zorlayıcı, eserin ruhuna çok daha uygun coşkunluktaydı...
Bütün bu yapımın zirve noktası ise Demet Sağıroğlu düeti Yeter. Tıpkı Ateşle Oynama gibi unutulmuş bir Sezen Aksu bestesi bu da. Demet, geneli oldukça kötü olan Kayahan’ın En İyileri 1’deki şahane Nartanem yorumuyla olduğu gibi, burada da geriden gelip herkesin önüne geçiyor ve ipi göğüslüyor. Zaten ne sesinin renginin özgünlüğüne, ne yorumculuğunun yüksek kalitesine kimse söz söyleyemez. Hem Yeter, çok güzel bir şarkıdır, daha sakin Erol Evgin versiyonu da iyiydi, çok daha “yırtık” Yıldız Tilbe darknet versiyonu da insanın içine işliyordu. Burada hem “classy” hem de öfkeli, tutkulu hava çok dengeli olmuş. Evgin ile Sağıroğlu’nun sesleri birbirine öyle denk gelmiş ki, keşke bütün albümü bu ikili söyleseymiş dememek mümkün değil.
Burası belki yeri değil ama, Demet Sağıroğlu keşke böyle şarkılardan oluşan bir albüm yapsa da artık doya doya dinlesek, hayatlarımız geçiyor!
Albümde başka ne var? Ziynet Sali ile söylenen Etme Eyleme ve Funda Arar ile Deli Divane düetleri gayet hoş. Hem sesler uyumlu, hem şarkılar elbette iyi. Deniz Seki de aslında 1985’ten kalma Bir İlkbahar Sabahı için uygun bir seçim ama düzenleme o kadar kötü ki, eskilerin tabiriyle tahammülfersa...
Sonra mütevazi bir “alternatif pop” açılımı geliyor: Ceylan Ertem ile söylenen Sitem ve Kalben ile Bizim Tango. Bu şarkılar zaten güçlü değil, sesler de sanki birbirinden çok farklı ve birbirine konuşmayan dünyaları imliyor gibi.
Zara, ki bu albümün tek alaturka ismi, Evgin’in daha önce plakta Yeliz ve 2005’teki Melih Kibar konserinin kaydında Nükhet Duru ile söylediği muhteşem Bir Bakışın Yetti için kötü bir seçim de değil belki. Ama burada da ciddi bir tahmin edilebilirlik problemi olmuş, hiç dinlemeden ne olduğunu biliyorsunuz. Keşke bu şarkıyı örneğin Ceylan Ertem ile kaydetselermiş; belki biraz olsun ters köşe olurduk.
Tüm Bir Yaşam, iki olgun, demlenmiş seste çok anlamlı ve kalıcı olurdu. Atiye ile maalesef hiç olmamış—ki, onun elinden geleni yaptığı belli. Burada baba-kız düeti gibi tınlıyor. Bunun bir derece daha kötüsü ise elbette Nil Karaibrahimgil. Şarkı söylemesi her zamanki gibi çocuksu ve lezzetsiz. Sakil duran, yabancılaştırıcı ve bağlam-dışı bir düet olmuş bu. Hiç yokmuş gibi yapmak en iyisi.
Erol Evgin’in sunduğu bir yarışmada çocuk yaşta şöhret kazanan Şebnem Keskin ile yapılan düetin de bir cazibesi yok, gerçi çocuk gibi söylememesi büyük bir artı tabi. Seni Sevmek İbadetim’in, Evgin dahil kimseye bir faydası olmamıştır bugüne kadar; burada da işlevsiz.
Bir de aslında oyuncu olan Farah Zeynep Abdullah var. Her zaman oyunculara şarkı söyletmeye ve bunu dinlemeye meraklı bir kitle olur nedense. Bu işbirliği de o anlamda bir hoşluk, bir sürpriz olsun diye konmuş muhtemelen.
Kibarca söylemek gerekirse, hem bu şarkıların hem Evgin’e eşlik eden değerli isimlerin hem de (ve özellikle de) düzenlemelerin ilk albümün hayli gerisinde kaldığı, sönük bir yapım bu.
Erol Evgin, bu konuda konuşmaya başladığı günden beri düet yapacağı şarkıcılar arasında Kibariye’yi de sayıyordu. Bu projelendirme-düetleme dünyasında en “underrated”, kadri kıymeti bilinmemiş ses de Kibariye’dir hem. Ne çıldırmış sairler bir araya gelip kendisine hak ettiği türde bir iş yaptı bugüne kadar ne de dev egolu, çok yaratıcı yapımcılar. Ama sakin yorumculukla agresif söylemenin iki ustasını bir şarkıda dinlemek, bu albümün kesinlikle en heyecan verici unsuru olurdu. Acaba hangi şarkıydı konuşulan, belki de kayıt edilen, ne oldu, niye olmadı, kim bilir?
Fakat hevesimizi kursağımızda bırakan Kibariye sürprizinden başka Ayşegül Aldinç, Nilüfer, Yeliz gibi “sesi sesine, huyu huyuna” denk isimlerin, ben pek etkilenmesem de Sertab Erener gibi kozların yokluğu da albümün elini zayıflatıyor. Peki Evgin’in 80’lerde hit olmaya en çok yaklaşan, bu albümdeki bazı şarkılardan da çok daha melodik ve akılda kalıcı olan Dilara nerede?
Olmayacağını bilsem de, acaba Erol Evgin bizi şaşırtır, örneğin Talu-Kibar şarkılarından kendisine gelmeyen bir kaç tanesini bu albüm şerefine söyler mi diye de içimden geçirmiştim, mesela Söyletme Beni’yi ya da Her Şey Seninle Güzel’i. Ne yazık ki, böyle bir sürpriz de yok.
Yıllar önce bir tekstil firması, moda kendin gibi olmaktır tarzı bir sloganla kıymetli şarkıcıları, sosyologları ve diğerlerini reklamında oynatmıştı. Her dem değişime direnen ve hep yeniden moda olmayı bekleyen Erol Evgin, bu sloganın ete kemiğe burunmuş hali gibi. Muhtemelen benim burada bahsettiğim ya da atladığım (ama aklımdan gecen) ihtimaller ve denemeleri düşünmüş, ölçmüş biçmiş, hesaplamış ve kendisine en uygun (ama hep “risksiz” ve “güvenli”) yolu seçmiştir. Bu albüm de belki satar, konserleri zaten mutlaka dolar ve yıl sonunda da kendisi “tecrübe her zaman kazanır” der. Ben ve benim gibiler de gerçekleşmeyen ihtimalleri, yapılmayan denemeleri, bulamadığımız sürprizleri düşünür durur, böyle mutlu oluruz. (CÖ/EKN)
* Erol Evgin / Altın Düetler 2 / Erol Evgin Prodüksiyon