ÖNCE Böyle bir yazı yazmak için çok bekledim. İçinde barışa yakarış geçen yazılar yazarken, hep umudumu korudum. “O gün gelecek” diyordum. Bir gün gelecek ve ben “barış kapıda” yazacağım. Hepimiz mutlu olacağız. Türk-Kürt ayırt etmeden, bu topraklarda nefes alan her kim varsa. Çünkü herkes barış ister içten içe. Özünde iyidir ya insan. Öz, iyidir.
SONRA 21 Mart günü Diyarbakır’da Pervin Buldan elindeki mektubu okurken, ben “neden Kürtçe bilmiyorum ki!” diye hayıflanıyordum. Savaşı bitirebilecek bir mektup okunuyordu ve ben anlamıyordum. Yıllarca aynı coğrafyayı paylaştığımız insanların diline yabancı fakat ekmeğini başka bir “yabancı dil”den çıkaran biri olarak. Kendime kızsam da mutluydum. Özümde iyilik var sanırım. İnsanım, barış istiyorum çünkü. Sırrı Süreyya Önder aldı sonra mikrofonu eline. Benim de anladığım dilde okudu mektubu. Basit kelimelerle anlatayım. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Aynen böyle oldu.
--- Eklenecek onlarca detay var aslında. Mesela ben bu ‘tarihi an’ı hayat tv’den izledim. Çünkü memleketin en önemli olayını memleketin adı en büyük (!) kanalları göstermiyordu. Bir şekilde yayın yapan kanallar ise mektubu sansürlüyorlardı. BirGün’den Ümit Alan’ın şahane yorumuyla “Sırrı Süreyya Önder'in okuduğu mektup, kanallarda Eyüp Can, Cengiz Çandar, Avni Özgürel gibi isimler tarafından Türkçe'den Türkçe'ye çevrildi”. Bazı kanallar öğle kuşağında yayımladıkları çok önemli dizileri kesemediler bile. Gerek yoktu! Uzatmayayım. Gerek , hakikaten, yok! ---
Mektuplar okundu, alkışlar duyuldu, ıslıklar çalındı. Baharın gerçekten gelişiydi o an benim için. Bahar mektupla gelmişti. Çiçekler o an tomurcuklarından fırlamış, güneşe dönmüşlerdi yüzlerini.
Her baharda olduğu gibi inatçı yağmurlar bekliyordum, geldiler. İçişleri Bakanı yapması gereken(!) açıklamayı yaptı, ardından çeşitli yetkililer “bayrak” yorumları yaptı, savaşa devam zihniyetindeki muhalefet “komik” bulduğum eylemler gerçekleştirdiler. Ben bekledim. Biraz geçsin “barış da bahar da kapıda” yazayım istedim.
ŞİMDİ ne mi oluyor? Şaşkınlık içerisinde etrafa bakınmaktayım. Başka yerlerde başka konularda hak, hukuk, adalet, özgürlük diye büyük laflar eden insanların savaş çığırtkanlığı yapmalarını izliyorum. Sanki birileri kartondan “Devlet Bahçeli” maskesi yaptırıp, tüm yurda bedava dağıtmış da herkes elinde halat, dilinde “zamanı gelecek” sloganlarıyla dolaşıyor. Memlekette “aydın” diye bilinen koca koca yazarlar, profesörler sırf AKP’ye muhalefet olmak için barışı erteleyecek – ama yok edemeyecek- adımlar atıyorlar.
Dahası bir “Akil Adamlar” tartışması almış başını gidiyor. Efendim neymiş “neden adamlar” diyormuşuz. “Kadınlar” deseymişiz. Ya da “Akil” de ne demekmiş? Bu mudur yani tek sorunumuz? Sürece elbette kadınlar dahil edilmeli ya da “akil adamlar” ifadesi cinsiyetçi bir ifade, ikisine de tamam. Ancak bu kadar önemli bir dönemde, barışa bu kadar yakınken tartışılacak şey mi bu? Değiştirirsiniz adını, olur biter. Buna mesai harcamanın, ivedilikle çözülmesi gereken onca mesele varken buna nefes tüketmenin ne anlamı var? Herkese neler oluyor? Ya da bana neler oluyor? Şu son birkaç günde ‘yeterince “feminist” değil miyim acaba’ diye sorgulamaya başladım kendimi.
Yıllardır beklediğimiz gün bu kadar kapıdayken, “Akil Adamlar Komisyonu”nun adına takılmıyor olmam –yoksa- neden?
Neredeyim bilemiyorum. Bir yerlerde bir yanlışlık var. İnsanların özüne bir şey kaçmış.
Özümüzde iyiydik ya biz! Barış gelsin diyorduk tüm dünyaya. Ne oldu yeni yıl dileklerimize? Tüm dünya için barış, özgürlük, adalet dileyenler neden Kürtlerle Türkler barışacakken bu kadar tedirginler. Boş laf mıydı söyledikleriniz hep?
Aklımda hep aynı sözler, kulaklarımda aynı ses. Ne güzel söylerdi Ahmet Kaya.
“Konuşurken solcusun /yaşarken karambolcusun
Oportunizme bulaşmış /Tipik bir orta yolcususun”
Olsaydı da, gene söyleseydi.
“Artık rol yapmayı bırak, sen bir entel magandasın.”
GELECEK Bahar da, barış da… (SK/HK)