Huban Korman’dan Cumhuriyet’in 100. yılına özel, neşeli, muzip ve rengârenk bir resimli öykü “Ne Gündü Ama!” Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.
Yaşadığı yerden memnun olmayan ve canı sıkılanların dünyasını, bir çocuğu gözünden aktaran kitap, çevresinde olup bitenleri, güzellikleri, mucizeleri göremeyenlere eğlenceli bir öykü anlatıyor.
Korman yeni kitabını bianet'e anlattı.
Çocuk ve gençlik edebiyatında yer etmiş, klasikleşmiş kitapların kapaklarını ya da resimlerini yapan bir Huban Korman olarak tanıyoruz sizi… Şimdi sıra yazar Huban Korman’da. Yazmaya nasıl karar verdiniz?
Çocukluğumla ilgili bir anımı anlatıyordum. Bu işlerle çok ilgili, sevgili dostlarımdan biri, “Aynen anlattığın gibi yazsana” dedi... Bu çocukluk anımla başladım resimli öykü kitabı yazma serüvenime. Tüm dostlarım bu süreçte çok desteklediler beni, sağ olsunlar. Her zaman yazmaya çok meyilliydim. Hep günlük tuttum, hatta hava durumu günlükleri, rüya günlüklerim oldu. Sevgili Oruç Aruoba özellikle hava durumu günlükleri ile ilgili çok destekledi beni!). Çok uluslu ajanslarda, kreatif gruplarda çalıştım. Yazmak nedir, kurgu nedir, her gün, 24 saat hep hayatımın içindeydi. Bu çalışmalar film oldu, ilan oldu. Yazmak aslında yabancı olduğum bir alan değildi. Ama yine de yazdığım bir şeyin yayınlanmış olması fikri bana imkânsızmış gibi gelirdi. Çünkü yazarlar yazar, ben de çizerim dedim hep. Her şeyin bir zamanı vardır denir ya. O da bu günmüş demek ki…
Cumhuriyet’in tam da 100. yılında çocuklarla böylesine anlamlı bir resimli öykü paylaşmak nasıl bir duygu?
Yayınlanmış ilk resimli kitabımın Günışığı Kitaplığı’ndan çıkması ve Cumhuriyet’in 100. yılı anısına olması benim için apayrı bir kutlama oldu. Ne mutlu bana!
Kitabınızdaki resimlerde, bir vapurda seyahat eden yüzleri görüyoruz… Bu vapurun ve gördüğümüz farklı yüzlerin bir anlamı, önemi var mıdır sizde?
Olmaz olur mu? Bu yazma çizme yolculuğunda ilk pencerede Virginia Woolf var. Çok sevdiğim bir yazar. Kişiliğini ve yazdıklarını çok seviyorum… İlk yolcum o oldu. Onun yanına çok sevdiğim bir arkadaşımı ekledim, birlikte binbir proje düşünüp çalıştığım neşe dolu çok yaratıcı, üretken bir dost; Erol Batislam. Pencerelerden bir diğerinde ise benim yolculuğumdaki en önemli kişilerin başında sevgili oğlum Mehmet, hemen yanı başındaki ise Mehmet’in eşi İrem.
Mekânlar da önemli benim için. Şu an oturduğum evin, ki bu aile 180 yıl civarı aynı yerde oturuyor, arka planda boğaz manzarasının içine ağaçların arasına bir yere koydum. Çocukluğumda babaannemle birlikte ne zaman karşıya geçsek mutlaka uğrayıp bir şeyler aldığımız Yeniköy’deki tarihi fırını ekledim. Beykoz Belediyesi’nin üçüncüsünü yaptığı bisiklet yarışını ve ona katılan yakın bir arkadaşımı bile koydum. Yaptığımız işlerde kendimizle ilgili ne çok iz bırakıyoruz. Fırsat buldukları ilk yerde hava kabarcıkları gibi bilinçaltından dışarı çıkıyorlar birer birer.
Öykünün en dikkat çeken noktalarından biri de “can sıkıntısı.. Kitaptaki Memo karakterinin dikkatini hiçbir şey çekemiyor mesela… Çocuklardaki bu “can sıkıntısı” haline vurgu yapmanızı nasıl açıklarsınız?
Can sıkıntısı insanoğlunun baş belası, kendini eyleyememe hâli... Hayatın içinde hep güzel anlar bulmaya açık olmak lazım…
Bizim Memo çok sıkılıyor, etrafında neler neler oluyor ama görmeye niyeti yok, ne olursa olsun sıkıntıdan patlıyor… Niyet önemli! Neyse ki, yanında hayata eğlenceli bir gözle bakmayı bilen onun bu konuya dikkatini çekmek isteyen Lila var. Umarım herkesin Lila gibi bir arkadaşı olur…
Kitabın en özel duygularından biri de “bayram duygusu.” Çocukluğunuzdaki bayramları, bugün bayram kavramına bakışınızı merak ediyorum…
Bayramlar hayatın yorucu yüzünden bizi uzaklaştırıp, kim veya ne olursak olalım, sevgi bağıyla bizi bir araya getiren bir olgu. Bayramı hangi çocuk sevmez ki! Eminim şimdi, çocuklar için de aynı şey geçerli. Bizler, zaman geçtikçe yorulup bunu bir angarya gibi algılar olduk. Bu düşünceden dönüp içimizde büyümeye yüz tutmuş çocuğu uyandırmamız lazım.
Genç illüstratörlere, resimleme denemeleri yapanlara bir mesaj almak isterim sizden. “Mutlaka dikkat etmelisiniz” dediğiniz bir nokta var mı?
İlk olarak özgün olmaları gerekiyor. Bunun için de adanmışlık gerekli. Yani her ânı bu konuda düşünerek, yazarak, çizerek, not alarak geçirmek demek… Bunun yanında her yaptığımız işe hayran olmamak, bunları çöpe atmayı göze almak, yeniden çalışmak, yeniden denemek ta ki kendi sesinizi bulana kadar. En önemlisi bu. Kendi sesinizi, kendi tarzınızı, biçiminizi bulmak. (KE/AÖ)