Bundan iki yıl kadar evvel, belli ki bu tip durumlardan kendisini sorumlu gören bir vatandaşımız, Ekşi Sözlük'te yer alan 50 başlıkta yazılanların sakıncalı olduğuna karar vermiş. Necip ceza kanunumuzun 216. maddesinde ifadesini bulan "Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılamak" maddesine dayanarak kanaatini savcılık makamı ile paylaşmış.
Hepsini. Her birini. Tabii başlıklarda yazılanlar külliyen iddia edilen suçun unsurlarını taşımadığından, iki yıl süren yoğun bir çalışma sonrasında "suç unsuruna sahip olduğu" düşünülenler ayıklanmış ve o yazıların sahipleri hakkında bir soruşturma başlamış.
Biz bu destansı durumu, 113 Ekşi Sözlük yazarının IP bilgilerinin savcılık tarafından, Ekşi Sözlük Ltd. Şti'den talep edilmesi ile öğrendik. Esasında tam olarak o zaman değil, soruşturulanlardan bir arkadaş, Ekşi Sözlük'te yazdıkları sebebiyle ifade vermek üzere çağrılınca olayın bu şekilde gerçekleştiğini öğrenmiş olduk.
Gerçek dünya internete girerse
Bu durum ortaya çıkınca ne oldu? Tabii memleketimizin genel ahvaline uygun olarak bir kaç konuda polemikler başladı. Bir tanesi, Ekşi Sözlük yönetiminin neden savcılık tarafından IP bilgileri talep edilince bu durumu yazarlara bildirmediğiydi. Bu konudaki tartışma hala yürüyor.
İkinci tartışma daha geniş bir alanı kapladı. Bir kısmı "Dine hakaret edenler tabii yargılanacak, internette sınırsız özgürlük diye bir şey mi var?" diye durumu sahiplenirken, diğer kısmı da güvenli zannettikleri bir yazı alanının bu şekil bir mevzuat, savcılık, polis, mahkeme dörtgeninde gerçek dünya tarafından çerçevelenmesiyle huzursuz oldular. Peşin hükümlere sarılmadan aklımızda tutmamız gereken ise, henüz soruşturmanın sürdüğü, dolayısıyla
a) yazılanların suç işlediğinin ve yazarların suçlu olduğunun sabit olmadığı
b) soruşturma açılan herkes hakkında dava açılmayabileceği
c) birinci derece mahkemesinde görülen her davanın sonunun da o mahkemede verilen kararla aynı olmayabileceği. Velhasıl daha uzun bir yol var.
İnternet ne kadar özgür olmalı?
Uzun bir yol var ama bu keskin olayın bize hatırlattığı bir kısım gerçekler de var.
5651 Sayılı Kanun kabul edildikten sonra Türkiye'de birçok internet sitesi kapatıldı. Bu sitelerin çok az bir kısmının mahkeme kararıyla kapatıldığını biliyoruz. Kalanının erişimi, Telekominikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından önleyici bir şekilde engellenmekte.
Örneğin daha önce TİB tarafından gönderilen bir yazıda içinde "E" ve "M" harfleri yan yana geçtiği için "emlakbodrum" sitesinin erişime engellenmesinin istendiğini unutabilecek gibi değiliz. Dolayısıyla internet ve genel olarak fikir ve ifade hürriyetiyle ilgili derin sorunlarımız olduğunu aklımızdan çıkaramayız.
Sorun alanları başlıca üç bölgede gözüküyor, birincisi tabii kuramsal özgürlük alanı. İnternet ne kadar özgür olmalı, daha geniş olarak içinde yaşadığımız ülkede fikir ve ifade hürriyetinin çerçevesi nedir?
İkincisi, mevcut kanunları uygulayanlar internet ve düşünce hürriyeti alanlarında nasıl bir bilgi/bakış açısına sahip ve üçüncüsü uygulayıcılar işlerini ne kadar ciddi yapıyorlar?
"Google'da porno diye aratıyoruz, çıkanları yasaklıyoruz"
Sondan başlayalım. "Emlakbodrum" örneği sonunda insanlar infial edince, bir TİB yetkilisinin "Google'da porno diye aratıyoruz, çıkanları yasaklıyoruz" demesi, yetki sahibi olanların kanunu ne kadar büyük bir ciddiyetle uyguladığını gösteriyor. Ancak bu ciddiyetin yarattığı zarar, yani bir sitenin yaptığı yayının engellenmesi, tazmin edilemiyor.
Uygulayıcı hata yapabiliyor. Hatadan artık bir takım belirsiz koşullarla dönerse ne ala, dönmezse, anlat dur, uygulayıcının hatalarını denetleyecek bir mekanizma ortada yok.
Gerek TİB, gerekse mahkemeler internet ve konseptleri hakkında genel olarak bilgisizler. Bunu tek bir video yüzünden YouTube'un, tek bir aykırı içerik yüzünden Blogspot'un tamamının kapatılmasından anlayabiliyoruz. Bu uygulamayı gerçek hayatta, bir hırsızlık suçu sebebiyle bütün bir caddenin abluka altına alınıp, cadde dolusu insanın hürriyetlerinden men edilmesine benzetebiliriz.
Yer sağlayıcılar en nihayetinde kullanıcı tarafından üretilen içeriği yayınlayan platformlar. Tek bir aykırı içerik yüzünden bütün bir alanın ve o alandan istifade edenlerin haklarının ellerinden alınması hukuk mantığı ile bağdaşabilir bir durum değil. İşin daha ilginç tarafı, bu hukuk mantığı da pek yeni bir durum değil. "Babasının suçundan oğlunu yargılamayacaksın" ilkesi M.Ö 5000'lere kadar uzanıyor.
Özgürlük Endeksine göre 'kısmen özgür'üz
En son olarak, İnternet özgürlüğü noktasındaki yerimiz belli. Sınır Tanımayan Gazetecilerin yayınladığı 'Ülkelere göre İnternet Sansürü' listesinde takip edilen ülkeler klasmanındayız. Raporun Türkiye bölümü, birçok sansür ve özgürlük kısıtlayıcı uygulamayı gözler önüne seriyor.
Fikir ve ifade hürriyeti konusunda ise yaşadığımız sıkıntıları saklayabilecek lükse sahip değiliz. Freedom House tarafından hazırlanan Özgürlük Endeksine göre 'kısmen özgür', prestijli (ve küresel çetenin parçası olmakla suçlanan) Economist'in hazırladığı Demokrasi Endeksine göre ise 'karma rejim' statüsündeyiz.
BM tarafından hazırlanan insani gelişmişlik endeksinde 85. sırada olmamız bir tesadüf değil. Bütün bu endekslerin sonunda yine Sınır Tanımayan Gazeteciler tarafından hazırlanan basın özgürlüğü endeksinde 138. sırada olmamız sorunun 'onlarda' değil 'bizde' olduğunu göstermesi bakımından manidar.
Dar bir fikir ve ifade hürriyeti ortamında yer alan temelde yasakçı bir internet kanununun hükmü altında, az bilgi sahibi ve bazen sarsak uygulayıcıların uygulamalarıyla internette yayın yapmanın ve yazı yazmanın belirli sonuçları elbette var.
Hakkında takibat başlatılan 113 arkadaşın özgün durumlarına hiç gelmeden, yapmamız gereken şeyler olduğu da bu şekilde ortaya çıkıyor. Türkiye daha geniş bir fikir ve ifade hürriyeti ortamını hak etmiyor mu?
Bu ülkede yaşayanlar fikirleri ne olursa olsun özgürce ifade etmeye ve açık bir toplumun tartışma ortamından istifade etmeye layık değil mi? İnternet özgürlüğü konusunda Kuzey Kore, İran, Çin gibi totaliter devletlerle yarışacağımıza demokratik ülkelerin standartlarına çıkamaz mıyız? Birinci sınıf olmak isteyen bir ülkenin uygulayıcıları da yetkilerini birinci sınıf kullanma zorunluluğunda değil mi?
Tüm bu soruların cevapları "Evet" ise, yapılabilecekleri tekrar düşünmemiz gerekiyor. Özgürlük bedava değil ve talep edilmedikçe de hiçbir şekilde verilmeyecek. Daha özgür bir ülkede, daha özgür insanlar olarak yaşamak son kertede bunu istemeye bakıyor. Biz daha iyisine layıksak, daha iyisine layık olduğumuzu da göstermek zorundayız. (ŞA)