Hukuk açısından karmaşık, yurttaşlık bilinci açısından da bir türlü anlaşılamayan gerekçelerle iptal edilerek tekrarlanan ve Türkiye siyasi seçimler tarihine önemli bir not olarak düşülen 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi siyasi söylem stratejileri ve seçim kampanyalarının toplumsal yaşamda bulduğu karşılık ve üstlendiği işlevleri sorgulatmıştır.
İktidara yakın ya da uzak çevrelerin dilinde ve kaleminde bir “başarılı/başarısız kampanya” sözüdür gidiyor. İktidarın seçim kampanyasının birden çok ve farklı istikamet izlemesi, koalisyon ortağının tarihsel çizgisi ve etik anlayışıyla çelişen argümanları gündeme getirmesi; birinci ve ikinci kampanya arasındaki stratejik farkın seçim sonucuyla ilişkisi tartışılıyor. Birinci kampanyada ikili “güç”ü (Cumhurbaşkanı ve eski Ulaştırma Bakanı/ son Meclis Başkanı) “belediyecilik” ekseninde pekiştiren görsel söylemin yerine, ikinci kampanyada, adayın siyasi kimliğini, tecrübesini ve arkasındaki iktidar desteğini (“Ne dediysek yaptık; yine yaparız”) bu göreve talip olmasının temel mantığı olarak kuran kampanyanın seçimlere az kala değiştirilmesiyle, Cumhurbaşkanı’nın güçlü lider profili ile aday (Binali Yıldırım) arasında medya görünürlüğü ve siyasi “özne”lik temelindeki dengenin -yeni stratejide de birinci güçten yana kaymasına neden oldu.
Bunun sonucunda, Cumhurbaşkanı ana akım medyanın önde gelen gazetecileriyle neredeyse dış ve iç siyasetin tüm gündemini İstanbul seçimleri bağlamında ele alırken, Cumhur İttifakı adayı, ana akımın yanı sıra, bu çizginin dışında kalan yayınlarda da göründü.
Muhalefet adayının iletişim biçimi iktidarın seçim propagandasına katkıda bulundu
Yıldırım’ın, Fox TV gibi seçim süresince her siyasi eğilimi konuk etmeyi ilke edinmiş bir kanalda sabah programında gözükmesi, ya da TV100 gibi “Türkiye’nin yeni yüzü” olarak yayına başlayan yeni bir kanalda, genç izleyicilerle, sevimli, gülümseyen, espriler yapan samimi kişiliğini öne çıkaran söyleşilere konuk edilmesi ikinci stratejinin yenilikçi tarafı olmuştur.
İktidarın şimdiye kadar denemediği, belki de gerek görmediği bu türden bir medya görünülürlüğünün Binali Yıldırım’ın bu yüzünü göstermesi açısından her iki ittifaktan İstanbulluların hoşuna gitmiş olduğu açık. Program sunucusu Okan Bayülken’in de yineleyerek vurguladığı gibi, “güleryüzlü” ve espriler yapan bir siyasetçi fotoğrafı vurdulu kırdılı, toz duman seçim döneminden geriye kalan hoş bir seda olarak görülmeli. Muhalefet adayının iletişim biçimi böylece iktidarın seçim propagandasına katkıda bulunmuş oldu.
Şimdi ise iktidar partisi seçim sonrası ortaya çıkan koşulları tartışmakta olduğundan kendi kampanya tarzının, örneğin seçime çok az kala seçmenlere üst üste farklı dosyalar açılması (Ahmet Kaya’nın mezarının ülkeye getirilmesi; Abdullah Öcalan’ın yazdığı mektubun kamuoyuna sunulması, vb.) gibi sürpriz manevralarının sonuçlara etkisinin ayrıntılı bir tartışılmasına da artık fırsat kalmamıştır.
Gelelim Millet İttifakı kampanyasına. Muhalefetin medya görünülürlüğü her seçimde olduğu gibi birkaç kanalla kısıtlandı. İttifak’ın adayı da yenilenen seçimde halkla doğrudan semt ve mahallelerde buluşmayı tercih etti. Sosyal medyada yakaladığı popülerlik ise ona bazı ana akım medya kanallarının kapısını açtı.
İmamoğlu tutarlı ve etik bir söylemle seçmenin karşısına çıktı
Millet İttifakının adayı Ekrem İmamoğlu bugün İstanbul Belediye Başkanı. Başarısında konjektürel, toplumsal ve öznel çok fazla etmen bir araya gelmiştir; yeterince yazıldı, çizildi, yorumlandı. Seçim kampanyası boyunca karşılaştığı engelleme, karalama, iftira, tehdit gibi bir süredir siyaset ortamımızın olmazsa olmazı “sert retorik” tüm öğeleriyle kendisini hedef aldı. Ancak seçimi izleyen bazı gazeteci-yazarların da belirttiği gibi bunların Ekrem İmamoğlu’na katkısı olduğu düşünülüyor.
Aday gösterildiği andan başlayarak Ekrem İmamoğlu’nun kurduğu söylemi ve iletişim biçimini temel alırsak, ana argüman(lar) ekseninden uzaklaşmadan (Belediye bütçesindeki israf, şeffaflık, seçmen iradesinin sayılmamış olması ve İstanbulluyu bir bütün olarak görme) tutarlı ve etik bir söylemle aday, seçmenin karşısında çıkmıştır.
Söylemi, kararlı, inançlı ve uzlaşmacı bir kişiliği göstermiştir. Sözü, davranışı, iletişim biçimi ile kişiliği arasındaki bağ söylemini inanılır kılmıştır. İşte bu özelliğini kurcalama fırsatı veren vip olayı ertesinde iktidar yanlısı bir gazetecinin psikolog edasıyla “Ekrem İmamoğlu’nun öfke sorunu vardır, bu kenti nasıl yönetir?” şeklindeki saptaması karşısında, yıllardır sürmekte olan siyasi retoriğe aşina seçmenlerin en iyi ihtimalle gülümsediğini düşünebiliriz.
Ekrem İmamoğlu’nun Büyükşehir Belediye Başkanı olarak siyasi başarısından söz etmek için erken. Kaldı ki, bunun da takipçisi, daha mazbatası verilmeden, yapmadıkları üzerinden kendisini değerlendirmeye başlayan bu alacalı medya olacaktır; bir de, gelecek yerel seçimler ufukta göründüğünde, İstanbullular olacaktır.
Bugün, Ekrem İmamoğlu’nun en önemli başarısını göz ardı etmemek gerekir: Kurgulanmış/yapılandırılmış ve siyaseten meşrulaşmış bir paradigmayı tökezletmiş; siyasal söylemin sadece bir grubu yanına alarak, diğerini düşman belleten argümantasyonundan uzak durmuş; böylece alışılmış algıyı ve kökleşmiş bir refleksi bir ölçüde devre dışı bırakmayı başarmıştır. Kendisine oy veren/ vermeyen /vermeyecek olan herkesi söylemine katması ötekileştiren dilsel stratejiyi bilinçli şekilde dışlamıştır.
Davet edildiği programlarda diğer ittifak adayından farklı olarak kendisine hesap sorulmuştur. İstanbul Belediye Başkan adayı olarak değil de, kuruluşundan bu yana CHP’nin vicdan yaralayan kimi politikaları üzerinden hesap vermesi gereken bir siyasetçiymiş gibi kendisine sorular soran gazetecilere verdiği cevaplarda “topa girme”miş, rövanşist bir tavırla kendisini tarihsel olgular üzerinden yargılamaya çalışan gazetecilere cevap vermemiştir. Bu da propagandasının sınırını iyi çizmiş olmasına bağlanmalıdır. Yine seçim döneminde iktidar yanlısı medya gazetecilerinin “muhabbet”lerinde “çok da kırılgan, ne söylerseniz hemen alınıyor” diye gazetecilerle kurduğu diyalog tarzının küçümsenmesi boşuna değildir: Medya da, vatandaş da uzun zamandır, kararlı ve hedefe kitlenmiş, kendini olduğu gibi sunan bir siyasi aktörle karşılaşmadı.
Moda deyimle, ezberleri bozdu Ekrem İmamoğlu’nun iletişim tarzı. Seçmenin karşısına çıkarken ajandasının sadece İstanbul’un sorunlarıyla dolu olduğu izlenimini bu “her topa girmeyen” tavrıyla sağlamlaştırdı. Siyasal söylemin en temel niteliği olan inandırıcılığı ikna ediciliğe dönüştürdü.
Söylem incelemelerinde konuşucunun “ethos”’u sözle edimin / yaşam biçiminin örtüşmesi olarak tanımlanır; “logos” yani söz, bunu yansıttığı zaman dinleyende “pathos” yani duygu uyandırır. Bu “altın” üçgen Ekrem İmamoğlu’nun seçim söylemlerinde yerini bulmuştur.
Ekrem İmamoğlu’nun söyleminde sessel ve sözcüksel yinelemelerin etkisini de unutmayalım: Halka seslenirken sık sık kullandığı “Buluşmaya geldik, barışmaya geldik, uzlaşmaya geldik, konuşmaya, sohbet etmeye geldik. Birbirimizi sevmeye geldik” sıralamasındaki sessel ve sözel etki güçlüdür. Uzun yıllardır seçmenin duymadığı “birbirimiz ” sözcüğü, seçmeni ortak özne sıfatıyla, adayın söylemine çeken dilsel öğe olarak görülmelidir. Birbirimizi anlamak, sevmek, görmek, duymak… gücül bir söylem değil, dile getirilerek var olmayı talep eden bir önermeye dönüşmüştür.
Savaşan, kovan, kıran, bozan, dışlayan üsluba alışmış seçmen nezdinde, Ekrem İmamoğlu’nun buluşturan, birleştiren, barıştıran, onaran, kapsayan söylemi “ezber bozmuştur”. Bu nedenle, şeffaflık, açıklık, dürüstlüğe dayalı bir yönetim anlayışını gerçekleştirme hedefini kararlılık ve inançla dile getirerek, adaylığının, yalnızca kente hizmet bağlamında değil, yeni bir siyaset anlayışının hayata geçirilmesinde de etkin olabileceği mesajını vermiştir.
2019 seçim söyleminin önemli bileşenlerinden biri de, seçmeni yurttaş bilinci ve sorumluluğunu üstlenmeye çağırmasıdır. Devlet kurumlarında (özellikle devletin haber kuruluşlarında) yurttaşın söz ve hak sahibi olduğunu, belediye bütçesinin vatandaşın vergileriyle oluştuğunu, bu nedenlerle oy veren bireylerin kendilerini yöneten mercilerle diyalog içinde olmasının sivil bir hak olduğunu hatırlatmıştır.
Ekrem İmamoğlu başından sonuna kadar söyleminin ana ekseninde kalarak temel stratejisini sabitlemiştir: Toplumsal barışı sağlamak, şeffaf yönetim sağlamak, İstanbul’un sorunlarına halkın katkısıyla, birlikte çözüm sunmak. Böylece, manipülatif / güdüleyen bir söylem üzerinden kişisel yetke ve gücünü hissettirmek yerine, birleştiren bir söylem aracılığıyla sorun ve çözümlere yönelerek seçmenin duygularını yakaladığı düşünülebilir.
Nefret edilmekten, aşağılanmaktan, küçük düşmekten korkan kollektif öznenin siyaset duygusunu umut ve iyimserlikle buluşturarak, seçmenin kendine ait bir anlatı kurmasına olanak sağlayan yeni bir retorikle karşı karşıyayız.
Bundan sonrasını bilmesek de, sonuç olarak, siyasetin özgül alanına yeni bir söz, yeni bir vurgu, kısaca yeni bir retorik karışmıştır. Siyasi ve ekonomik gündemin yoğunluğundan ve sık sık kurulan seçim sandıklarına gidip gelmekten yorulmuş seçmenin bu farklı retoriğe duyarsız kalmaması gayet anlaşılır duruyor. (NÖK/DB)