Bugünkü yükseköğretim sisteminde, alt sınıflar kendi çocuklarının yararlanamamasına rağmen üst ve/veya orta sınıf kökenli gençlerin yükseköğretim masraflarını vergileriyle finanse etmek zorunda kalıyor. Durum, alt sınıflar açısından yok sayılamayacak bir adaletsizlik yaratıyor. Solda pek kabul görmese de paralı eğitim savunucularına güçlü bir argüman sağlıyor.
Üniversitelerin uzun dönemli toplumsal yararları
Argümanın eleştirmenleri, onun yükseköğretime neo-liberal dünya görüşü çerçevesinde ve Solun benimseyemeyeceği bireysel yarar merkezli bir perspektifle bakmayı gerektirdiğini ama üniversitenin tüm topluma yarar sağlayan bir kurum ve parasız yükseköğretimin vatandaşlıktan doğan bir hak olması hasbiyle, katıksız bir kamu hizmeti olarak merkezi devlet idaresince sağlanması ve maliyetinin tüm toplumca karşılanması gerektiğini savunuyorlar.
İlke olarak, ticarileşmeye karşı devletin üniversitelerin ve yükseköğretimin finansmanına katılmasında ısrar etmek eşitlikçi idealler itibarıyla doğru. Üniversitelerin özellikle yükseköğretim dışındaki işlevlerinin sağlıklı bir şekilde yürümesi için de elzem.
Üniversiteler, genellikle bireysel yararın söz konusu olduğu yükseköğretim işlevine indirgenseler de aslında başlıca bilimsel ve entelektüel üretim alanları. Daha uzun dönemde tüm toplumların üniversitelerden bir başka beklentisi daha var. Üniversiteler insani özgürleşim idealinin beşiği ve bu idealin hayata geçirilmesi yolundaki en önemli araçlardan biri.
Tüm insanlık üniversitelerin paydaşı
Bu açıdan bütün insanlık üniversite ve yüksek öğretim sisteminin paydaşı. Bu idealin gerçekleşmesindeki temel bir boyut, insanlığın, kendini çevreleyen doğal-maddi varlık karşısındaki zihinsel özgürleşimi. Yani bu bir yandan dünyanın, geçmiş çağlarda insanları korkutan ve onu algılayışlarında mistisizme yönelten büyüsünün ortadan kaldırılması; diğer yandan onların, maddi yaşam koşullarının üretimi için giriştikleri zorunlu ekonomik uğraşın oluşturduğu çalışma alanından özgürleşmeleri.
Bu uğurda üniversiteden beklenen şey yine özgür bilimsel ve teknolojik araştırmaların ve entelektüel üretimin yuvası olması.
İnsani özgürleşim idealinin diğer boyutu da insanların, aralarındaki ilişki örgüsünde ortaya çıkan iktidar ve sömürü ilişkilerinden özgürleşmeleri ve birbirlerine dayanışma, hoşgörü ve kardeşlik bağlarıyla bağlandıkları, her türlü hiyerarşik tabakalaşmadan ve şiddetten azade "başka bir dünya" inşa etmeleri.
Bunun için üniversitelerin ve akademisyenlerin üstüne düşen öncelikli görev, farklı toplumsal ve siyasi konularda olabildiğince özgürce tartışılabilen bir kamusal alan oluşturmak ve yaşatılması için çaba harcamak.
Somut koşullar ve yüksek öğretimin karma niteliği
Öte yandan günümüz Türkiyesinin somut toplumsal koşullarını bütünüyle göz ardı ederek, bugünün üniversitelerindeki yükseköğretimi toplumun tüm kesimlerinin eşit bir şekilde yararlandığı, tamamen kollektif yarara dönük, katıksız bir kamu hizmetiymiş gibi ele almak yanlış.
Bu Türkiye’yi homojen, tabakalaşmamış ya da gelir dengesizliklerini bütünüyle aşmış bir toplummuş gibi düşlemek olur. Ancak tabakalaşmış, gelişmekte olan ve ciddi boyutlarda gelir dengesizlikleri bulunan bir ülkede yükseköğretim yapısal olarak tam bir kamu hizmeti olamaz. İster istemez niteliği karmadır (yarı-kamusal).
Bunun temel nedeni, görece kısa dönemde yükseköğretim hizmetinden yararlanan bireylerin, kişisel kariyerleri, dolayısıyla zenginlik ve refahları doğrultusunda bireysel fayda sağlamaları. Bu açıdan yükseköğretim, temel eğitim düzeylerinden (ilk ve orta öğrenim) farklı ve temel eğitimden daha fazla bireysel yarara yönelik. Mezunların emek-gücünden yararlanan sermayenin de tikel bir paydaş olarak yarar sağladığı açık.
Yaşadığımız tabakalaşmış kapitalist toplumda; gelir dağılımının gayet adaletsiz olduğu gelişmekte olan bir ülkede toplum, herkesin eşit olduğu homojen bir soyutlama olarak değil, birbirleriyle hiyerarşik ilişkiler içinde bulunan, farklı tikel çıkarları olan kesimlerden ibaret olarak görülüyor. Ayrıca, bu farklı kesimlerin devlet ve devletin hizmetleri karşısında asimetrik (avantajlı/dezavantajlı) konumlarda olduğu gerçeği de görülmeli.
Üniversiteler tamamen kamusallaşırsa büyük yük yine yoksula...
Öyleyse, yükseköğretim hizmetinden fayda sağlayan bireylerin ve sermayenin tikel paydaşlar olarak bunun bedelini ödemelerinin adil olacağını kabul etmek gerekmiyor mu?
Dolayısıyla somut toplumsal koşullarda, yükseköğretimin hem toplumun geneline ve tüm insanlığa, hem de tikel paydaşlarına yarar sağlayan iki yönlü karakterini iyi değerlendirmek lazım. Bu açıdan yükseköğretimin tam bir özel hizmet gibi kabul edilip, kamu desteğinin tamamen kaldırılması ve ticarileştirilmesi ne kadar yanlışsa tam bir kamu hizmeti sayılması da o kadar yanlış.
Yoksa toplumun uzun vadeli kolektif yararları adına ödenmesi gereken bedelin aslan payını, bugün yaşayan dezavantajlı alt sınıfların üstlenmesi gerekecek.
Unutulmamalı ki Türkiye'de vergi yükünün büyük payı ücretli -özellikle asgari ücretli- kesimin üstünde. Bu nedenle üniversitelerin finansmanında hem kamu desteği hem de paydaşların katılımının olması ve gücü yeten öğrencilerin gördükleri yükseköğretimin finansmanına katılmaları, tek taraflı bir finansmana göre daha adil olur.
Bugünün koşullarında bu gerçek yokmuş gibi davranılamaz. (AÖ/GG)