Fransız şarkıcı Edith Piaf, boksör sevgilisi Marcel Cerdan'ı 27 Ekim 1949'da Paris'ten New York'a çağırıyor, Cerdan, sevgilisinin kollarına atılacağı anın hayaliyle yola çıkıyor, ne yazık ki uçağı düşüyor...
Piaf bu olaydan sonra iflah olmuyor, uyuşturucu kullanmaya başlıyor, bir dönem sürekli ruh çağırma seansları düzenliyor... O günden sonra saçlarını hep kısa kestiriyor.
Aslında sadece "kötü" bir kazaydı...
13-14 yaşlarımda, sabah akşam Piaf dinlediğim yıllarda bu hikayeyi okuduğumda, ufukta henüz uçağa binme olasılığım da görünmediğinden belki, bu uçak kazası beni tuhaf bir büyülenme eşliğinde üzmüştü. Sanki, kim bilir kaç kişinin can verdiği kahrolası bir kaza değil de, Piaf'ı Piaf yapan acı öykülerden biriydi.
Yalnızca "ötekinin başına gelecek" bir felaket, henüz ölmemişler için uzaktaki "ölüm anı"ydı işte... Bir de soylu bir trajedi formuydu. Oysa icat edildiğinden bu yana, kimbilir böyle efsane haline gelmemiş kaç uçak kazası olmuştu...
Şimdi ve burada konumuz, Isparta'daki uçak kazası. Isparta'ya gelmek için söze Piaf'tan başladım, çünkü bu kahrolası "kazayı" iki gündür medyanın bir "tragedyaya", yani bir anlatıya dönüştürme merakını "dehşetle" izliyorum. Gündelik hayhuyumuzun tarihi "uçak kazasını", tıpkı "genel olarak ölüm" gibi "başkasının başına gelecek bir felaket" olarak işledikçe ve geçmişten geleceğe bu paket içinde taşıdıkça, bizler "uçakta ölmemenin yüksek olasılığının sınırlarında kalmışlar" olarak kalacağız... Gelecekte bir gün uçak kazasında ölmekzsek o da...
Uçağa binen her kişi, uçaktan korksun korkmasın, mutlaka başına bir şey geleceği ihtimalini aklından geçirir elbette. Ama sözünü ettiğim bu değil. Eğer gerçekten bu korkunç şeyin hepimizin başına geleceğini düşünüyorsak o zaman Isparta kazasının zaaflı anlarına dokunalım. Bu hem ölen insanların ve onların asla acılarını paylaşamayacağımız yakınlarının ruhunun huzur bulması için gerekli hem de geride kalanlar olarak bizlerin insanlığını yükseltmek için gerekli; "insanlık kendi ölümünü başkalarının ölümü üzerinden ötelemek değil, ölüm üzerinden insana yaklaşmaktır" diyeceksek eğer...
Çünkü, Isparta'ya giden uçaktaki insanlar ölme biçimlerinin aslında en kötülerinden birini yaşadılar. Hatırı sayılır bir yükseklikten yere çakıldılar, kimbilir uçağın materyaliyle bedenleri iç içe girdi. Bugün bir haberde "yanma değil çarpma sonucu" öldükleri yazıyordu. O nasıl bir çarpma, biz hayal bile edemeyiz...
Şu anda medyanın iç kanırtan bir hikaye olarak tasvir ettiği olayın ardında insan ruhunun ve bedeninin haysiyetini parçalara bölen bir ölüm biçimi var. Yanarak ölmek gibi, bir katliama uğrayarak ölmek gibi...
"In-bound rehaveti", "Muhammet'i kaldırmış"...
Dün (2 Aralık Cumaresi) Hürriyet'in manşeti "In-bound rehaveti"ydi. Bu ne demek? Herhalde şu ya da bu biçimde pilotun ihmaline işaret eden bir cümle. Üstelik doğrudan, başka bir olaslılığa şüphe vermeyecek kesinlikte kurulmuş bir cümle. Pilotun ABD'de çalıştığı dönemde, göbek adıydı herhalde, "Muhammet"i kimliğinden sildirdiği haberi de "Muhammet'i kaldırmış" başlığıyla verilmiş. Her ne kadar haberin içinde sonradan, ABD'li yolcular bu isimden korktuğu ve işinden olma riskiyle karşılaştığı için isimden vazgeçme yoluna gittiği anlatılıyorsa da bu başlığın ilk anda neler anıştırdığını herhalde anlatmama lüzum yok.
Kazayı "şehadetle" örtmek...
Hürriyet'teki bir diğer başlık da "Bilim şehitleri"... Elbette çok değerli bilim insanlarının da kaybı, uçaktaki diğer insanların kaybı kadar acı veriyor... Ama neden "bilim şehidi?" "Muhammet adından vazgeçen" pilot bir yanda, bilim şehitleri beri yanda... Kendi başına yeteri kadar "sağlam" bir hikaye olan bu kazayı katmerlemek, şu ya da bir biçimde olmaması gereken ya da olmayabilecek bir kazada canını yitirenlere "şehit" deyivermek üzerinde durduğumuz zemini kaydırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bugüne kadar çıkan haberlerden bildiğimiz şeyler şöyle:
"Türkiye Havayolu Pilotları Derneği (TALPA) Başkan Yardımcısı Altay Yıldırım, Atlasjet uçağının düşmesine ilişkin, ''(Pist görüldü, yaklaşıyoruz) denildikten sonra bu uçağın bir yere vurması anlaşılır gibi değil'' diyor.
Uçağı Atlasjet'e kiralayan World Focus A.Ş'nin eski Yönetim Kurulu Başkanı Murat Başman "Başka bir kaç modelle birlikte düşen uçak modeli MD'lerin de bakımlarının yetersiz olduğunu ve Atlasjet'e bindiğini ancak bu model uçakları görünce uçuştan vazgeçtiği günler olduğunu" anlatıyor.
Doğan Haber Ajansı Genel Müdürü ve havacılık uzmanı Uğur Cebeci, CNN Türk'e konuyla ilgili "Pilotaja çok iyi bakmak gerek. Bu şartlarda bu kazanın olmaması gerekiyor: Yine insana dayalı bir konuyla karşılaşacağız gibi bir his var. Oradaki coğrafi yapının üzerine uçuş oturtulmadan net konuşmak mümkün değil. Uçağın bakımının doğru yapıldığını varsayıyoruz. Uçağın içerisinde teknisyen var. Teknisyenin olmasının nedeni Isparta’da da teknik bakım hizmetinin verilememesi. Bu nedenle uçağa teknisyen almışlar. Kara kutudan pilotların konuşmaları ve birbirleriyle yaptıkları konuşmalar uçağın konumu çözülmeden kesin birşey söylenemez. Kaza kırım sonuçları genelde kaza unutulduktan sonra çıkar" diyor.
Cebeci konunun uzmanlarından... Ona sormak istiyorum: "Neden uçağın bakımının doğru yapıldığını varsayıyoruz?"
Yılmaz Özdil de yazısında diyor ki: "Isparta Havaalanı'nda ILS (Insrument Landing System) yani, Aletli İniş Sistemi yok. Onun için, mesela, Lufthansa’ya desek ki, gel Isparta’ya in... İnmez." Özdil ayrıca daha önce uçak düşen Van ve Diyarbakır havaalanlarında da ILS olmadığını belirtiyor.
Kesin olarak bildiğimiz tek şey: ILS yoktu...
Yani, uçağın bakımı konusunda yüzde yüz emin değiliz, kara kutu henüz çözülmedi. Emin olduğumuz bir tek şey var, o da Isparta Havaalanı'nda ILS olmadığı.
Eğer uçak bakımında bir kusur varsa, bu durumdan pilotun da kelle koltukta çalışıyor olduğundan başka bir sonuç çıkaramayız.
Kaza bu ILS yokluğundan ötürü oldu ya da olmadı... Bunu henüz bilmiyoruz. Ama artık Isparta, Diyarbakır ve Van'da ILS olmadığını biliyoruz... Öyleyse "yaşam hakkımıza", beden bütünlüğümüze, ruhumuzun huzuruna hürmetimiz varsa, ILS olana kadar oralara uçakla gitmeyelim... Hani hiç değilse ölünecekse bir uçak kazasında, şüphesiz "kaza" sonucu ölünsün de enkazda ölüsünü arayan, canı yanan insanlar doğanın, teknolojinin karşısında hakiki bir şanssızlık için döksünler gözyaşını... (NZ)