Sevgili Marguerite Duras,
Bana aitliği bir anahtar ve bir kaç parça eşyayla belirlenmiş olan evin salonunda sarı sehpanın üstünde duran kitabınızı biraz önce bitirdim. Bitirmek için acele etmedim. Tekrar ve tekrar okumaktan sıkılmadım. Aile ve yoksulluk arasındaki sıkışmışlığınızı, ilk aşkınızı, ilk cinsel deneyiminizi anlattığınız “Sevgili” adlı kitabınızdan bahsediyorum.
Kendini anlatan Duras'ın açıklığı beni büyüledi. Yarı otobiyografik zaman zaman kafası karışık şairane anlatımınız tanıdık bir odadan içeriye giren beni otuzundan önce yakalamış olsaydı keşke.
Evet, sizinle tanışmadan önce bir yığın kitabın kafamı karıştırıp cesareti kırmış olmasından ötürü öfkeliyim ve çoğunu yaktım. Yandıklarında etrafa yaydıkları sıcaklığa çıplak ayaklarımı ve tedirgin bakışımı uzattım. Kalbim tıpkı sizin kalbiniz gibi tekrar ısınmayacak kadar soğumuştu.
Uzaklarda bırakmış olduğunuz Çinli sevgilinizi, annenizi, erkek kardeşlerinizi ve durmadan yağan yağmurları benden daha iyi kimse anlayamaz. Henüz 18 yaşındayken yaşlandığınızı söylüyorsunuz, ilk sayfada.
“On sekizimde yaşlandım. Herkeste böyle mi olur, bilmiyorum, hiç sormadım. Yaşamın en genç, en gözde yaşları sürülürken insanı çarpıveren şu zaman vurgunundan bazı bazı söz etmişlerdi bana sanırım. Çok hoyrat oldu bu yaşlanma.”
Hoyratlığınıza eşlik eden alkoli ve kapalı kapıları anlatmayacağım. Bunların etrafında döndürülen söz oyunlarının canınızı sıkmış olduğunu biliyorum. (Sıkılmış bir canınız olmasaydı bunları yazar mıydınız?) Anlatımdaki ustalığınızı cinsiyetinize vurgu yaparak ifade eden zümrenin dışında kalmak için çabalıyorum. Kitapların konusu aşk olunca yatağa uzatılan hep kadın oluyor. Nesnesi kadın olan bir düzene; beyaz tenli, kılsız, zayıf bir erkeği sermiş olduğunuz için alkışlanıyor da olabilirsiniz. Çünkü kadınlar yatağa bir erkeği götüremez. Bunu yapsalar dahi ifade edemezler. İfade edecek olsalar dahi içlerine oturmuş olan erkek bakışıyla anlatmaları gerekir. Kısacası sevgili Duras, erkeklerin kurgudaki başarısı edebi bir başarı ama kadınların başarısı yaşanmışlıklar zenginliğidir. (Böyle söylenir, söylediler.)
Duyguların ve arzuların cinsiyetsiz olduğunu söylemek yerine yani yardım dileyen sözcüklerden kurtulup, bedenini ve zihnini duyan Duras'ı okumak bir fotoğrafa bakmak gibiydi. Eksik bırakılmış cümleler, tamamlanmış hikâye; bütün yaşamınızı dağınık fotoğraflar arasına serpip sonra da sorumsuzca gitmişsiniz. Yaşamının bir dönemini -parçasını- tutarsızlıklara bölüp sonra da derince yansıtan anlatımınız milyonlarca okura ulaşmış ve ödüller almış.
Yasaklarla ve bedeniyle uğraşan genç kadının hikayesi dönüp dolaşıp benim de elime geçti. Sarı sehpanın üstünde duran kitap, Tahsin Yücel çevirisiyle 2017 yılında Sel Yayıncılık tarafından basılmış.
Yazara eşlik eden yalnızlık ilk sayfadan son sayfaya kadar sürüp duruyor. Hiçbir şey olmuyor ve hiç kimse de gelmiyor. Konuşup ama bir türlü seslerini birbirine ulaştıramayan kişiler varoluşun dayanılmaz bunalımı içinde birbirlerine ve kendilerine yabancı bir halde kalıyorlar.
Kişilerinizin kaldığı yeri her okuyan kendine yorsun istediğiniz için eksik bıraktığınızı düşündüm. İlk okuduğumda böyle düşünmüştüm. Sonraki okumalarımda bu fikrim değişti. Siz bu anıları yazdığınızda üstünden yıllar geçmişti. Çok eskide kalmış olan zamanlar tamamen unutulmamış olsalar da yaşanmış oldukları gibi hatırlanmazlar. Belki de belleğinizde kalmış olan bu bulanık fotoğraflar hiç çekilmediler. Ya da çekildiler ama siz görünmeyen yüzlerini anlatıyorsunuz.
İşte ben kitabınızı okurken bütün bu kaygılarınızı gördüm. Ya da uydurdum. Oysa siz başında bir erkek şapkası, Uzakdoğu'da bir arabalı vapurla Mekong Irmağı'nı geçiyordunuz. On beş yaşında Avrupalı genç bir kadın, sömürge topraklarının değer yargılarına uymayan görüntüsüyle çinli zengin erkeğin dikkatini çekmişti. Çinli zengin erkek, lüks arabasının içindeydi. Dışarıyı izliyordu. Bir tür çuvalı andıran eski kıyafetler içindeki cılız vücudunuzu, koyu kırmızı boyanmış dudaklarınızı ve tokalon kremli yanaklarınızı tanımayı istedi. Cesurdu. Çünkü paranın insanlara sağladığı bu tür rahatlıklar vardır. Siz, iki erkek kardeşiniz ve her şeyini kaybetmiş annenizle beraber yoksuldunuz. Yoksulların hele de yoksul gençlerin nasıl sıkıldıklarını bilirim. Okudukları okullardan, yürüdükleri sokaklardan, yaşadıkları evlerden kurtulmak isterler. Ama bu kurtuluşu usturuplu sözcüklerle gerçeklikten uzak bir anlatımın gölgesinde ve pişmanlıkla neticelendiren binlerce kitap vardır. Ruhu ve bedeni sıkılan insanları aydınlığa ulaştıran pişmanlık ve mutlu son.
“Baştan sona anlattım hikâyeyi, doğru değildi ama, uydurulmuştu-ama bir şeydi, yazmaktı, büyük bir yazarla teması sürdürmekti ve mutlaka yanıtlardı.“ * (GB/EKN)
*John Fante / Toza Sor / Parantez Yayınları / Avi Pardo çevirisi / s:15
Marguerite Duras / Sevgili / Sel Yayıncılık / Tahsin Yücel çevirisi / Temmuz 2017